Nizamiye medreselerin yönetimi nasıl sağlanıyordu ve buralarda kimler görev yapıyordu?
Bu medreseleri meşhur Selçuklu devlet adamı Nizâmülmülk kurduğu için ilk olarak kendisi ve kendisinden sonra ailesinden gelenler medresenin yönetiminde şeref idarecileri olarak seçildi. Fiilî yönetim ise hem Nizâmülmülk zamanında hem onun vefatından sonra halefleri tarafından atanan “nâib” tarafından deruhte edilirdi. Görevliler kadrosunda nâib, hocalar, yardımcı hocalar, muhasebeciler, kütüphane müdürleri ve namaz kıldırmakla görevli olan bir imam bulunuyordu. Medrese vakfının hesap defteri ise hesap işlerini iyi derecede bilen bir uzman memur tarafından tutulurdu.
Medreselerde kaç öğrencinin okuduğunu biliyor muyuz?
Şöyle söyleyelim, Bağdat Nizamiye Medresesi’nde yaklaşık olarak altı bin talebe okuduğu rivayet edilir. Buranın en şöhretli medrese olduğunu düşünürsek, bu rakam gayet makuldür. Bunun yanında Nişabur Medresesi vardı mesela. Orada da yaklaşık olarak dört yüz talebenin okuduğunu biliyoruz.
Nizamiye Medreselerinin çok önemli kütüphanelere sahip olduğunu biliyoruz. Onlardan bugüne intikal eden eserler var mı?
Nizamiye Medreseleri kurulunca bu medreselerin büyüklüğüne ve önemine yakışır kütüphaneler yapıldığını biliyoruz. Zaten Nizâmülmülk, kendi projesi olan bu medreselerin kütüphaneleriyle de bizzat ilgilenmişti. Bazı âlimlerin ziyaret ettikleri bu kütüphanelere hayran kaldıklarını da biliyoruz. Mesela Merv şehrindeki Nizamiye Medresesi Kütüphanesi... Fakat burası büyüklüğü ve önemi bilinen tek kütüphane değildi. Aynı şekilde Bağdat, İsfahan ve Nişabur medreselerinin kütüphaneleri de emsalsizdi. Mesela Bağdat medresesinde yaklaşık altı bin cilt kitabın bulunduğu rivayet edilir ki bu sayı o devir için muazzamdır. Ayrıca Nizâmülmülk, medrese kütüphaneleri için özel çalışma yapmış, etrafındaki insanları ellerinde bulunan nadir kitapları vermeleri için ikna etmeye onları teşvik etmişti. Ayrıca eser telif eden âlimlerden ricada bulunarak yazdıkları kitaplardan istemişti. Topladığı bu kitaplarla İran ve Irak bölgesindeki medreselerin kütüphanelerini elinden geldiğince zenginleştirdi. Bunun bir örneği olarak Bağdat Medresesi’nin kütüphanesini gösterebiliriz. Bu kütüphane sonraki yıllarda da orayı gören tarihçilerin hayranlığını kazanmıştı. Bu kütüphaneler sayesinde kitaplardan faydalanmak isteyen ilim tâliplerinin uzun ve meşakkatli seyahatlere çıkmasına gerek kalmıyordu. Ki o devirde bir hocayı veya kitabı görebilmek demek, bazen aylar yıllar süren çileli yolculukları göze almak demekti.
Bağdat Nizamiye Medresesi’nin maalesef yandığını biliyoruz. Buradaki eserlerin akıbeti ne oldu?
Bağdat Medresesi’nde bir yangın çıktığı doğrudur. Ancak bu yangında kütüphane kurtarıldı. 1116 yılında çıkan yangın sırasında talebelerin kitapları kurtarmak için canlarını hiçe saydıklarını kaynaklar naklediyor. 1132 yılında ise yangında yıkılan kütüphane yeniden inşa edildi. 1258 yılındaki Moğol istilasında da bu kütüphane zarar görmedi dense de, bugün için bize oradan intikal etmiş hiçbir eser bulunmuyor ne yazık ki.
Hem İslâm dünyasını hem de Batı dünyasını derinden etkileyen, kalıcı izler bırakan Nizamiye Medreseleri zaman içinde gözden düştü. Bu nasıl oldu?
Birincisi, Nizâmülmülk vefat edince bu medreseler hem kurucusunu hem çok güçlü hâmisini kaybetmiş oldu. Nizâmülmülk’ten sonra çocukları her ne kadar sahip çıkmaya çalışsa da onun gibi bakamadılar bu medreselere. Böylece Nizamiye Medreseleri gün geçtikçe zayıfladı. Bunun yanında bir de o dönemde Abbâsî Halifesi Müstansır-billâh tarafından açılan medrese de etkili oldu. Müstansır-billâh, en az Nizamiye Medreseleri kadar şöhretli olması isteği ile 1247 yılında Müstansıriyye Medresesi’ni kurdu. Bu medrese, dört mezhebin fıkhı yanında Kur’an, hadis ve tıp alanlarında da eğitim vermesiyle üniversite özelliği taşıyan ilk müessese olarak kabul edilir. Bağdat’ın en işlek bölümü olan Dicle’nin doğusunda, halife sarayının hemen yanında 1228 yılında temeli atılan medresenin yapımı 1233’te tamamlandı. 1234 yılında Halife Müstansır-billâh’ın da iştirak ettiği ihtişamlı bir merasimle açıldı. Bu merasimde dönemin ünlü şairlerinin medreseyi öven şiirler okuduğu, kuruluşunda emeği geçenlere, medrese hocalarına hilatler giydirildiği, devlet ileri gelenleriyle halkın da hazır bulunduğu kaynaklarda anlatılır. Doğal olarak tahsil hayatlarına devam eden ya da yeni başlayacak olanlar Halife’nin himayesi altında olan bu medreseyi tercih etmeye başladılar. İlgi ve teveccühün Müstansıriyye Medresesi’ne kayması, Nizamiye Medreselerini ikinci plana itti. Bunun üzerine bir de sel ve yangınlar yüzünden bu medreselerin zarar görüp tahrip olması da bir diğer önemli etken diyebiliriz. Toparlayacak olursak, 1110 yılında yangınlardan dolayı tahrip olup yıkılan Bağdat Nizamiye Medresesi daha sonra tekrar inşa edildi. Fakat Dicle Nehri’nin taşması yüzünden üç defa daha tahrip oldu. 1243, 1249 ve 1254 yıllarında yaşanan bu taşkınların sebep olduğu yıkımlar sonrasında medrese bir kez daha inşa edildi. 1272 yılındaki büyük yangında ise hem medrese hem de çarşı büyük oranda zarar gördü. Vakıftan elde edilen gelirler sayesinde medrese yine yeniden inşa edildi. Bildiğimiz kadarıyla muhtemelen 16. asrın başlarında ise tamamen ortadan kayboldu.
Bu medreselerin tarihî önemi açısından neler söylenebilir?
Buraya kadar anlatılanlar aslında Nizamiye Medreseleri’nin tarihî açıdan önemini az çok ortaya koymuş olmalıdır. Şunları da ekleyebiliriz: Nizamiye Medresesi, kurulduğu andan itibaren ayakta kaldığı devrin siyasî, sosyal ve dinî hayatı üzerinde çok büyük ve derin izler bıraktı. Şöhreti bütün İslâm âlemine yayılınca, o devrin ünlü âlimlerinin ilgi merkezi oldu. Belki de en önemli etkisi kendisinden sonra gelen devlet adamlarına örnek olmasıdır. Şöyle açıklayalım bu durumu: Nizamiye Medreseleri kurulup çok büyük başarı sağlayınca, Nizâmülmülk ve Sultan Alparslan’dan sonra gelen sultanlar ve devlet büyükleri bu eğitim hamlesini örnek aldılar ve kendi adlarına bunlara benzer medreseler inşa etmeye başladılar. Bir diğer önemli yönü de bu medreselerle dinî ilimler ve özellikle Şâfiî fıkhının gelişmesi sağlandı. Büyük âlimler yetiştirildi. Hilaf, usûl ve kelam ilminde büyük gelişmeler sağlanırken pek çok kitap da telif edildi. Bu medreseler sayesinde Şiî-Râfızî akidenin yayılmasına set çekilerek hem dinî hayat açısından hem ümmetin birliği bakımından büyük bir tehlike bertaraf edilmiş oldu. Son bir nokta da bu medreselerin fakir öğrencilere okuma imkânı sağlamasıydı. O dönemde ilim tahsil etme imkânı kitap alabilecek, ilim yolculuğu (rıhle) yapabilecek ve istediği gibi araştırma yapabilecek gücü olanlarda vardı. Nizamiye Medresesi ile devlet, bir nevi yatılı ve burslu okuma imkânı sağlayarak ilim öğrenme isteği olan herkese hitap etmiş oldu. Bu medreseler planı, teşkilâtlanması ve müfredatıyla dünyada eğitimde bir dönem noktası olmuştur, diyebiliriz.
Nizamiye Medreseleri’nin kendisinden sonra yapılan medreselere ne gibi etkileri oldu?
Nizamiye Medreseleri, dinî ve siyasî sebeplerle kurulmuştu. Kendisinden sonra kurulan birçok medreseyi de bu açıdan etkiledi. Mesela İran, Irak, Suriye ve Mısır gibi yerlerde kurulan medreseler de kendi programlarını yerel siyasî ve dinî hedeflerine göre belirlediler. Bu medreselerden yetişen talebeler İslâm dünyasında ehl-i sünnet anlayış ve uygulamanın yaygınlaşmasına ve yerleşmesine katkı sağladılar. Bunun yanında Şiî-Rafızî anlayışın ve bu anlayışa dayalı siyasetin yayılmasını engellediler. Nizamiye Medreseleri, Kuzey Afrika ve Endülüs’te bulunan medreseleri de etkiledi. Bağdat Nizamiye Medresesi’nde tahsil görüp Kuzey Afrika beldelerine dönen bazı isimler buradaki medreselerin müfredatlarında Nizamiyeden etkilenerek değişiklikler yaptılar. Dünya eğitim tarihi açısından değerlendirilecek olursa, Batı eğitim kurumlarının en köklülerinden olan Salerno, Oxford ve Paris gibi üniversiteler de Nizamiye’den etkilenenler arasındadır.
Nizamiye Medreseleri’nde isteyen herkes görev alabiliyor muydu? Yoksa bunun belli başlı şartları var mıydı?
Medresede görev alabilmek için belli şartlar mevcuttu elbette. Bu şartların birinci sırasında Eş’arî ve Şâfiî olmak geliyordu. Nizâmülmülk zamanında medresede görev alacak müderris, müderris yardımcısı, memurlar hatta kapıcıların dahi Şâfiî olmasına özen gösterilirdi. Bu yüzden Nizamiye Medresesinde ders verebilmek için Şâfiî mezhebine geçen âlimler de olmuştu. Nizâmülmülk ve çocukları zamanında müderrislerin ve yardımcılarının vezirin emriyle tayin edilmesi esası vardı. Göreve gelecek müderris, ilk dersini yüksek dereceli memurların, müderrislerin, âlimlerin ve şairlerin huzurunda verirdi. Bazen halifenin de katıldığı merasimler olurdu. Müderris olarak görev yapabilmek için yüksek bir ilmî seviyeye sahip olmak gerekiyordu. Medresenin başarısı ve uzun yıllar ayakta kalması da bu kaidelere riayet edilmesi sayesindeydi zaten.
Bu medreselerden yetişen büyük âlimler arasında kimler var?
Nizamiye Medreselerinde yetişen âlimler arasında İbn Tûmert, Ebu Bekir İbnü’l-Arabî, İbn Ebu Rendeka et-Turtûşî, Ebü’l-Kâsım ibn Asâkir, İbn Ebü’l-Hadîd, Abdüllatîf el-Bağdâdî, İmâdüddin el-İsfahânî gibi isimleri zikredebiliriz. Cümlesine Allah rahmet eylesin.
Nizamiye Medreseleri’nin eğitim öğretim usulü bakımından özellikleri nelerdir?
Bu medreselerin en belirgin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: İlk olarak bu medreselerde nazari bilgiler üretiliyor ve aktarılıyordu. Bu, hakikaten liyakat ve ehliyet sahibi ulema tarafından yapılıyordu. Medreseler kendilerinin gelecekteki hocalarını yetiştiriyor, ilmî faaliyeti şahsî olmaktan çıkarıp bir sistem halinde kurumsallaştırıyordu. Bu sistemin bir sonucu olarak belli mesleklerin icrasında ve önemli görevlerin verilmesinde bu medreseleri bitirmek ve bunu belgelemek ön şart haline gelmişti. Bir eğitim kurumunun bugünkü manada üniversite özelliğini elde edebilmesi için birkaç ilmî disiplini bünyesinde barındırması gerçeğinden yola çıkarsak, Nizamiye Medreseleri’nin bunu ilk olarak ve fazlasıyla gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Çünkü Avrupa’da aynı niteliklere sahip olan ilk üniversitenin ancak 18. asırda Paris’te kurulması, bu konuda müslümanların öncülüğünü göstermesi bakımından önemlidir. Yine talebelerin her türlü ihtiyaçlarını karşılayan bu üniversite modelinin Avrupa’daki ilk örneklerinden biri olan meşhur Sorbonne Üniversitesi 1257’de kurulmuştu.