Aramak

DÜNYA HALİ

YUNAN’IN ATEŞLE OYUNU

Türkiye, Amerika-Rusya-Suriye üçgeninde uzun süredir adeta kurtlarla dans ederken Doğu Akdeniz meselesi ile birdenbire sahneye Yunanistan ve onun oyun kurucusu Fransa çıktı. 2016’dan bu yana küresel siyasette karşı karşıya kalınan ilk kriz değil bu. Baştan ifade edelim, çünkü Türkiye artık kabuğunu kırdı ve zincirlerinden kurtuluyor. “Bölgesel güç” yahut “dengeleyici unsur” olmanın ötesine geçerek artık uluslararası politikanın egemen güçlerinden biri olan Türkiye var. Doğu Akdeniz’de aleyhine kurulan İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ittifakına ve ona destek veren Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin tamamına, Libya’da- Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı protokolle karşılık verdi. Oynanan oyunu kenardan izlemek yerine anında müdahaleyle bozdu ve kendi lehine çevirdi. Tamamen yerli kaynakları kullanarak, Karadeniz’de yaptığı sondaj çalışmalarında yıllarca ihtiyacını karşılayacak kadar doğalgaz rezervi buldu. Neredeyse bir asra yakın zamandır müslümanların içinde kanayan bir yarayı, Ayasofya’yı camiye çevirerek kapattı. Uluslararası kuruluşların operasyonlarıyla, hem de içerideki bir sürü sıkıntıya rağmen bihakkın mücadele etti. Böylelikle rüştünü ispatlamış oldu. Dolayısıyla yaşananlar ilk değil, son da olmayacak.

Yunanistan, I. Dünya Savaşı bitmek üzereyken İtilaf Devletleri’nin gücünü arkasına alarak Ege Bölgesi’nden Anadolu’ya girmiş, Millî Mücadele kahramanlarının destansı mücadelesiyle geri püskürtülmüştü. Lozan Barış Konferansı’nda Yunanistan temsilcisi Veniselos’un şu ifadeleri, onları Batı medeniyetinin kaynağı olarak görenlerin yeri geldiğinde piyon gibi kullanıldıklarını gözler önüne seriyor: “Yunan ordusunun İzmir’e kendi isteğiyle değil, müttefiklerinin çağrısı üzerine; Yunanistan’ın, kendi özel çıkarları için değil, bütün müttefiklerin menfaatleri için çıkartılmış olduğu kabul edilmiş bulunmaktadır.”

Bugün de benzeri bir durum söz konusu. Yunanistan önce İsrail’in, ardından da Fransa’nın kışkırtmalarıyla Türkiye’yi tahrik ederek sıcak bir çatışmanın içine çekmeye çalışıyor. Ekonomisi tamamen bitmiş, her şeyiyle Avrupa Birliği (AB) ülkelerine muhtaç, siyasî krizlerin tükenmediği ülkenin, Türkiye’ye yapmaya çalıştığı gövde gösterisi hiç şüphe yok ki sivrisineğin fili ısırması mesabesinde. Ancak şunu da unutmamak gerekir; sinek küçüktür ama mide bulandırır.

Bizans’ın, Ayasofya’nın, Konstantinopolis’in intikamıyla yanıp tutuşan Yunanistan’da, görüntü o ki, muhalefetin dışında akl-ı selim kimse neredeyse yok. Muhtemelen onlar da iktidarda olsa benzeri girişimlerde bulunacak. Şimdilik tepkileri iktidarın kategorik eleştirisi mahiyetinde. Diyorlar ki: “Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in, Merkel ve Trump ile telefon görüşmeleri, uluslararası hareketlilik izlenimi verme çabası. Bu çabaların Miçotakis’e getirisi, diplomatik destek yerine patronun sözünü dinlemek olacak.” Muhalefet haklı olabilir. Yunanistan’ın AB’den Türkiye’ye yaptırım uygulaması talebinin karşılık bulmadığını da düşündüğümüzde, atıyor göründükleri adımlar kendi iç kamuoyunun enerjisini almaktan öte mana taşımıyor. Yani adaları silahlandırmak, Atina’dan bir adım ileri iki adım geri tarzında açıklamalar yapmak, gazetelerde Erdoğan’a hakaret başlıkları atmak havanda su dövmeye denk.

Kopan gürültünün mahiyeti ne olursa olsun, Yunanistan Akdeniz’de ateşle oynuyor. Kuşkusuz tarih kitapları rafları süslesin diye yazılmıyor. Sultan II. Abdülhamid’in o meşhur sözünü yinelemenin tam zamanı: “Tarih tekerrür etmez, tekerrür eden hatalardır...” 100 yıl kadar önce başına gelenlerden ders almamış olacak ki, Yunanistan yeniden zarar vermek ümidiyle Türkiye’ye bayrak açma hatasını yineliyor. Fakat o günün şartlarında dört yandan kuşatılmış, Cihan Harbi’nden dağılarak çıkmış, açlık ve sefalet içinde vatanını savunan bir millet vardı; onunla bile baş edemediler. Şimdi ise dünyaya kök söktüren bir Türkiye var. Fakat belli ki bunun farkında da değiller.

Fransızlar “Bir yanlışı haklı çıkarmaya çalışmak, onu iki kat büyütür” derler. Öyle görünüyor ki Fransa, Yunanistan’ı haklı çıkarmaya çalışırken yaptığı yanlışı iki kat büyütecek. Bedeli de ağır olacak tabii. Çünkü hep yaptıkları gibi kendi menfaatlerine dokunan bir vaziyet zuhur ettiğinde ilk fırsatta Yunanistan’ı ortada bırakacak. İşte o zaman Yunanistan’da şafak atacak!

AYASOFYA’NIN AÇILIŞI VE YENİ MÜJDELER

Fatih Sultan Mehmed’in yâdigârı, İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya 1934’ten bu yana müze olarak kullanılıyordu. İslâm Dünyası’nın içini acıtan bu durum, en çok da Fatih’in vakfiyesindeki beddua nedeniyle vicdanları sızlatıyordu. Temmuz ayında alınan tarihî kararla Ayasofya’nın aslına rücû etmesi, milyonlarca kişinin hasretini dindirdi. Eskiden biletle girilen camide, şimdi abdestle giren binlerce mümin kıyama duruyor. Sadece hasretin sona ermesine vesile olmadı bu karar, yeni güzellikleri de müjdeledi. Yaklaşık bir ay sonra, Karadeniz’de araştırma yapan Fatih Sondaj Gemisi Türkiye’nin en büyük doğalgaz rezervini buldu. 1948’de Raman’da bulunan petrol rezervinden sonra, ilk defa bu kadar kapsamlı bir arama yapıldığını da söylemiş olalım. Yani yıllardır “Musul ve Kerkük’te petrol var da sınırın bu tarafındaki Güneydoğu Anadolu’da mı yok? Karadeniz’in Kuzeyinde Rusya yüklü miktarda doğalgaz çıkarıyor da Güneyinde biz neden çıkaramıyoruz?” gibi soruların cevabı da böylece verilmiş oldu.

Hep konuşurduk; Türkiye dışa bağımlı ülkeler sınıfında hep yukarılarda yer alıyordu. Aşağılara çekmek, kendine yeten bir ülke olmak için ne yapmalıydı? Tükettiği enerjinin yüzde 75’ini dışarıdan alan ve yıllık ortalama 50 milyar dolar ödeme yapan Türkiye sorunu nasıl aşacaktı? Çünkü rakamları alt alta yazdığımızda cârî açığın hayli büyük bölümü enerji alımından kaynaklanıyordu. Türkiye’nin, tamamen yerli ve millî bir sondaj gemisi ürettikten sonra söz konusu rezervin bulunması tesadüf olmasa gerek. 1970’ten beri süren çalışmaların sonuç vermemesinin altında, sondaj gemilerinin kimlerden alındığı sorusunu görmemek için kör olmak gerek. İsrail’den alınan insansız hava aracı HERON’la nasıl terörle mücadele edilemiyorsa, demek ki yabancı gemilerle de sondaj yapılamıyormuş!

Peki, doğalgaz keşfi ne anlama geliyor? Öncelikle 320 milyar metreküpün ülkemizin yıllarca ihtiyacını karşılayacağını söylemeliyiz. Dahası bu kaynak başkala kaynakların da habercisi. Yabancı basında “Türkiye boşa kürek çekiyor” yaygaralarını susturan bu haberin, Doğu Akdeniz’de türlü engelleme girişimlerine rağmen yürütülen arama çalışmaları için ümit verici bir yönü olduğunun da altını çizelim. Kıyıdan yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta bulunan rezerv için önce tespit kuyuları açılacak, peşinden yatırım kararı alınacak. İnşa edilecek dev platformun ardından 3 bin 500 metre derinlikteki doğalgaz yüzeye taşınacak. Elbette küresel enerji piyasalarında kritik değişiklikler yaşanacak. Ülkemizin yakın coğrafyadaki doğalgaz satıcıları için mühim bir pazar olduğu aşikâr. İlerleyen üç dört yılda piyasaya sürülmesi öngörülen doğalgazın halen yürürlükte olan fiyatları düşüreceği açıklandı. Vatandaşın enerji tüketimi için harcadığı para da böylelikle azalacak.

2012’de Hakkari’de geniş çaplı bir petrol bulgusuna rastlandığını açıklayan dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın şu ifadeleri hafızalardaki yerini koruyor: “Terörün kısa vadede biteceğini öngörmüyoruz. Ancak biz petrol aramaya tabii ki daha önce başlayacağız. Önümüzdeki yıl için proje ve altyapı çalışmalarını tamamlayacağız. Kışı geçireceğiz ama baharla birlikte güvenlik güçlerimizin desteğiyle bölgedeki petrolü arayacağız.”

Türkiye’nin yer altı zenginliklerine ulaşamaması, kendilerine bağımlı kalması için var güçleriyle gayret eden “süper güç”ler, Karadeniz’den gelen müjdeden hayli rahatsız oldular. Fakat Türkiye, artık kendi kararlarını verebilen, bunun için de bir yerlerden izin almak zorunda kalmayan güçlü bir devlet. Terörle mücadelenin siyasî ve sosyolojik tarafı kadar ekonomik ve enerji kaynakları ile ilgili yönü de kritik. 1980’lerden itibaren sırtımızda taşıdığımız terör kamburundan tamamen kurtulduğumuzda ise işler tamamen değişecek.

AMERİKA’NIN DERDİ SURİYE PETROLLERİ

İç savaş, kapı komşumuz ve bir zamanlar vilayetimiz olan Suriye’yi içinden çıkılması güç bir cenderenin ortasına attı. 2011’de başlayan ve hâlâ nihayete erdirilemeyen yıkım, milyonlarca insanın hayatında maalesef kolay kolay onarılmayacak izler bıraktı. İnsanlık tarihinin en büyük dramlarının yaşandığı ülkede siyasî istikrarsızlık sürüyor. Yakın zaman öncesine kadar seçim yapılacağı ve Beşar Esed’ın koltuğunu bırakmayı bile düşündüğü yazılıyordu. Ancak öyle anlaşılıyor ki, Rusya henüz kendisini ikna edebilmiş değil. Malum, Kremlin’den habersiz tek adım dahi atmayan Şam yönetimi, kendi çıkarlarıyla çelişse bile Moskova’nın istekleri neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan geri durmuyor. Tabiatıyla Putin istemediği müddetçe Suriye’de huzuru sağlamak zor.

Hikâyenin bir de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafı var. Türkiye’ye karşı PKK’yı açıkça sırtlayan ABD, Suriye’nin Kuzeyindeki Kürtler’e de aynı şekilde arka çıkma fırsatını kaçırmadı. Terör örgütünün Suriye yapılanması PYD/YPG’ye, önce rejime karşı sonra da güya DAEŞ’e, hatta Türkiye’ye karşı destek verdi. Karşılıksız olmayacağı kesin olan bu destek, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’nin birleştirilmesiyle kurgulanacak ve Amerika’nın güdümünde yönetilecek Kürt koridoruyla birlikte, tıpkı Irak’ta olduğu gibi petrol kaynaklarına tahakkümü amaçlıyor. Her ne kadar Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) raporlarına göre iki buçuk milyar varil petrol rezervi, komşu İran ve Irak’a göre hayli az olsa da ABD, o miktarı da kendi lehine devşirme niyetinde.

Geçen yıl Pentagon, “petrol yataklarını koruma amacıyla” bölgeye asker sevk etme kararı almıştı. Konuya ilişkin açıklamada denildi ki: “ABD ve ortaklarının DAEŞ’e karşı elde ettiği en önemli kazanımlarından biri, güçlü gelir kaynaklarından olan petrol yataklarıydı. Söz konusu kaynağın DAEŞ ve benzeri istikrarı bozucu aktörlerin eline geçmesini engellemek için ABD olarak Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ortağımızla koordineli şekilde ülkenin kuzeydoğusundaki pozisyonumuzu ek askerî unsurlarla tahkim edeceğiz. DAEŞ’in ortaya çıkmaması için gelir akışını durdurmamız gerekir.” İnsan sormadan edemiyor: DAEŞ hangi koşullarda ve kimlerin ateşlemesiyle harekete geçti? “Koskoca” ABD, üç beş bin çapulcunun toplandığı DAEŞ’i nasıl bitiremiyor?

Geçen yılki gelişmenin üzerine ABD Başkanı Trump, Beyaz Saray’da Eylül 2020’de yaptığı açıklamada petrol yatakları konusunda Kürtlerle görüşebileceğini vurgulayarak “Petrolü korumayı başardım. Petrolü koruyan kuvvetlerimiz var ve buna ek olarak Suriye dışındayız.” ifadelerini kullandı. Kürtlerle petrol konusunu görüşüp, güvenliği nasıl sağlayacaklarını “değerlendirip” ülkeden çekileceklerine değinmişti. Trump’ın bu demeci, Temmuz 2020’de ABD’li senatör Lindsey Graham’ın petrol yataklarının geliştirilmesi konusunda Amerikalı bir şirketle Kürtler arasında anlaşma imzaladıklarını duyurmasıyla alt alta yazılınca parçalar birleşiyor.

Dokunduğu her noktayı kangrene çeviren ABD, Suriye’de her riske “göğüs gererek” mevcudiyetini sürdürme niyetinde. Kendini dünyanın sahibi olarak gören ABD, Afganistan ve Irak’taki zararını başka milletlerin kan ve gözyaşıyla çıkarmıştı. Nihayetinde “büyük devlet!” Burada asıl tehdit altında olan ise Suriyeli Kürtler. Irak ve Afganistan’daki kıyımlar ortadayken, Suriyeli Kürtler’in yaklaşımı cahil cesareti kavramıyla izah edilebilir. “Kediyle oynayan, tırmalanmayı göze alır” diyor Amerikalılar. Suriyeli Kürtler kurtla oynuyorlar. Yaptıkları ilk hatanın bedeli ise tırmalanmanın çok ötesinde olacak.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy