Serili Döşekler Üstünde
18. yüzyılın büyük sûfî âlimlerinden, Nakşî-Hâlidî yolunun pîri Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruhû kaleme aldığı bir mektubunda şunları söyler:
İtikadı düzeltip, bozguncu kimselerin hal ve yollarından uzak durarak dört hak mezhepten birine uyarak farzları yerine getirdikten sonra saadetin en yücesi, ibadetlerin en faziletlisi gizli zikre devam etmektir. O anda her ne kadar sen Cenâb-ı Mevlâ’yı görmesen de O’nun seni gördüğünü, hiçbir şeyin O’na gizli kalmadığını, dönüşün sonunda ancak O’na olacağını bilmelidir.
Burada bahsettiğim “bilmek” ile kuru bilgiyi kastetmiyorum. Benim kastettiğim ve olması gereken, gerçek müşahede ehli din büyüklerinden alınan hakikat ilmidir. Bu ilim ise Allah Teâlâ’nın âdeti üzere çetin mücadeleler vermekle, dünyanın süslerinden vazgeçmekle veya marifet ehli velîlerin dışarıdan görünmeyen hallerine, maneviyatlarına yapışmakla elde edilir. Bu da bilhassa Nakşibendî tarikatının halifelerinden birine bağlanmakla olur. Cenâb-ı Hak tarikatın efendilerinin sırlarını mukaddes eylesin.
Böyledir, çünkü bu tarikattaki halifeler Allah Teâlâ’nın yardımıyla bazı kimselere kemal-i ihlâs, sünnet-i seniyyeye ittiba, bid’atleri terk, dünya nimetlerinden kalben yüz çevirip ahiret nimetlerine meyletmek şartıyla devamlı Yüce Mevlâ ile beraber olma şerefi ve yüksek himmetler ikram ederler. Değerli elbiseler içinde ve yayılmış sergiler üstünde hayat sürseler bile...
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhunun rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki bazı topluluklar, dünyada Allah Teâlâ’nın zikrini serilmiş yataklar üstünde yaparlar. Allah onları en yüksek derecelere koyacaktır.”
Birçok velî ve âlim bu hadis-i şerifin Nakşibendî sâdâtının üzerinde bulunduğu yolun doğru ve sahih olduğunun delili olduğunu beyan etmiştir.
Mücahede veya maneviyat ehline yapışmayan ve onların yollarında yürümeyen kimse hiç durmasın nefsine ağlasın! Şu sözün sahibi ne güzel söylemiş:
“Ömrünü zayi edip, Hakk’a dönmeyen kişi
Artık durup ağlasın, çünkü perişan işi.”
Gücünüz yettiği kadar gizli zikre sarılmaya ve yüce silsilenin pîrlerinden medet talep etmeye özen gösterin. Sahip olduğunuz yüksek rütbeler sizleri bundan alıkoymasın. Çünkü bu zümrenin azı da çoktur. Onların bir damla nisbeti/yakınlığı karşısında değil göl, deniz bile az görünür. Şu şiir sanki bunun için söylenmiştir:
“Senden gelen az şey de bize kâfidir
Fakat senin azına az mı denilir?”
Allah Tealâ bize kâfidir. O ne güzel vekildir.
İbadetle Aldanmak
Yine Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruhû kaleme aldığı bir başka mektubunda şöyle der:
Size, tertemiz yüce tarikata sarılmanızı tavsiye ederim. Nafileler ile meşgul olmak sizi aldatmasın. Çünkü nafile ibadetler güzel olmakla beraber, fenâ/yokluk ehli olmayan kişiler için öldürücü zehir gibidir.
Görmez misiniz ki zâhirî ibadetlerle meşgul oldukları için bazı kişilerde benlik ve hatta zulüm baş göstermiştir. Bunlar o kadar ileriye giderler ki tarikat ve tarikat ehlinden yüz çevirip, kendilerinin onlardan daha fazla takva ehli olduklarını zannederler. Oysa âlimlerin ittifak ettikleri gibi kendi nefsini beğenmek, başkalarını hor görmek ve nefsinin başkalarından daha takva ehli olduğuna inanmak büyük günahların en büyüklerindendir.
Hatta kendilerini ibadet ehli zanneden kimselerden bazıları, açıktan tasavvuf ehline de düşmanlık yapar. Halbuki Hikem’de şöyle denilmiştir:
“Düşüklük ve boyun bükmeye sebep olan bir hata, övünmeye ve kendini beğenmeye sebep olan bin taattan daha hayırlıdır.”
Sahte Para
14. asrın sûfî âlimi, Şâh-ı Nakşibend’in mürşidi Şeyh Emir Külâl kuddise sırruhumânın menkıbelerinin anlatıldığı Âgâhî-yi Seyyid Emîr-i Külâl isimli eserde şöyle nakledilir:
Emîr Külâl kuddise sırruhû kendisine ait bir yerde dergâh inşa ettiriyordu. Çalışanlardan biri kendi kendine, “Hiç kimse bir şey getirmiyor!” dedi.
Aradan az bir zaman geçmişti ki bir adam çok miktarda ekmek ve üzümle çıkageldi. Emîr Külâl kuddise sırruhûnun huzuruna varıp;
– Efendim! Gece gündüz diş ağrısı çekiyorum. Duanızı almak için geldim, bana yardımcı olunuz, takatim kalmadı, dedi.
Emîr Külâl kuddise sırruhû adama;
– Yanıma yaklaş bakayım, hangi dişin ağrıyor, dedi.
Adam yaklaştı. Emîr Külâl kuddise sırruhû parmağını adamın ağzına sokup, ağrıyan dişinin üzerine koydu. Sonra İhlâs suresini okudu. Adamın diş ağrısı kesildi, hiç hastalanmamış gibi oldu. Bundan sonra Emîr Külâl kuddise sırruhû buyurdu ki:
– Dostlarım! İhlâslı olun ki kurtuluşa eresiniz. İhlâssız yapılan amel, üzerinde padişahın mührü bulunmayan sahte para gibidir. Böyle bir parayı kimse almaz. Üzerine mühür vurulanı ise herkes alır. İhlâs ile yapılan az amel, Allah Teâlâ katında çok kabul edilir. İhlâssız yapılan çok amelin ise O’nun nezdinde kıymeti yoktur. Yaptığınız her ibadeti ve işi ihlâs ile yapınız ki, Cenâb-ı Hakk’a yakın ve rızasını kazananlardan olasınız.
Dostlarım! İhlâs ile amel yaparsanız korkmayın; bu size âhirette itibar ve şereftir. Eğer dünyaya düşkün değilseniz, sonunda varacağınız yeri düşünün. Mert o kimsedir ki önce iyice düşünür, sonra amel etmeye başlar. Böylece sonunda yaptığı işten utananlardan olmaz.