Kabuktaki Hastalık Selahaddin İbn Mübarek el-Buhârîtarafından kaleme alınan veŞah-ı Nakşibend kuddise sırruhû hazretleriyle ilgili kıymetli bilgiler aktaran “Enîsü’t-Tâlibîn ve Uddetü’s-Sâlikîn” adlı eserde, Hazret’in bir menkıbesini şöyle anlatır: Hâce hazretleri sürekli istikamet üzere ve Rasulullah aleyhissalâtu vesselamın Sünnet-i Seniyye’sine ittiba ederek hayatını sürdürürlerdi. Daima devrinin ulema ve üstadları ile sohbet ederlerdi. Görüştükleri arasında Buhara’da bulunan Mevlâna Hamîdüddin Şâşî de vardı. Hâce Alâeddin Attâr kuddise sırruhûnun anlattığına göre, bir gün Şah-ı Nakşibend kuddise sırruhû bazı dervişlerine; “Haydi, Hamîdüddin Şâşî’nin yanına gidelim. Biraz da badem tedarik edip öyle huzurlarına varalım.” buyurdu. Bademler toplandıktan sonra birlikte Hamîdüddin Şâşî’nin yanına vardılar. Hâce hazretleri selamdan sonra; “Biz sizi arayıp soruyoruz, siz ise bizi çekiştiriyorsunuz...” dediler. Bu söz üzerine Hamîdüddin Şâşî’nin talebeleri şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Meğer Hâce hazretlerinin orayı teşrifinden önce bazı talebeler onun büyüklüğünü inkâr mahiyetinde sözler sarf etmişler. O sırada da badem yiyorlarmış, bir miktar badem kabuğunu temiz bir yere yığmışlar. Hâce hazretlerini imtihan etmek maksadıyla böyle yapmalarına Hamîdüddin Şâşî ise razı olmamış. Bu durumun ortaya çıkmasına utanan Hamîdüddin Şâşî çokça özür dileyerek tevazu göstermeye başladı. Hâce hazretleri; “Öz, kabuğun himayesindedir. Eğer kabukta bir hastalık olursa öze bulaşır.” deyince Şâşî bu sözü çok beğendi. Ardından talebelerine dönüp; “Niçin böyle yaptınız? İşte sizi utandırdı! Allah dostlarına küstahça davranmaktan sakınmak gerekir!” dedi. Bunun üzerine Şah-ı Nakşibend kuddise sırruhû Hâcegân büyüklerinin inci misali sözlerinden naklen buyurdu ki: “Bizler büyük âlimlerden bolca fazilet meyveleri toplayanlardanız.” Abanın Ne Önemi Var? Aynı eserde şöyle anlatılır: Şah-ı Nakşibend kuddise sırruhûya o devirde yaşayan âlimlerin büyük hürmet ve ilgileri vardı. Hatta nice talebe ve müderrisin, ellerinde ne varsa bırakıp gece gündüz onun sohbetiyle şerefyâb olmayı tercih ettikleri nakledilmiştir. Hâce Alâeddin Attâr kuddise sırruhû anlatır: Bir gün çok sayıda Buharalı âlim Hâce hazretlerinin huzurunda toplandılar. Bunların içinde bazı taassup sahipleri dediler ki: – Artık medreselerimizde ilmin ve tahsilin ışığı söndü. İlmî müzakere, araştırma ve incelemeye kıymet verilmez oldu. Çoğu talebe sizin yolunuza meylederek ilmin ve tahsilin zevkini bırakıp yokluk köşesine çekildiler. Bu ne haldir? Hâce hazretleri şöyle buyurdular: – Ey büyük âlimler! Şeriat yolunda biz sizin peşinden gideriz. Sizler Fahr-i Kâinat aleyhissalâtu vesselam Efendimiz’den ne aktarır ve açıklarsanız biz ona uyarız. Eğer yolumuzda O’nun Sünnet-i Seniyye’sine muhalif bir şey varsa bize söyleyin, terk edelim. “Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorun.” (Enbiyâ 7) ayet-i celilesi gereğince bizi uyarın, hidayet yolunda mıyız, yoksa değil miyiz? Bize söyleyin. Bu sözler üzerine oradaki âlimlerin tamamı; – Biz sizin yolunuzu etraflıca araştırdık. Sünnet-i Seniyye’ye aykırı bir şey yok, diye cevap verdiler. Fakat aralarından Molla Hıred isminde devrin büyük âlimlerinden birisi vardı. Dedi ki: – Şu sizin giydiğiniz aba iki yönden şöhrete sevk ediyor! Birincisi, aba dervişlerin en çok övündüğü şeydir. Diğeri ise aba giymekle ayrıcalıklı imişsiniz gibi bir anlam çıkıyor. Bu uygun mudur? Şöhrete götüren şeyler âfete sebep olmaz mı? Bunun üzerine Şah-ı Nakşibend kuddise sırruhû şöyle buyurdu – Üzerimizdeki bu aba o kadar da ayrıcalık ve şöhret gerektirecek seviyede değil. Elbise dervişler için bir araçtır. Fakat madem ki bu aba söz konusu edilmektedir, biz de giymeyiz. Böyle dedikten sonra derhal üzerindeki abayı çıkarıp bir dervişe hediye etti. Vakit Geçiyor! 16. asrın Nakşibendiyye pîrlerinden İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû, Seyyid Mîr Muhibbullah’a gönderdiği bir mektubunda şu nasihatlerde bulunmuştur: Aziz dostum! Amellerle meşgul olacağımız vakitler geçiyor. Her an ömrümüzün bir parçası eksiliyor ve Allah Tealâ tarafından belirlenen ecelimiz yaklaşıyor. Eğer bugün uyanamazsak yarın için elimize geçecek tek şey hüsran ve pişmanlık olabilir. Bu sayılı günlerde yüce şeriata uygun amel işlemeye özen gösterelim ki kurtulmaya ümidimiz olsun. Vakit amel vaktidir, istirahat vakti değil. Çünkü istirahat amelin meyvesidir. Amel ise henüz önümüzde. Amel sırasında istirahat, biçilmemiş ekini kurutup zayi etmek demektir. Bundan fazlası baş ağrıtmak olur.