Aramak

GÜLDESTE

MEHMET ALİ ÖZKAN

Anlık Düşünceler

Uzun yıllar Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruhûnun dergâhında kalan ve halifelerinden ders alan İbrahim Fasih Haydârî, kaleme aldığı “Mecdü’t- Tâlîd” adlı eserde tasavvuf ve Nakşibendiyye adabı üzerine önemli bilgiler verir. Kitabının başında, işimizde ibadetimizde, yalnız veya kalabalıkken daima yaşadığımız bir soruna; “kalbe gelen anlık düşünceler” bahsine değinir ve şunları söyler:

Ârif kimsenin kalbine bir düşünce gelirse onu şeriat terazisinde ölçer. Kalbine doğan şey vâcip veya mendup olarak yapılması emredilmiş bir şeyse onu yapmaya başlar. Eğer terk edilmesi istenen bir şeyse onu da terk etmeye koyulur.

Emredilen bir şeyi şeytan vesvese veriyor diye terk etmez. Çünkü namaz bile tümüyle vesvesesiz eda edilemez. Hatta pek çok büyük âlim bile namazı şeytanın fısıltıları ve nefsin arzuları karışmaksızın eda etmeye gayret etmişler, fakat bunda tam manasıyla muvaffak olamamışlardır. Bunu ancak istiğrak (kendinden geçip dünyayı unutma) halinde olan kimseler başarabilir. Çünkü onların kalplerinde sadece Allah Tealâ olduğundan şeytan onlara güç yetiremez, vesvese verecek bir yol bulamaz.

Kalbe gelen rahmânî düşünceler “melekî” ve “ilhâmî” olmak üzere iki kısma ayrılır. Melekî denilen düşünceler kalbin sağında bulunan meleğin kalbe telkin ettiği düşüncelerdir. İlhâmî düşünceler ise kalbin açılmasına sebep olan bir şeyin kalpte vuku bulmasıyla olur. Bu ikisi arasındaki fark ise şudur: Melek tarafından kalbe atılan düşüncelere nefs ve şeytan vesveselerle müdahil olabilir. İlahî ilham yoluyla kalbe doğan düşünceler ise böyle değildir. Çünkü bu düşünceyi hiçbir şey geri çeviremez. Aksine, isteyerek ya da istemeyerek şeytan ve nefs bu düşüncelere boyun eğer.

Eğer emredilen bir şeyi kendini beğenme ve riya gibi yasaklanan bir hal üzere yapmaktan endişeleniyorsan, bu endişe seni o işe başlamaktan alıkoymasın. Yasaklanan halden uzak durarak o işi yapmaya bak. Eğer kaçınmaya güç yetiremezsen Allah Tealâ’ya istiğfarda bulun. Çünkü ucb ve riya yapılan güzel amelleri yok eder.

Velîlerin büyüklerinden Fudayl b. İyâz kuddise sırruhû şöyle demiştir: “İnsanlar bilsin diye amel etmek şirktir. Başkaları için ameli terk etmek de riyadır. İhlâs ise Allah Tealâ’nın seni her iki durumdan da korumasıdır.”

Şayet kalbe doğan düşünce dinen yapılmaması istenen bir şey ise bu şeytanın fısıltılarından ya da nefs-i emmârenin tuzaklarındandır. Kişi bu tür düşüncelere meyletmekten olabildiğince kaçınmalı ve Cenab-ı Hakk’a istiğfarda bulunmalıdır.

Şeytanın ve nefsin kalbe attığı düşünceler arasında fark vardır. Nefs ısrarcı olur. Şeytan ise maksadı aldatmak olduğu için bir vesveseden diğerine geçer.

Dünyanın Kötülüğü ve İyiliği

Nakşibendiyye meşayihinden Şeyh Abdurrahman-ı Tâhî kuddise sırruhû, bir mektubunda dünyanın fitneleri hakkında şu satırları yazmıştır:

Dünyaya dair istekler ve dünya sevgisi sizi aldatmasın. Onu dilemeyin. Çünkü dünya fâni ve aldatıcıdır. Boş dünya zevklerinin tâlibi köpeklerdir (bk. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/362, nr. 1311) ve sonu haraptır. Dışı şekerle kaplanmış zehirdir. Dünyanın aldatıcı olduğu bütün peygamberlere vahyedilmiştir.

Dünya derken maksat, kulu Rabbi’nden alıkoyan her şeydir. Gavs-ı Hizânî kuddise sırruhûnun buyurduğu gibi: “Dünya ne kadar kötüyse bir o kadar da güzeldir.”

Dünya kötüdür; çünkü aldanmaya sebep olur. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve aranızda bir övünme, mal ve evlatta çokluk yarışıdır.” (Hadîd 20)

Diğer taraftan dünya güzeldir; çünkü hidayet oradadır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “İman edip sâlih amel işleyenlere gelince: Onlar için firdevs cennetleri konak olmuştur.” (Kehf 107)

Dünya bu yönüyle nasıl kötü olabilir? Çünkü ahiretin tarlası sayılmıştır ve içinde ilâhî muhabbet şarabı ile “cezbe-i zâtiyye: Allah Tealâ’nın zikriyle elde edilen cezbe” vardır.

Sana, bu büyük eşiğin bağlılarına, tâliplerine ve size tâbi olanlara gereken şey, Allah yolunda tembellikten kurtulmak; niyeti sağlamlaştırıp, boş olan dünya emellerinden sıyrılarak bu kapının hizmetçileri arasına girmektir. Allah celle celâluhûnun emir ve yasaklarına sımsıkı sarılın ve kalpleri saptıran şeylere meyletmeden O’nun ebedî muhabbet şarabından için.

Dünyadan sakınmak lazımdır. Çünkü kim ondan sakınmazsa, “Dünya ve içindekiler lânetlidir.” (Tirmizî, Zühd, 14; Münzirî, et-Tergîb ve’t- Terhîb, 1/55; Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, s. 28) hadisince dünya onu işgal eder.

Kurtuluş, dünyadan sakınmak, Hz. Muhammed Mustafa’nın şeriatına tâbi olmak (o şeriatın sahibine ve ailesine en güzel salât ve selâm olsun), mürşid-i kâmillere ihlâsla muhabbet beslemek, terbiye işini onlara bırakmak, onların yapı dediklerini yapmak ve yapmayın dediklerinden kaçınmaktadır.

Bid’ata bulaşanlar dalâlete gider. Mürşid-i kâmillere muhalefet edenler başarısız olur, onlara tâbi olanlar kurtulur. Onların gölgesinde gölgelenenler selâmete erer. Mürşidinin elinden aşk şarabı içenler dirilir.

İrşad halkasının kutbu Seyyid Tâhâ kuddise sırruhû şöyle demiştir: “Şeriata uymanın yanında mürşide ihlâs ile muhabbet hali devam ettiği müddetçe herhangi bir manevi halin zuhur etmemesinde bir sakınca yoktur. Şeriata uymada, mürşide karşı samimiyette ve muhabbette bir noksanlık olursa -Allah Tealâ bizi bu durumdan korusun- hemen tedavi olmak lazımdır. Bu durumdaki birinde manevi bir hal zuhur ederse bu istidraçtır.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy