Aramak

EBU’L-HASAN EŞ-ŞÂZELÎ VE ŞÂZELIYYE YOLU

İslâm toplumlarında asırlar boyuca ilim ve zikir halkaları kurulmasına, kâmil insanlar ve ahlâklı nesiller yetişmesine vesile olmuş tasavvuf yollarından biri de Şazeliyye tarikatıdır. Pîri de Ebu’l- Hasan eş-Şâzelî kuddise sırruhûdur. Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî kuddise sırruhû, hicrî 593 (miladî 1197) senesinde KuzeyAfrika’nın batısında yer alan Sebte yakınındaki Gamare’de doğmuştur. Sebte bugünkü İspanya’nın kuzey Afrika’da bırakılmış iki toprağından biridir. Hz. Pîr’in ilim ve maneviyat istidadı Küçük yaşta tahsile başlayan Şeyh Ebu’l-Hasan, dönemin usulü gereği ilk olarak Kur’an-ı Kerim’i hıfz eder. Sonra bir müddet hadis okur. İlme olan sevgisi ve üstün zekâsı sebebiyle henüz on yaşlarındayken köklü medreselerin bulunduğu Tunus’a gönderilir. Burada dönemin önde gelen âlimlerinden iyi bir İslâmî eğitim alır, ilmî meselelerde münazara yapacak seviyeye ulaşır. Bir yandan da manevi ilimlerde nasibini aramaya koyulur. Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî kuddise sırruhûnun zâhir ve bâtın ilimlerine büyük sevgisi ve merakı onu memleketinde tutamaz. Doğuya yolculuğuna devam ederek Mısır ve Irak’da muhtelif beldelerde ilim ve irfan meclislerinde bulunur. Pek çok âlim ve ârif zâtla mülaki olur. Fakat aradığı manevî derinliğe ulaşamadıkça iştiyak ve hüznü artar. Bir gün Bağdat velîlerinden birisi ona geldiği topraklara dönmesini söyler. Allah Tealâ’nın izniyle aradığı kişiyi orada bulacağını haber verir. Bu söz gönlüne tesir eder. Derhal yola koyularak Mağrib (Kuzeybatı Afrika) topraklarına doğru yola çıkar. Meşakatli bir yolculuğun ardından Fas’ta Abdüsselâm b. Meşîş kuddise sırruhû ile karşılaşır. İlim ve maneviyat timsali bu zâta karşı derin bağlılık hisseder. Aradığı kimsenin bu zât olduğuna kanaat ederek elinden tutar ve terbiyesine girer. Fas beldelerinde dolaşarak insanları Hak ve hakikat yoluna çağıran, bid’at ehli ve zındıklarla mücadele eden büyük bir âlim olan İbn Meşiş kuddise sırruhû herkesi müridliğe kabul etmemektedir. Himmetini daha ziyade halkın imanıyla oynayanlara karşı mücadeleye sarf etmektedir. Öyle ki, şehadeti de peygamberlik iddiasında bulunan bir sahtekârla cihad sırasında gerçekleşecektir. Buna rağmen Şeyh, Ebu’l-Hasan kuddise sırruhûyu hemen kabul etmiş ve onunla yakından ilgilenmiştir. Bu durum onun mana âleminde Ebu’l- Hasan’ın terbiyesiyle vazifelendirildiğine işaret kabul edilir. Daima konan ve göçen bir mürşid Şeyhinin rehberliğinde manevi menzilleri bir bir aşan İmam Şâzelî kuddise sırruhû seyr ü sülûkunu tamamlar. Mürşidi onu Şâzile adlı beldeye inzivaya gönderir. Büyük İmam burada dağdaki bir mağarada inzivaya çekilip tefekkür ve zikirle meşgul olur. İrşad vazifesine dair manevi işaret belirince, şeyhinin önceden haber verdiği üzere Tunus şehrinde irşada başlar. Burada büyük bir teveccühle karşılanır. Şöhreti ve artan nüfuzu sebebiyle resmî makamlar tarafından rahatsız edilir. Hacca giderek hasetçilerden kurtulur. Döndüğünde, en liyakatli talebesi olacak, yerine halife bırakacağı Ebu’l-Abbas Mursî kuddise sırruhû kendisine intisab eder. Onu da yanına alarak hicrî 642’de Tunus’tan Mısır’ın İskenderiye şehrine geçer. Şeyh, Ebu’l-Hasan kuddise sırruhûnun hacdan sonra hayli sıkıntı çektiği Tunus’a dönüp kısa müddet sonra tekrar ayrılması Mursî ile irtibatlandırılmıştır. Çok değerli bir şeyi geride bırakan yolcunun dönüp onu alması gibi, bu kıymetli talebesini alarak İskenderiye’ye geçmiştir. Tunus’a göre çok daha hareketli ve büyük bir şehir olan İskenderiye’de irşadı katlanarak büyümüştür. Özellikle Eyyûbî hanedanı her türlü kolaylığı göstermiş, bu durum Kahire’ye geçmesiyle de devam etmiştir. İrşadı geniş halk kesimlerinden devlet erkânına kadar genişleyen Şeyh Ebu’l- Hasan kuddise sırruhû ilim ve zikir halkalarıyla hem Eyyûbîleri hem de Mısır’ı ihya etmiştir. 647 senesinde talebeleriyle birlikte Haçlılara karşı cihada katılmış ve bir buçuk sene süren bu cihadda bilfiil savaşmıştır. Böylece zâhirî ilimle başlayan, manevi ilimlerle devam eden mücahedesi, âhir ömründe küffara karşı savaş meydanına çıkmakla taçlanmıştır. Aralarında onun gibi bir zatın olması İslâm ordusuna manevi güç katmıştır. 656 senesinde (Milâdî 1258) hac yolunda vefat etmiştir. Güzel vefat, güzel mirasçılar Meşhur seyyah İbn Batuta, bir seyahati esnasında Ebu’l-Abbas Mürsî kuddise sırruhûnun halifesi Şeyh Yakut’la görüşmüş ve pîrin vefatına dair detayları almıştır. Buna göre Şeyh Ebu’l-Hasan Şâzelî kuddise sırruhû adeti olmadığı halde yola çıkmadan önce kazma, küfe, cenaze tütsüsü ve bir cenaze için lazım olan diğer şeyleri aldırmış, yola öyle çıkmıştır. Vefat etmeden evvel mola vererek talebelerine vasiyette bulunmuş, Ebu’l- Abbas Mursî kuddise sırruhûyu halife tayin etmiştir. Sonra gusledip iki rekât namaz kılmış, namazın sonuna doğru ruhunu teslim etmiştir. Her sene hac yapmaya gayret eden, Kur’an ve Sünnet’ten taviz vermeyen, zâhir ve bâtın ilminin sultanı Şeyh Şâzelî kuddise sırruhû zamanın kutbu sayılmıştır. Şeyhinin kaldığı yerden irşadı devam ettiren Ebu’l-Abbas Mursî kuddise sırruhû İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun şeyhidir. Henüz gençliğinde onu kendisine tanıttıklarında, “sâlihler oldukça bu genç (manen) ölmez” diyerek onun ileride büyük bir sûfî olacağını müjdelemiştir. Bu manada İbn Atâullah el-İskenderî, Ebü’l- Hasan eş-Şâzelî ve halifesi Ebü’l-Abbas el-Mürsî’den sonra Şâzeliyye tarikatının üçüncü büyük pîri olarak kabul görmüştür. İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhû el- Hikemü’l-Atâiyye ve Tâcü’l-Arûs gibi meşhur eserlerin müellifidir. Özellikle Hikem, tasavvuf ehlinin en çok başvurduğu ve üzerine en fazla şerh yapılan eserlerden olmuştur. Eser, âriflerin sohbetlerinin, tekkelerde üzerinde durulan konuların belagat ilminin en nadide örnekleriyle veciz beyitlere dönüştürülmesiyle telif edilmiştir. Fakih Bennânî rahmetullahi aleyh Hikem hakkında şu sözlerle tarihe not düşmüştür: “(Mümkün olmamakla birlikte) şayet namazda Kur’an’dan başka bir şey okumak caiz olsaydı bu Hikem’in sözleri olurdu. Adeta vahiy gibi.” Hüseyin Vassâf, meşhur Sefine-i Evliyâ’sında Şâzeliyye’nin büyüyerek on iki koldan devam ettiğini söyler. Bu kollardan Delâil-i Hayrât müellifi Şeyh Süleyman el-Cezûlî, Bahrü’l-Medîd tefsiri müellifi İbn Acîbe el-Hasenî gibi zâhir ve bâtın ilimlerinde nice üstadlar yetişmiştir. Allah Tealâ cümlesinden razı olsun. Anadolu’da Şâzeliyye ve Şâzelî padişah İslâm tarihinin en büyük tarikatlarından biri olmasına rağmen Şâzeliyye, Anadolu’da yaygınlaşmamıştır. Özellikle Mısır ve Kuzey Afrika’da etkili olmuş, zaman içinde diğer İslâm beldelerine ulaşmıştır. Burada belki tebessüm ettirecek bir hadiseyi nakledelim. Bilindiği üzere Nakşibendîler çayı çok sever ve dergâhlarından eksik etmezler. Bunun gibi Şâzelîler de kahve ile irtibatlandırılmıştır. Kâtip Çelebi, Şeyh Ebu’l-Hasan Şâzelî kuddise sırruhûnun kahve içtiğini nakletmiştir. Kahveci esnafı da pîrlerini Ebu’l Hasan Şâzelî kabul etmişlerdir. Bu yüzden kahvehanelere şu levhalar asılmıştır: “Her sabah besmeleyle açılır dükkânımız / Hazret-i Şâzelî’dir pîrimiz üstâdımız.” Fakat sûfîlerin kahveyi keyif ya da damak zevki için değil, uykuyu giderip ibadet ve zikir için dinçlik vermesi sebebiyle sevdiklerini de bilmek lazım. Kahvenin Anadolu’ya gelmesinin de Şâzelî tarikatına mensup tüccarlar sayesinde olduğu rivayet edilir. Buna göre Halepli iki tüccar 1554’de Tahtakale’de dükkan açarak satışa başlamışlar. Suriyeli Şâzelî Şeyhi Ali b. Meymun kuddise sırruhûnun (v. 1511) altı sene Bursa’da ikamet edip irşadda bulunması, Şâzeliyye’nin Anadolu ile ilk sistemli irtibatı kabul edilir. İstanbul’da bilinen ilk Şâzelî tekkesi ise 1786’da Alibeyköy’de inşa edilmiştir. Ardından Unkapanı tekkesi gelir. Buranın şeyhi Muhammed Zâfir kuddise sırruhû Anadolu’daki en meşhur Şâzelî şeyhidir. Hüseyin Vassâf, 2. Abdülhamid’in Şâzelî, şeyhinin de Zâfir Efendi olduğunu kaydeder. Sultan, şehzadeliği döneminden tanıdığı bu âlim ve fâzıl zâtı padişahlığı döneminde yanına almıştır. Yıldız sarayına yerleşen 2. Abdülhamid Han, Beşiktaş Serencebey Yokuşu’nda Ertuğrul Tekkesi adıyla bilinen cami, tevhidhâne, selâmlık, harem ve misafirhaneyi yaptırmış, Şeyh Zâfir Efendi ve ailesini buraya yerleştirmiştir. Şeyh Zâfir Efendi, Sultan’ın 1903’deki vefatına kadar yakınındaki isimlerden biri olmuştur. Onun İslâm dünyasındaki fitnelerle mücadelesine, ıslah hizmetlerine destek olmuştur. Özellikle Osmanlı hilafetinin meşruiyeti konusunda Arap bölgelerinde fitne çıkarıp Osmanlı’yı ve ümmeti parçalamak isteyen odaklara karşı etkin mücadelede bulunmuştur. Kaynaklar, Şeyh Zâfir Efendi’nin atalarının da Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır seferinde Sultan’ın yanında olduğunu, hizmetleri sebebiyle ağalık rütbesiyle taltif edildiğini, bu ailenin daima Arap toplumu ile Osmanlı arasında yapıcı konumda bulunduklarını kaydeder. Şâzeliyye tarikatı, diğer bütün hak yollar gibi Kur’an ve Sünnet’e merbut, Ehl-i Sünnet itikadı üzere bir yoldur. Asırlar boyunca gönülleri zikrullah ile ihya etmiş, nice sâlih amellere vesile olmuş, nesillerin kalplerini dünyadan çözüp ahirete bağlamıştır. Cenab-ı Hak meşayihinden, müridânından, muhibbânından razı olsun. Ebu’l-Hasan Şâzelî kuddise sırruhûnun sözleriyle bitirelim: “Kalp huzursuzluğuna ve endişeye düşmemek, günah kirlerinden arınmak istersen sâlih amellerini çoğaltmaya bak.” “Dünyadan ve dünya ehlinden yüz çevirmeyen velâyet kokusunu alamaz.”.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy