Biz çocukken, düzenli aralıklarla tekrarladığımız slogan “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sözleriydi.
Şimdiki çocuklarınsa düzenli ve düzensiz aralıklarla söylediği tek söz var: “Sıkıldım!”
Gözümüzün bebeği ballı turtalarımız günün hemen her saati, hemen her orduğumuz tamda ve defaatle sıkıldım demekten anlayamadığım bir keyif alıyor gibiler.
Rabbü’l-Âlemîn’in ana babalara verdiği şefkatli sabrın hudutlarını zorlamaya yemin etmiş gibi, sürekli sıkılmaktan dert yanıyorlar. Aralarında gizlice örgütlenip planladıkları kolektif bir çalışmanın eylem planı mıdır nedir, durup durup bunalıyorlar.
Kendi kendine oynayabilme yetilerinin gelişmesine müsaade etmeyip, her güne otuz altı etkinlik sığdırmaya çalıştığımız için kabahatin büyüğü bizlerde olabilir elbette. Bebekliklerinden itibaren televizyonlara, çocuk eğitimi ile ilgili kitaplara, pedagogların tavsiyelerine teslimiyet sahibi bir mürid gibi tâbi olduğumuz için; ponçik kelebeklerimize yetebilmek uğruna ne dedilerse yaptık. Ama işin buralara gelebileceğini hiç hesap etmedik.
. . .
– Yavrucuum neyin var, niye sarkıttın dudağını yine?
– Pfff… bilmiyorum... canım sıkılıyo!
– E, kitap oku kuzum? Yarım kalmıştı kitabın dün akşamdan, onu bitir istersen?
– Canım kitap okumak istemiyo!
– Oyuncaklarını dök o zaman annem?
– Amaaaan... Hepsinden sıkıldım. Hiç değişik oyuncağım yok!
– Haklısın, sadece yarım kamyon oyuncağın var! E, kim olsa sıkılır tabii. Tövbe tövb ee.. O zaman mutfağa gel, kek yapıyorum, birlikte yapalım. Hadi gel, sen bana malzemeleri getir, kakaolu yapalım, seversin sen. Hadi annem.
– Canım kek yapmak da istemiyo...
– Çık bahçeye biraz hava al o zaman. Bak hava mis gibi.
– Bahçe de sıkıcı.. pfff…
– Sol taraftan yavaş yavaş geliyolar bana annem, gel onları yönlendir madem! Yol iz bilmezler şimdi şaşırmasınlar, yazıktır. Vereyim bir düdük, dur, geç, bekle falan de onlara, ha çocuum?
– Canım düdük çalmak da istemiyo!
– O zaman şurda vestiyerde terliğim var bi’ getiriver sana zahmet annem, 37 numara ortapedik olan... Getir bak kirişten sektirip bıngıldağınla buluşturduğum zaman nasıl iyi gelecek sıkıntına!
– Yaa anne, canım sıkılıyosa suç benim mi yaa?
– Bak daha konuşuyo! Gösteririm ben sana can sıkılmasını! Rahatlıktan oluyo di mi bunlar hep! Bin tane oyuncağın var, her taraf defter, kitap, boya! Gak desen etkinlik, guk desen gezme, yediğin önünde yemediğin de önünde, bi’ tek emrinde kölelerin eksik de ondan sıkılıyo canın de mi?! Senin yaşında olup da oyun oynamaya hasret kalmış çalışan kaç tane çocuk var haberin var mı senin?! Bizim köyde senin yaşındaki çocuklar sabahın kör ayazında kalkıp, akşama kadar dağda bayırda koyunları otlatıyolar! Biz daha seni ekmek almaya göndermeye kıyamıyoruz. Nereye saklandın çabuk çık gel buraya! Şehzâde hazretlerinin canı sıkılıyobak muşmuş... Ama haklısın, suç senin değil, suç bizim! İki lokma fazla yiyesin diye, kaliteli zaman geçiresin diye, ekran bağımlısı olmayasın diye, özgüvenin yüksek olsun diye uzman görüşlerini baş tâcı edip senin peşinde ciğerimizi kurutursak olacağı bu tabi! Kaçma, gel buraya eşek sıpası!
. . .
Can sıkıntısına terlik şifa olur mu bilmem, ama bu gidişe acilen dur desek iyi olacak. Aksi hâlde begibelerimiz yalnızca bizi darlamakla kalmayıp, kendi kendine iki saat geçiremeyecek kadar tatminsiz hâle gelecekler.
Zâten doyumsuzluğun ve tüketim çılgınlığının başımızı döndürdüğü bu sancılı çağda hızın hazzına yenilmek üzereyiz. Hiç değilse evlâtlarımızla birlikte yol yakınken sessizce oturup kıymetli bir şeyler düşünebilmenin, hiçbir şey yapmadan çok şey yapıyor olabilmenin, dururken hızlanabilme keyfiyetinin tadına erişmeyi deneyelim.
İnanın bana, bu hepimize iyi gelecek…