Aramak

Dini Yalanlayanlar

“DİNİ YALANLAYANI GÖRDÜN MÜ? İŞTE O, YETİMİ İTİP KAKAR; YOKSULU DOYURMAYA TEŞVİK ETMEZ.” (MÂÛN 1-3)

Mâûn Suresi yedi ayettir. Mekke’de nâzil olmuştur. Mâûn “zekât; komşular arasında sıkça ödünç alınıp verilen ev eşyası” demektir. Sure, “Eraeyte, Dîn, Yetîm, Tekzîb” olarak da isimlendirilir. Surede dini yalanlayanların nitelikleri, namaza önem vermeyerek gösteriş için kılanlar ve yardımlaşmayı sevmeyenler konu edilir.

Surede hitap özelde Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme olmakla birlikte, genelde bu hitabı işiten akıl sahibi herkesedir.

Yetimi ve yoksulu itip kakanlar

Sure-i celilede geçen “din” ifadesi, en temel anlamı olan “karşılık” manasındadır. Yani şöyle denilmektedir: İnsanların yaptıkları iyiliklere ve kötülüklere Cenab-ı Hakk’ın karşılık vereceğini; iyiliği mükâfatlandıracağını kötülüğü de azapla cezalandıracağını reddedeni, inkâr edeni gördün mü?

“İşte o, yetimi itip kakar” ifadesiyle de denilmiştir ki: Hesap gününü yalanlayan kimseler, hakkını aramaktan mahrum olan yetimi itip kakarlar. Onlara kaba davranarak kovarlar, ezmeye çalışırlar, haşin bir tavırla geri çevirirler. Yine böyle kimseler yakınındakileri, düşkünü doyurmak için harcama yapmaya teşvik de etmezler.

Allah Tealâ, dinin ve aklın benimsediği bir şeyi engellemeyi ve zayıfı incitmeye kalkışmayı hesap gününü yalanlamanın bir nişanesi kılmıştır. Şu halde böyle bir kimse hesap gününe, mükâfata ve azaba şeksiz şüphesiz iman etseydi, Cenab-ı Hak’tan ve O’nun cezalandırmasından mutlaka korkar ve o yaptığı kötü işlere asla kalkışmazdı. Bu türlü çirkin işleri yapan bir kimse kıyamet gününü, hesabı yalanlayandan başkası değildir. Bunun ne şiddetli bir ifade, günahtan ne yaman bir sakındırma olduğunu idrak etmek gerekir.

Bu açıklamalar doğrultusunda ifadenin anlamı şöyle olur: “Şunu bilmelisin ki yetimi itip kakan ve yoksulu doyurmaya kendisini de başkasını da teşvik etmeyenler dini inkâr edenlerdir.”

Sure-i celile “Gördün mü?” hitabıyla başlar. Buradaki görmek, “bilmek” anlamındadır. Kur’an âlimlerimizin ve müfessirlerimizin beyanlarına göre ifadeye soruyla başlanılması, anlatılan şeye dinleyicinin dikkatini çekmek; bahsedilen kişinin veya şeyin vehametini veya azametini belirtmek içindir.

Yetim hakkı

Ayet-i celilenin Ebu Cehil hakkında nâzil olduğu rivayet edilir. Denilir ki bir zaman Ebu Cehil’in vâsisi olduğu bir yetim çıplak ve perişan bir halde kendi malından bir şey istemeye gitti. Ebu Cehil bu yetimi şiddetle reddedip itti. Yetim ne yapacağını bilmez bir halde ümitsizliğe düşünce, orada bulunan Kureyş müşrikleri alaylı bir şekilde, “Muhammed’e git de sana aracı olsun!” dedi. Amaçları Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ile alay etmekti. Çünkü O hiçbir ihtiyaç sahibini geri çevirmezdi. O yetim, Kureyşliler’in maksadını anlayamadan doğruca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme gitti ve yardım istedi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem yetimle beraber Ebu Cehil’in yanına gitti. Ebu Cehil, Efendimiz’i görünce O’na iltifat etmeye başladı. “Merhaba” deyip buyur etti ve çocuğun malından istediğini verdi.

Bu duruma şahit olan Kureyşliler, Ebu Cehil’i “Sen de sapıttın, dininden döndün, Muhammed’den korktun!” gibi sözlerle ayıpladılar. Bunun üzerine Ebu Cehil dedi ki: “Hayır, sapıtmadım! Dinimden de dönmedim. Fakat Muhammed’in iki tarafında iki mızrak gördüm. Eğer dediğini yapmazsam bana o mızrakları saplayacağından korktum.”

İşte bu olay üzerine ayet-i celilin nâzil olduğu rivayet edilmiştir.

Ayet-i celilenin nüzuluyla alakalı farklı rivayetler de vardır. Fakat ayet-i celile kimin hakkında inmiş olursa olsun, itibar sözün geneline Nüzul sebebi özel de olsa hükmü geneldir. Ayet-i kerime hesap gününü, mükafâtı ve azabı inkâr eden ve bu fütursuzlukla zayıfı ezen bütün insanları kapsar. Kıyameti yalanlama inkâr ve günahların bütün çeşitlerine kaynaklık ettiğinden böyle bir kimse aslı itibarıyla kötüdür, vahşidir. İnsanı ibadete ve başkalarına hak hukuk ve merhametle davranmaya sevk eden asıl unsur, ilahî rızayı talep ve azaptan korkmaktır.

Kıyamete iman etmeyen kimse, nefsinin istediği her şeyi kendisine hak gördüğü gibi, imkân bulduğunda her kötülüğü pervasızca işleyebilir. İyi olmaya, iyiliğe yönelmeye lüzum görmez. İnananlar ise bu dünyanın üstü gibi altı olduğunu da bilir. Yapılan hiçbir kötülük kimsenin yanına kâr kalmayacaktır. Cenab-ı Mevlâ hiçbir şekilde ihmal etmez, belki kulum tevbe eder diye imhal eder, yani erteler, mühlet verir.

İki kötü tutum

Allah Tealâ kıyamet gününü yalanlayan kimseleri genel olarak bildirdikten sonra, bu genel ifadeyi biraz daha ayrıntısıyla ve dini yalanlayan kimseyi bazı vasıflarıyla tarif etmek üzere mealen şöyle buyurmuştur:

“İşte o, yetimi itip kakar; yoksulu doyurmaya teşvik etmez.”

Yani buyurulmuştur ki: “Ey Habibim! Kıyameti inkâr eden zelil kişiyi bilmek istersen, onun vasfı şöyledir: Vâsisi olduğu yetimi haklarından şiddetle meneder; onu kendi hakkından mahrum etmek ister. Kendisi yetime bu zulmü yaptığı gibi başkalarını da yardımdan alıkoyar. Başkalarının ona yardım eli uzatmasına engel olur.”

Bu ifadelerin müminlere mesajı ise şöyledir: “Yetime zulmetmeyin, onların haklarına engel olmayın. Yetime sahip çıkışınızı, dini inkâr edenin yaptığı gibi yanlış yolda kullanmayın. Yoksulu doyurmaya elinizden geldiğince gayret gösterin. Sizler, ayet-i celilede çirkin vasıflarını saydığımız kişi gibi olmayın.”

Fakirler ve miskinler

Ayet-i celilenin mealinde “yoksul” diye tercüme edilen “miskîn” kelimesi, “Bir mala ve gelire sahip olmayan yoksul” demektir. Arapça’da “hareket edemeyen” anlamına gelir ve çoğulu da “mesâkîn”dir. Bu öyle bir yoksulluktur ki kişiyi hareketsiz ve çaresiz bırakır. Bu nedenle yoksul olma anlamında ortak olsalar da miskin ile fakir arasında önemli bir fark vardır.

Fakir, geliri ihtiyaçlarını karşılamayan kişi iken, miskin hiç geliri olmayan kimsedir. Miskin, fakirden daha fakir olandır. Bir ârifin ifade ettiği üzere, fakirin evi vardır ama geçimini temin edemez. Miskinin evi de yoktur. Kelimenin halk arasında “uyuşuk, tembel” gibi anlamları olsa da, Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde “kendini Allah yoluna adama, onurluluk, dilenmeme, fedakârlık, durumunu başkalarına bildirmekten utanma” gibi erdemler, miskinin özellikleri arasında sayılır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde miskinin eksiksiz bir tanımını şöyle yapar: “(Hakiki) fakir, kapı kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği kimse değildir. Fakat gerçek fakir, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve halini anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) kalkıp halktan bir şey istemeyen kimsedir.” (Buhârî, Zekât 53, Tefsir: Bakara 48; Müslim, Zekât 102)

Bu tanım, Kur’an-ı Kerim’de yardım edilmesi emredilen yoksulların tanımı ile aynıdır. İlgili ayet-i kerime mealen şöyledir: “(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler onları iffetlerinden dolayı zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” (Bakara 273)

“Miskin” Kur’an-ı Kerim’de tekil ve çoğul olarak birçok yerde geçer. Bu ayet-i kerimelerin tamamında miskinlerin gözetilmesi, desteklenmesi ve yedirilmesi gibi davranışlar övülmüş, mağfiret sebebi sayılmıştır. (Bakara 83, 177, 215; Nisâ 36; İnsân 8). Miskinlere haklarının verilmesi istenmiş (İsrâ 26; Rûm 38), onların mahrumiyet içinde bırakılması ve doyurulmasının özendirilmemesi nankörlerin ve cehennemliklerin tutumları arasında zikredilmiştir. (Hâkka 34; Müddessir 44; Fecr 18)

Fakirin hakkı

Ayet-i celilenin sonunda, dini yalanlayanın miskinleri doyurmaya teşvik etmediği bildirilmektedir. “Teşvik etmez” ifadesiyle bu hitabı dinleyen akıl sahiplerine şu telkinlerde bulunulmaktadır: Fukaraya merhamet edip onları doyurma hususunda başkalarını teşvik etmeyen kimsenin, kendisinde merhamet eseri olmayacağı aşikârdır. Başkalarını teşvik etmeyen, kendisi hiçbir şey vermez. Hele de yetime hakkı olanı vermeyen, yoksula kendi malından hiç verir mi?!

Ayet-i celilede sözü edilen insan tipi cimrilikte doruk noktasını ifade eder. Çünkü birini sadaka vermeye teşvik etmek, onu ebedi hayatı için ümitlendirmek ve mükâfatına heves eder hale getirmekle mümkün olur. Kişinin kendisi bir şeye ümit taşımazsa başkasına nasıl ümit verebilir? Ümidi olmayan kişi ise inanmayan kişidir.

Din gününe inanmayanlar yoksullara bakılmasına taraftar olmazlar. Sahip oldukları malı mülkü kendi çalışmalarından bilirler. Oysa mülkün mutlak sahibi sadece Allah Tealâ’dır. Kişiyi zenginliğe ulaştıran araçları; aklı, zekâyı, kabiliyeti, azmi veren de O’dur. Kişi başkasının mülkünde, başkasının verdiği donanımla mal mülk sahibi oldum diyemez; olsa olsa emanetçiyim diyebilir. Ayrıca zenginlik de yoksulluk da bir imtihandır. Bu imtihanın bir konusu olarak zenginin malında yoksulun hakkı vardır.

Miskinlerin ihtiyaçlarının karşılanması zengin müslümanlar için ihmale gelmeyecek bir görevdir. Çünkü ayet-i kerimede buyurulduğu üzere “Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyât 19) Bu nedenle bu hakkın yerine getirilmesine ilişkin, “Bir de akrabaya, miskine, yolcuya hakkını ver” (İsrâ 26; Rûm 38) buyruğu iki kez tekrar edilir.

Yoksul zenginden almasa, o mal zengini yakar. Çünkü malını temizleyemez. İşin hakikati böyledir. Yoksa zenginlik de yoksulluk da bir kabuktur. Hakikatle tanışanlar, kabuktan öze inenlerdir.

Kötü ahlâk ve inkâr ilişkisi

Allah Tealâ ayet-i celilede din gününü yalanlayanı tarif ederken, onun hakkında iki vasıf zikretmiştir. Bu vasıflardan birincisi yapmak ile ilgili olup, mealen “İşte o, yetimi itip kakar.” ayetinin ifade ettiği husustur. İkincisi ise yapmamakla ilgili olup, bu da mealen, “Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.” ayetinin anlattığı husustur. Şu halde Allah Tealâ kıyameti yalanlayanların alametini güçsüzlere eziyet edip marufu (iyi ve güzel işleri) engelleme olarak belirtmiştir.

Her ne kadar insanın dine inanmaması şaşılacak bir şey olsa da, inanmadığı için kötü huylar kendisine normal gibi geleceği için böyle birinin o tutumlarına pek şaşılmaz. Asıl şaşılacak şey, insanların dindar görünüp de beden ve mallarıyla ilgili vazifelerinden gafil olmaları, ufak bir yardımdan sakınacak derecede cimrilik etmeleridir. Allah muhafaza...

Ayet-i celiledeki ifadenin zıddı ise, yine Kur’an-ı Kerim’de müminleri övmek için kullanılan “Merhameti tavsiye ederler, hakkı tavsiye ederler, sabrı tavsiye ederler.” (Beled 17; Asr 3) ifadeleridir. İnsan, elinden geldiği kadar yetimlere, yoksullara kendi malından yardım etmelidir. Kendi malı olmadığı takdirde başkalarını yardımda bulunmaya güzel bir surette teşvik etmelidir.

Kısaca; gerek yetimin hakkını gaspetmenin gerek yoksullara merhametsizliğin her ikisinin de sebebi ahireti inkâr etmeye dayanır. Allah Tealâ, zayıflara zulüm, düşmanlık ve yardım etmemek gibi insanlığı rencide eden kötü ahlâk ve davranışların esasının temelde bu inkâra dayandığını ayet-i celilesiyle beyan buyurmaktadır.

Allah Tealâ, yetime ve diğer yardıma muhtaç kimselere yardım etmememenin, onlara hürmetsizlik göstermenin kıyamet gününü yalanlamaya alamet olduğunu bildirdikten sonra, surenin devamında İslâm’ın rüknü olan namazdan gafil olmanın, ciddiyetsizliğin büyük bir yıkımı doğuracağını beyan eder. Mealen buyurulur ki: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.” Sure-i celilenin bu bölümünü de nasip olursa gelecek ay paylaşalım inşallah.

Hak Sübhânehû ve Tealâ en iyi bilendir.

Faydalanılan Kaynaklar

  • Abdülkerim el-Kuşeyrî, Letâifu’l- İşârât;
  • Ebu’l-Leys Semerkandî, Tefsîru’l-Kur’an;
  • Râğıb el-Isfahânî, Müfredât;
  • Zemahşerî, El-Keşşâf;
  • Gazâlî, el-Maksadü’l Esnâ fî Şerhi Meânî’l-Esmâi’l-Hüsnâ;
  • Fahruddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr;
  • Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an;
  • Sadreddin Konevî, Serhu Esmâillâhi’l-Hüsnâ;
  • Kadı Beydâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl;
  • İmam Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl;
  • Celâleddin es-Suyûtî, Esbâbu’n-Nüzûl;
  • İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân;
  • Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm;
  • Konyalı Mehmed Vehbî, Hülâsatü’l-Beyân;
  • Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili;
  • Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy