Aramak

Dünya Hâli

Dünya Hâli

DARBE GELENEĞİNİ YERLE BİR EDEN KAHRAMANLIK DESTANI: 15 TEMMUZ

Bizim çocuklar başardı!” Türkiye’deki darbelerin arka planını ve asıl amacını tek cümle ile özetlemek istersek CIA ajanı Paul Henze’nin Amerika Birleşik Devleti (ABD) Başkanı Jimmy Carter’a söylediği bu söz sanırım yeterli olacaktır. Devlet-i Âliyye’nin külleri üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti, üzülerek ifade edelim, 1960 Darbesi sonrasında bambaşka bir siyasî çehreye büründü. Askerî vesayet, devletin adı konulmamış asıl düzeni oldu. Nihayet, 1960 yılında uyuyan hücrelerin harekete geçmesi gibi yeniden canlanarak ortaya çıktığı 15 Temmuz 2016’daki son operasyonuna kadar milletin kâbusu oldu.

1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat darbeleri hep aynı odak tarafından tertiplenerek yine onların yetiştirdiği askerlerce icra edilmişti. 1950’lerden itibaren NATO’ya eğitim almak üzere gönderilen subaylar, kurulmuş robot misali demokratik düzenin ve seçilmişlerin üzerinde “Demokles’in kılıcı” olarak sallanıyordu. 2000’lerle beraber yavaş yavaş etkinliği kırılmaya başlansa da, yapılmak istenene vâkıf olunca e-muhtıra yayınlayarak mevcudiyetinden haberdar etti. 2008’den itibaren de tasfiye edildi. Fakat bu defa yine aynı merkezin yani ABD’nin kontrolündeki FETÖ kirli yüzünü gösterdi ve sivil unsurlarla başaramadığını kanlı bir askerî darbe yoluyla yapmaya teşebbür etti. 15 Temmuz 2016’da seçilmiş iktidarı devirerek hayata geçirilmek istenen ihanet hareketi milletin imanı, iradesi, cesareti ve gayretiyle bertaraf edildi.

Plana göre 16 Temmuz gecesi saat 03.00’da düğmeye basılacak, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere başbakan, bakanlar, üst düzey komutanlar derdest edilerek gözaltına alınacaktı. TRT ve Anadolu Ajansı ele geçirilecekti ve biz karanlık bir sabaha uyanacaktık. On binlerce kişilik listeler hazırlanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altın ve para yüklü uçakla yurt dışına kaçacağı algısı oluşturulmak üzere “çalışmalar” bile tamamlanmıştı. Böylece Erdoğan yakalandıktan sonra milletin gözündeki imajı bu şekilde yerle bir edilecekti. Yıllar önce Taraf gazetesinde “Fatih Cami’i Bombalanacaktı” başlığı altında binlerce kişinin stadyumlara kapatılarak öldürüleceği haberini yap(tır)anlar, bu kez kendi elleriyle oluşturdukları listelerdeki kişileri aynı yöntemle öldürmeye teşebbüs etmişlerdi.

Fakat hesaplar bozuldu. Panikleyen teröristler saat 21 civarında ilk adımı atarak büyük şehirlerde ana yolları tuttular, iletişim kanallarını kontrol etmek üzere baskınlar düzenlediler, hatta TRT’den darbe bildirisini bile okuttular. Cumhurbaşkanı ve başkomutan Erdoğan’ın tabir caizse kelle koltukta ekranlara çıkarak halkı cuntacılara karşı sokağa davet etmesiyle millet canını dişine taktı. Uçaklardan atılan bombalara, asker üniformasıyla ve devletin parasıyla alınan silahlarla üzerlerine ateş açan hainlere göğsünü siper etti. 251 vatan evladı, eşleriyle çocuklarıyla helalleşerek evinden çıktı ve geri dönmedi. 15 Temmuz, birilerinin ısrarla vurguladığı gibi yalnızca demokrasi namına verilen mücadele değil. 1. Cihan Harbi’nde Çanakkale’de, Kafkasya’da, Süveyş’te, Irak’ta, Galiçya’da, Hicaz’da, Yemen’de, Filistin’de, Sina’da, Makedonya ve Romanya’da ve İstiklal Savaşı’nda can feda eden yağız delikanlılar, cepheye mühimmat taşıyan genç yaşlı kadınlar nasıl dinleri, vatanları ve bayrakları için omuz omuza çarpıştılarsa, o gece sokağa dökülen her fert de tarihin içerisinde çıkıp gelmişçesine atasının mirasına aynı hissiyatla sahip çıktı. İletişim imkânlarının hayli kısıtlı olduğu dönemlerde, merhum Menderes’in vicdanları kanatan ve hafızalardan asla silinemeyecek izler bırakan acı sonuna engel olamayan; arkadaşlarının Milli Güvenlik Konseyi’nin “haksızlık olmasın diye bir sağdan, bir soldan” mottosuyla idam edilmesine şahit olan nesillerin çocukları, Cumhuriyet tarihinde eşine ve benzerine rastlanmayacak türden ihanet ve darbe girişimini merhum Akif’in ifadesiyle “iman dolu göğsüyle” geri püskürttü.

15 Temmuz yalnızca milat olarak değil, aynı zamanda prova olarak da kayıtlara geçti. İslâm dünyasının son hakiki kalesi Türkiye’nin topraklarına tecavüz etmeye kalkacak ya da yeltenecek içten ve dıştan kim olursa olsun, artık önlerinde şehitlerin kanlarıyla çizilmiş bir 15 Temmuz tablosu duruyor.

FLOYD KIVILCIMI BATI’YI YAKACAK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin sözcülüğünü yapmayı görev sayan kişiler tarafından doğruda veya dolaylı olarak sıklıkla dille getirilen bir tanım var: Özgürlükler ülkesi ABD! Bu söylemin baştan ayağa uydurma olduğu, zorbalıkları kamufle etmek maksadıyla kullanıldığı pek çok kişi tarafından bilinir ama dillendirilemez. Söylense de itibar edilmez. Çünkü orada her şey gözler önünde olup biter ama yine de “süper güç” pozisyonu gereği yaşananlar derhal örtbas edilir, gündem bile olmaz.

4 Temmuz 1776’da nasıl kurulduğu herkesçe malum ABD ırkçılığından taviz vermiyor ama insan hakları söz konusu olunca dünyaya akıl dağıtmaktan geri durmuyor. New York’un ışıltılı caddelerinin arka sokaklarında ikinci sınıf insan muamelesi gören hatta hayvana bile reva görülmeyecek muameleye maruz kalanlar, gerçek Amerika ile her gün çeşitli vesilelerle yüzleşiyor. Dahası ABD, on binlerce kilometre ötelerdeki masumları yine uyduruk gerekçelerle katlediyor. Üstelik “insan hakları” maskesinin revaçta olduğu 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana bu vahşet hiç hız kesmiş de değil.

25 Mayıs’ta Minnesota eyaletine bağlı Minneapolis şehrinde yirmi dolar sahte para taşındığı ihbarı alan polis, yolda durdukları şüpheli George Floyd’u yere yatırdı. Polis memuru Derek Chauvin, Floyd’un boynuna yaklaşık dokuz dakika boyunca diziyle bastırarak öldürdü. Hadise orada bulunanlar tarafından cep telefonuna saniye saniye kaydedildi ve sosyal medyada paylaşıldı. Zaten koronavirüs salgınındaki başarısızlığı sebebiyle Trump yönetimine bilenilen kitleler, Floyd’un katledilmesi üzerine sokaklara dökülerek eylemlere başladı. Protestolar sırasında polisle çatışmalar yaşanıyor, araçlar ateşe veriliyor, gruplara biber gazıyla müdahale ediliyor. Yaralanan, hatta ölenler var. Beyaz Saray yönetimi aynı anda hem olaya karışan polisleri görevden uzaklaştırıp fail Chauvin’e hapis cezası veriyor hem de polise gösterileri bastırmaları için şiddetin ölçüsünü artırmalarını emrediyor!

Aslına bakılırsa Floyd vakası ülke tarihinde ilk değil. Euronews’te yayınlanan habere göre sadece son dört yılda altı yüz doksan sekiz sivil siyahî Amerikalı polis şiddeti nedeniyle ölmüş. Beyazlarda ise oran bir milyonda altı kişi! İstatistikler, ABD’de siyahîlere karşı ırkçı tavrın, devletin ve toplumun bilinçaltına yerleşmiş ve sık sık ortaya çıkan karakteristik bir özellik olduğunu kanıtlar nitelikte. Bir kısım vatandaşın bu hastalığa karşı tahammülleri kalmadığı da aşikâr.

Avrupa’da da aynı durum geçerli. Afrika ülkelerinin yer altı kaynaklarını sömürmekle kalmayıp kültürlerini, geleneklerini, inançlarını ve dillerini yok edip, insanını köleleştiren İngiltere, Fransa, Belçika ve Portekiz benzeri Avrupalı devletlerde de artık emperyalist düzen sarsılıyor. Yeni kuşak, atalarının zulümlerini her ne kadar okullarda “geçmişte yaşandı ve bitti, sorumlusu biz değiliz” diyerek anlatılsa da kabullenmiyor. Hali hazırda kıtada yaşanacak basit bir olay bile daha büyüklerinin ateşleyecekmiş gibi duruyor.

Afrika asıllı Fransız yazar Aime Césaire “Sömürgecilik Üzerine Söylev” kitabında, “Medeniyetin ilk çürümeye başladığı yer kafası değil, kalbidir” der. Kavramın olumlu çağrışımlarını bünyesinde barındırmasa da kendini “medeniyet” olarak nitelendiren Batı, merhamet ve vicdan yoksunu olduğundan zaten yıllar önce zihinlerde de çürümüştü. Şimdi onlar adına felaketin ayak sesleri yüksek tonda duyuluyor. Eğer zulüm ve gözyaşı üzerine inşa edilen Batı, adalet ve merhamet ilkelerine göre kendini yenileyemezse ipini kendi eliyle çekecek.

KİRALIK ORDU LİBYA’DAN KAÇIYOR

Uluslararası siyasetteki dengeler uzun süredir sarsılmış durumda. Hangi ülkenin nereden çıkar devşireceğini anlamak güç. ABD Suriye’de PKK/YPG’ye Türkiye aleyhinde destek verirken, Rusya’nın ülkedeki otoritesini sarsmak amacıyla Türkiye’nin yanında yer aldığı anlamına gelen açıklamalar yapıyor. Amerika’nın Patriot ve F-35 satışında işi yokuşa sürmesine karşı Rusya’yla S-400 anlaşması yapan ve ticarî ortaklıklar kuran Türkiye, Suriye’de Rusya’yla karşı karşıya geliyor. Rusya, ABD’nin etkinliğini kırmak için birlikte hareket ettiği Türkiye ile çatışmayı göze alarak Libya’daki Hafter güçlerinin yanında yer alıyor. Ve bu köşe kapmaca oyununda çok güçlü olan değil; siyasî, ekonomik ve jeo-stratejik açıdan kilit rolde bulunan kazanıyor.

Rusya, Putin’le beraber tahminlerin ötesinde hızlı yükselişe geçen kritik bir ülke. Sovyetler’in dağılmasına rağmen Orta Asya ülkelerindeki tahakkümünü sürdüren devlet, güçlendikçe görüş açısını genişleterek uzak/yakın coğrafyalarda da varlığını hissettiriyor. Çoğunlukla Fransa, İngiltere ve Belçika sömürgesi olan Afrika’da bile Rusya’nın gölgesini görmek mümkün. Şimdi Suriye’den sonra Rusya’yı, belki de sıcak denizlere inmenin ikinci adımı olarak Kaddafi’nin devrilmesiyle istikrara kavuşamayan Libya’da izliyoruz.

ABD, tam da mücadeleyi kazanmak üzereyken Fransız savaş uçaklarının saldırısı ile alaşağı edilen Kaddafi rejiminden sonra yıllardır CIA’e sığınarak yaşayan Hafter’i ülkeye göndermiş ve onun gelişiyle Libya’da işler iyice sarpa sarmıştı. Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin uzun süre desteklediği Hafter, güneyde önce hamilerinden aldığı talimatla radikal örgütlerle mücadeleye başlamış, sonra onları da saflarına katarak işgal ettiği yerlerde tahakkümü ele geçirmişti. Trablus’ta meşru zeminde kurulan ve Birleşmiş Milletler’in dahi tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin nüfuzundaki toprakları hedef almış, hatta bazı yerleri de düşürmüştü.

Hafter’in kullanışlı bir maşa olduğunu fark eden Rus Yönetimi, mühimmat desteği sağlamakla kalmadı. Daha önce Ukrayna’da, Kırım’da ve Suriye’de kullandığı paralı askerlerden oluşan “Wagner Ordusu”nu da Hafter’in hizmetine sundu. Yaklaşık iki bin kişiden oluşan bu ölüm makineleri, aldıkları paranın yanı sıra kuşattıkları topraklardaki petrollerin dörtte birine de el koyuyor. Üzerlerindeki üniformada Rusya’ya ait bayrak yahut işaret bulunmuyor. Başı çeken isim de ilginç: Rus askerî istihbaratında çalışan eski yarbay, Dmitry Utkin! Wagner ismi, Hitler’in en çok sevdiği bestekar Richard Wagner’den mülhem. Bu detaylar, kuruluşun dahil olduğu ideolojik çerçeveyi tanımlaması bakımından önemli.

İşte Wagner Ordusu’nun omuz vermesiyle hedefe ulaşmanın çok yakın olduğuna inanmaya başlayan Hafter’in hevesi kursağında kaldı. Zira İdlib’i Rus askerlerine ve hava savunma sistemlerine dar eden Türk İHA ve SİHA’ları, Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığı anlaşma mucibince Libya’da Hafter’e bağlı terör gruplarını ve Wagner Ordusu’nu adeta silip süpürdü. Rus kiralık katillerinin SİHA harekâtı sonrasında başka bir ülkeye kaçtığı iddia ediliyor. Ruslara ait hava savunma sistemleri de tıpkı Suriye’de olduğu gibi Türk SİHA’ları tarafından etkisiz hale getirildi.

Türkiye, ringe dönüşen Libya’da düşman konsorsiyumuna karşı yürüttüğü muharebeyi büyük ölçümde kazandı. Kuzey Afrika’nın kaos deryası ülke, siyaset arenasındaki gövde gösterilerinin sahiciliğini ispatlamak için adeta laboratuvara dönüştü. Ve Türkiye dosta düşmana neler yapabileceğine dair fikir vermiş oldu. Artık hakkında konuşulan değil, yumruğunu güçlü şekilde diplomasi masasına vuran bir Türkiye var.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy