Aramak

Güldeste

Zamanın Fitneleri

Nakşibendiyye meşayihinden Şeyh Abdurrahman-ı Tâhî kuddise sırruhû bir mektubunda zamanın fitneleri konusunda sûfîlerini şöyle uyarmıştır:

Bu zamanda fitneler çoğaldı. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin ümmeti her türlü bela ve sıkıntıya uğrayınca türlü çeşit dalâlet yollarına daldılar, hidayet yollarından saptılar. Çoğu, İslâm’ın temel esaslarını bilmez oldu. Hatta bir kısmı, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah” kelime-i tevhidini doğru söyleyemez oldu.

Müctehid imamlar ise, kıyamet gününde Mizan’daki ağırlığı yerlerden ve göklerden daha ağır basan ve hiçbir amelin sevabının onunkine denk gelmediği bu kelimeyi güzel söyleyemeyen kişilerin, bütün sâlih amelleri yok eden küfürden kurtulamayacağına ittifak etmişlerdir.

Bunların bir kısmı da Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin anne ve babasının isimlerini, nerede doğup nerede vefat ettiğini doğru dürüst bilmezler. Allah Tealâ bizi ve sizi bu hallerden korusun.

Bunların bir kısmı da nebevî şeriatın hükümlerinin çoğunu bilmezler ve bu sebeple, Allah korusun, pek çok günaha düşerler. Yasaklanan şeyleri bilmiyorlar ki onları işledikten sonra istiğfar, niyaz ve yalvarma ile tevbe edip Rablerine dönsünler de affedilsinler. Bu sebeple, Allah muhafaza etsin, tevbe etmeden ölüyorlar. Bunlar Cebbâr olan Allah’ın gazabına uğrayacaklar. Allah Tealâ bizi ve sizi bu halden korusun.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemden rivayet edilen sahih hadislerde yazıldığına göre fâsıklar (günahkârlar) üç kısımdır:

  • Bir kısmı ya âlimlerden uzak kaldıkları için ya da istifade etmek ve öğrenmek maksadıyla onlara dinin ahkâmını sormadıklarından ve kulak vermediklerinden helâllerle haramları ayırt edemezler. Allah Tealâ onları gaflet uykusundan uyandırsın. Serinlemek için ipek elbiseler giyip, başlarına ipek mendiller saranlar gibi... Bunların çoğu ipek giymenin haram olduğunu bilmezler.

Bu gafillerin işlediği başka bir günah ise âlimleri hiçe sayıp onları küçümsemektir. Takva ve fazilet menbaı olan âlimlerle dalga geçmek, onlara ihanet etmek, küçük düşürmek ise müctehid âlimlerin ittifakı ile açıkça küfürdür.

  • Bir kısmı da helâlleri ve haramları bilirler, ancak buna fazla aldırış etmeden her yere giderler, sapkınlar da onlara tâbi olur. Kadın erkek karışık, davullu zurnalı oyun oynayanlar gibi... Kalp ehli kişiler, davul ve zurnanın Allah Tealâ’ya aldırış etmeyenleri çalındıkları meclise davet ettiklerini; şeytan ve nefsin aldatmasıyla o meclislere gidenlerin de Kahhâr olan Rab’lerine ihtiyaç duymadıkları için oraya gittiklerini bildirmişlerdir. Bunların durumu Allah Tealâ’nın iradesine kalmıştır. Dilerse onları daldıkları gaflet uykusundan uyandırır, tevbe ettirir ve tevbelerini kabul eder. Dilerse de onlar için tevbe kapısını kapatır, ölene kadar bu uykudan uyanamazlar ve onlara zakkum ağacından yedirir, kan ve irin içirerek acı bir azaba çarptırır.
  • Diğer kısmı ise ümmetin âlimleri ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin vârisleri ile beraber olmalarının sonucu olarak helâl ile haramı ayıracak bir hali elde etmişlerdir. Ancak bunlar tam bir gayret içinde değiller ki şeytan kendilerinden uzaklaşsın ve itaat ehlinden olsunlar. Şeytan onlara nefsin gölgesinde yaklaşır, kandırarak haramlara bulaştırır. Fakat bunlar haram işledikleri zaman Allah korkusundan titrer bir haldedirler. Şeytana ve nefse karşı koyacak güçleri yoktur. İşte bu kısım için Cenab-ı Hak tevbe kapısını devamlı açık tutar. Günah işledikten sonra tevbe ederler, Allah da tevbelerini kabul eder.

Devamlı olarak âlimlerle beraber olmalı, sohbetlerinde oturmalı, konuşmalarını dinlemeli, fıkhî hükümleri onlardan öğrenmeli, emrettiklerine yapışıp yasakladıkları şeylerden sakınmalı. Böyle yaparsak umulur ki sâlihlerden oluruz. Böyle yapmazsak üçüncü kısımdakilerden olabiliriz. Bu durumdan Allah Tealâ’ya sığınırız.

Bid’at Tehlikesi

Gavs-ı Hizânî kuddise sırruhû hazretlerinin sohbetlerini derleyen Mevlânâ Hâlid-i Ölekî kuddise sırruhû şöyle nakleder:

Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî kuddise sırruhû, “Sadece farz ibadetleri yapıp bid’atlardan sakınan kimse, bütün ibadetleri yerine getirip birçok hal ve makama ulaşmasına rağmen bir tek bid’at işleyen kimseden çok daha faziletlidir.” dedi ve peşinden şu hadis-i şerifi nakletti:

Bir bedevî Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme “Bu anlattıklarının ne fazlasını ne de eksiğini yaparım!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Eğer doğru söylüyorsa kurtulmuştur.” (bk. Buhârî, İmân, 34; İbn Mâce, İkametü’s Salât, 194; Ebû Davud, Salât, 1; Nesâî, Salât, 4)

Yine bir sohbetlerinde şöyle dedi:

Halifelikleri zaruri olan kimseler, şeyhleri hayatta iken insanlara faydalı olabilirler. Ancak bu halifeler şeyhleri vefat etmeden kendilerini kemale erdirmelidirler. Aksi halde işleri çok zor ve tehlikelidir.

Bid’atların tümü karanlıktır, kötülüktür. Onlarda hiçbir güzellik aranamaz. Kimi zaman bid’at işleyen kişi, ulaştığı makamı veya güzel hali işlediği bid’attan bilir. Oysa elde ettiği makam veya hal, onun işlemiş olduğu fakat kendisinin bilmediği güzel bir amelinden dolayıdır.

Bu yüce Nakşibendî tarikatının diğer tarikatlardan üstün olmasının sebebi, onda bid’atların olmayışıdır. İzleri silinen, yok olup giden nice tarikatların bu hallere düşmesinin başlıca sebebi, içlerine yerleştirilen bid’atlardır.

Şu son asırlarda, bid’atlar karşısında, Sünnet-i Seniyye ile amel etmek, âdeta gece karanlığında, kendiliğinden ışık saçıp etrafı aydınlatan inci gibi olmuştur. Hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi zaman gurbet ve gariplik zamanıdır. Bu sebeple geçmiş zamanlardaki bir sâlikin çok amel ve gayretle ulaşabildiği derecelere şu zamandaki bir sâlik az bir gayretle ulaşabilir.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy