TEFSİR
“Görmedin mi Rabbin fil sahiplerini nasıl etti? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üstüne sürü sürü kuşlar gönderdi. O kuşlar üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.” (Fil Suresi)
Fil suresi Mekke döneminde nâzil olmuştur ve beş ayettir. Fillerden oluşan ordusuyla Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve ordusunun helâk edilişini konu ettiği için bu isimle anılmıştır. Bu yazıda ilk iki ayet-i kerimenin tefsirini özetle vermeye çalışacağız.
Hilekârların akıbeti
Fil suresinden önce gelen surelerde insanları çekiştiren gammazların, başkalarını küçümseyip alaya alanların ve bütün düşünceleri mal toplamak olanların işlerinin güçlerinin hile ve üçkağıtçılık olduğu bildirilmişti. Onların bu kötü ahlâklarının karşılığı olarak ahiretteki azapları da anlatılmıştı.
Bu surede ise böyle insanların dünyadaki hallerine ve akıbetlerine bir örnek olmak üzere, Allah Tealâ’nın onların hile ve planlarını nasıl olağanüstü bir şekilde bozduğu, bozacağı bildirilmiştir. Ayet-i celilelerde, Cenâb-ı Hakk’ın kudretini gözler önüne seren bir ibret vesikası olarak Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin doğduğu sene Kâbe’yi yıkmak için harekete geçen “fil ordusu”nun durumu anlatılmaktadır. Onların nasıl perişan edildiği gösterilerek Peygamber’e tuzak kurmak isteyenlerin tuzaklarının kendi başlarına yıkılacağına işaretler vardır. Bu sure-i celileyle Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem ve inananlar teselli edilmiş, manevi güç ve destek verilmiştir. Allah Tealâ’nın kudretine karşı hiçbir imkânın, hile ve tuzağın hükmü olamayacağı anlatılmıştır.
Yardıma giden iki Habeşli
Fahreddin Râzî ve İsmail Hakkı Bursevî rahmetullahi aleyhimânın beyanına göre “Fil Vakası”nı hazırlayan olaylar silsilesi şu şekilde cereyan etmiştir;
Himyer kralı Zûnüvas, Büruc suresinde geçtiği üzere inananları ateş dolu çukurlara atıp yakmaya başlayınca, inananlardan biri olan Ashame b. Bahr, Habeş Kralı Necâşi’ye sığınır. (Bu kral daha sonra Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem döneminde müslüman olacaktır.) Durumu haber vererek Necâşi’yi Zûnüvas’la savaşmaya teşvik eder. Necâşi, yetmiş bin kişilik bir orduyu gemilerle Yemen’e gönderir. Eryat adlı bir kişiyi de başlarına emir tayin eder.
Eryat’ın yanında Ebrehe b. Sabbah adında birisi de vardır. Eryat Zûnüvas’ı yener ve öldürür. Bir rivayete göre Zûnüvas kendini denize atar ve boğulur.
Eryat senelerce Yemen’i idare eder. Sonra Ebrehe ile aralarında ihtilaf çıkar. O da Habeş ordusunun komutanlarından biridir. Böylece Habeşliler iki gruba ayrılır. Bir kısmı Eryat’ın yanında, bir kısmı da Ebrehe’nin yanında yer alır. Nihayet iki komutan birbirleriyle savaşacak duruma gelir. İki taraf karşı karşıya gelince Ebrehe Eryat’a;
– Habeşlileri birbirine kırdıracak bir şey yapma. Karşıma çık, ikimiz çarpışalım. Hangimiz yenerse yenilenin askeri diğerinin safına geçsin, diye haber gönderir. Eryat teklifi kabul eder.
Ebrehe kısa boylu, şişman ve dindar bir hıristiyandı. Eryat ise uzun boylu, iri yarı birisidir. İlk hamleyi o yapar, elindeki mızrakla Ebrehe’ye vurur. Alnına isabet eden darbeyle Ebrehe’nin yüzü ciddi şekilde yaralanır. Bunun üzerine Ebrehe’nin muhafızı arkasından yaptığı hamle ile Eryat’ı öldürür. Böylece askerleri Ebrehe’ye katılır.
Ebrehe’nin yaptıklarından Habeş Kralı Necâşi’nin haberi yoktur. Olanları duyunca çok kızar ve Ebrehe’nin yakasını bırakmayacağına, bastığı yerleri ezip saçını başını yolacağına yemin eder. Bu haber Ebrehe’ye ulaşınca başını tıraş ettirir, bir çuvala Yemen toprağı doldurarak değerli hediyelerle birlikte Necâşi’ye gönderir. Bir de şöyle bir mektup yazar:
“Ey Kral! Eryat senin kulundu, ben de senin kulunum. Senin emrin hususunda onunla ihtilaf ettik. Bütün varlığımla sana itaat ediyorum. Fakat ben Habeşlilere kumandan olma konusunda ondan daha güçlüyüm, onlara daha hâkimim ve ondan daha iyi idare ediyorum. Kralımızın yemini bana ulaşınca başımı tıraş ettim. Toprağımdan bir parçasını bir çuval içinde Kral hazretlerine gönderiyorum. Kralımız bu toprağa bassın ve benimle ilgili yeminini yerine getirmiş olsun.”
Necâşi Ebrehe’nin mektubunu okuyunca yumuşadı ve onu affetti. Ona, “sana ikinci bir emrim ulaşıncaya kadar Yemen’de kal” diye yazdı. Böylece Ebrehe Yemen topraklarında kalmaya devam etti.
Ebrehe’nin sahte Kâbe’si
Nihayet Ebrehe, hac mevsimi gelince insanların, o dönemde de kutsal kabul edilen Kâbe’yi haccetmek üzere Mekke’ye gitmek için hazırlık yaptıklarını gördü. Hırslı bir karaktere sahip olan Ebrehe bu durumu kabullenemedi, San’a şehrinde görkemli bir kilise yaptırdı. Süslü bir yapı olması için büyük özen gösterdi. Hâreli, benekli mermerler, yaldızlı taşlar kullandı. Bütün bu malzemeler Süleyman aleyhisselam zamanında yaşayan Belkıs’ın sarayından alınmıştı. Ayrıca kiliseyi altın ve gümüş haçlarla, fildişi ve abanoz ağacından yapılmış minberlerle donattı. Yüksekliğine atfen adını da “Kulleys” koydu.
Ebrehe’nin bütün isteği ve hırsı, Mekke’ye giden hacıları kendi kilisesine getirmekti. Necâşi’ye şöyle bir mektup yazdı: “Ey Kral! Ben senin için daha önce hiçbir krala yapılmayan bir kilise inşa ettim. Arap hacıları bu kiliseye çevirmedikçe yüreğim asla rahat etmeyecektir.”
Araplar arasında Ebrehe’nin Necâşi’ye yazdığı bu mektubun haberleri yayıldı. Hac artık Mekke’de değil Yemen’de yapılacak diye her tarafa haber yollandı.
O vakit Mekke’nin lideri Abdülmuttalib idi. Mekkeli Araplardan Züheyr b. Bedr adında bir adam “izin ver gideyim de o binaya pisleyeyim” diye izin istedi ve kalkıp Yemen’e gitti. Görkemli kilisede birkaç gün ibadet edip görevlilerin güvenini kazandıktan sonra bir gece, mabedi çok sevdiğini, gece kalıp ibadet etmek istediğini söyledi. O gece onu kilisede yalnız bıraktılar. El ayak çekilip yalnız kalınca da söylediğini yaptı, kiliseye pisledi. Duvarlara ve mihraba necaset bulaştırdı. Sonra da kaçıp gitti.
Bu olay yakın uzak her tarafa yayıldı. İnsanlar artık kutsiyeti kalmadığına inandıkları mekâna gelmekten kaçındılar. Ebrehe çok hiddetlendi. Olayın failinin Mekkeli birisi olduğunu, Kâbe yüzünden yaptığını biliyordu. “Ordumla gidip Kâbe’yi yerle bir edeceğim!” diye yemin etti.
Kâbe mi develer mi?
Her ne kadar dinî bir mesele gibi görünse de aslında Ebrehe’nin asıl maksadı, Arapların Kâbe sebebi ile elde ettikleri şerefi ve imkânları ellerinden almak, kendisine ve idare ettiği topraklara döndürmekti. Bir elçi göndererek Necâşi’ye kendi kilisesine yapılanları anlattı. Kendisinin de Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye doğru yola çıkacağını haber verdi. Necâşi de ona çok sayıda fil, asker ve hizmetçi gönderdi. Hatırlayalım, eski savaşlarda fil, bugünkü tanklara eşdeğerdi.
Ebrehe, Kâbe’yi yıkıp Araplardan intikam almak üzere Necâşi’nin gönderdiği “Mahmûd” ismindeki benzeri görülmemiş büyüklükteki bir fil önde, arkada da on iki fil daha, dehşetli bir orduyla Mekke üzerine yürüdü.
Mekke’ye bir konak mesafeye geldiklerinde, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin dedesi Abdülmuttalib’in iki yüz devesine el koydular. Abdülmuttalip gelip develerini isteyince Ebrehe şöyle çıkıştı: – Ben Kâbe’yi yıkmaya geldim, sen kalkmış develeri istiyorsun!
Abdülmuttalip tüm vakar ve sükûnetiyle şu cevabı verdi: – Ben develerin sahibiyim, onları isterim. Kâbe’ye gelince; sahibi onu korur!
Abdülmuttalib’in bu üslubu ve hali Ebrehe’yi etkiledi. Titremesine sebep oldu. Böylece Abdülmuttalib Ebrehe’nin yanından ayrılıp Kâbe’ye vardı. Kapısının halkasına yapışarak dua etti.
Bundan sora Ebrehe’nin ve azametli ordusunun felaketi ile neticelenen olayları Cenâb-ı Hak sure-i celilede beyan buyurmaktadır: “Görmedin mi Rabbin fil sahiplerini nasıl etti?”
‘Rabbin nasıl etti?’
Buradaki hitap özelde Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme olmakla beraber, genelde bu hadiseyi bilip işitenler başta olmak üzere herkesedir. Ayet-i kerimenin soru olarak gelmesi ise bilinmeyen bir şeyi sorup öğrenmek için değil, olayın gerçekliğini ve mahiyetini kesin olarak ifade etmek içindir. Tarihte “Fil Vakası” olarak anılan bu hadise, başta söylediğimiz gibi Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin dünyayı teşrif ettiği sene gerçekleşmişti. Fil suresi nâzil olduğunda hadiseye şahit olanların bir kısmı hayatta idi. Hatta Hz. Aişe radıyallahu anhâ validemizden; “Fili çekenlerden iki kişinin felç ve kör olarak hayatta kalıp Mekke’de dilendiklerini gördüm” diye rivayet de vardır.
Fil Vakası hafızalarda öyle derin izler bırakmıştı ki Araplar arasında bir tarih belirteci olarak kullanılırdı. “Fil senesinden şu kadar sene önce şöyle şöyle olmuştu.” “Fil senesinden şu kadar zaman sonra şöyle olduydu” gibi...
Ayet-i kerimede dikkate şayan hususlardan biri, “Nasıl yaptı?” şeklinde değil, “Ne Yaptı?” diye sorulmasıdır. Böylece vakanın kendisinden ziyade mana ve mahiyetine, olağanüstülüğüne dikkat çekilmiştir. Yani hadisenin şaşırtıcı tarafı Fil Ordusu’nun yok edilişi değil, nasıl yok edildiğidir. Nitekim sure-i celilenin devamında bu husus anlatılmış, Cenâb-ı Hakk’ın işlerinin acayipliğine bir numune olmak üzere müminler tefekküre sevk edilmiştir.
Meydana gelen olayların hakiki mahiyetinden ve mesajından gafil olanlar, olan biteni sıradan, tabii bir şeymiş gibi görürler. Oluş mekanizmasını çözdüklerinde hadisenin hakiki sebebini anladıklarını sanırlar. Böylece ilâhî hikmeti ve mesajı göz ardı ederler. Özellikle günümüzde bilim üzerinden insanlar bu gaflete yaygın olarak düşmektedir.
Bilim, Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta koyduğu düzenin işleyişini izah eder. O düzeni ve işleyişi yaratan ve devam ettirenle, O’nun bütün bu fiillerinin mana ve mesajıyla ilgilenmez. Keşfettiği formüllere uymayan pek çok hadise karşısında ise susar, araştırıp anlamaya çalışır. Neticede olan biten her şeyi fiziğin, kimyanın, matematiğin ve benzer alanların doğal işleyişi olarak görür. Mucize ve keramet kabilinden bilimle izah edilemeyen hadiseleri ise ya yok sayar ya da başka açıklamalar bulmaya çalışır.
Sure-i celilede Allah Tealâ, böyle bir gaflete düşülmemesi için Fil Vakası’nda özellikle fâil-i hakiki olarak kendi zâtına dikkat çekiyor ve “Görmedin mi Rabbin fil sahiplerini nasıl etti?” buyuruyor. Sonraki dört ayette de olan bitenin hayretlere düşüren niteliği açıklanıyor.
‘Senin Rabbin’ ve ‘ashab-ı fil” ifadeleri
Bu noktada “Rab” ism-i şerifi ve “ashab-ı fil” ifadesi üzerinde durmak yerinde olur.
Sure-i celile Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme zımnen şunu demektedir: “Mekke müşrikleri yaşanan olağanüstü hadiseyi gördükleri halde ibret almadılar, putlara tapmayı bırakmadılar. Halbuki sen ey Habibim, gözünle görmedin ama bana ve vahyettiklerime teslimiyetinle bunu kabul ve itiraf ettin. Böylece hadiseyi gören adeta sen oldun. Böylece hiç şüphesiz onlardan ayrıldın. Şimdi ben ‘Senin Rabbin’ diyorum. Yani ben senin içinim, onlar için değil. Onların da lehine değil aleyhineyim.”
“Ashâb-ı fil” ifadesine gelince: “Ashab” tanımlaması her şeyden önce yakınlık bildirir. Bu yakınlık da aynı cinsten olmayı gerektirir. O halde ashâb-ı fil ifadesi, o topluluğun anlayışsızlık ve akılsızlıkta o filin cinsinden yani hayvan gibi olduklarına delalet eder.
Burada şöyle bir incelik de vardır: Bir grup arasındaki ashaplık yani arkadaşlık, beraberlik ilişkisi, aralarında seviyece daha üstün olana izafe edilerek tanımlanır. Mesela “Ashâb-ı Rasul” ifadesi böyledir. “Ashâb-ı fil” ifadesi de o topluluğun filden daha aşağı ve akılsız olduklarına delalet eder. Zaten şu hadise de bu hakikati destekler: Mekke’ye yaklaştıklarında onlar ordunun önündeki büyük fili Kâbe tarafına yöneltmeye çalıştıkça hayvan oraya dönmemiş, aksi istikamete yönelmiştir. Lider fil böyle yapınca diğerleri de ona uymuştur.
Planlar ve asıl niyet
“Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?”
Bu ayet-i celilenin Arapça aslında geçen “keyd”, gizli bir kötü niyeti ifade etmek için kullanılır. Şu halde Ebrehe görünürde Kâbe’yi yıkmak için gelmektedir. Fakat asıl maksadı Kâbe’nin şerefini yok etmek, insanların teveccühünü Yemen’e döndürerek kendine şeref ve itibar kazandırmaktı. Elbette bunu söylemiyor, bir tür dinî hassasiyet kılıfında sunuyordu. İşte kalbindeki asıl maksadın, içine düştüğü haset ve itibar hırsının Kâbe’yi yıkmaktan daha şiddetli olduğuna işaret için “keyd” kelimesi kullanılmıştır.
Ayet-i celilede geçen “tadlîl” ise bir şeyi iptal etmek manasınadır. Bu izahata göre mana şöyle olur: “Ey Rasulüm! Senin Rabbin, ashâb-ı filin hasedinden kaynaklanan Kâbe’yi yıkma hilesini yok ederek bâtıl kıldı, ortadan kaldırdı.”
İşte böyle bir kötü girişimi tersine çevirip iptal eden ancak Cenâb-ı Hak’tır. Ve en doğrusunu O bilir.
Faydalanılan Kaynaklar
- Taberî, Câmiu’l-Beyân;
- Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân;
- Abdülkerim el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât;
- Râğıb el-Isfahânî, Müfredât;
- Zemahşerî, El-Keşşâf;
- Fahruddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr;
- Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an;
- Kadı Beydâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl;
- Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm;
- İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân;
- Hasîrîzâde Elif Efendi, en-Nûru’l-Furkân;
- Konyalı Mehmed Vehbî, Hülâsatü’l-Beyân;
- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili;
- Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri;
- Diyanet İslam Ansiklopedisi.