Büyük sûfî âlimlerden Abdullah b. Alevî el-Haddâd kuddise sırruhû, kişinin kaderiyle barışık olması hususunda şunları söyler:
Cenab-ı Hakk’ın kazâ ve kaderine razı olmalısın. Çünkü bu hal, Allah Tealâ’yı sevmenin ve O’nu tanımanın en yüce meyvelerindendir. Acı da olsa tatlı da olsa sevdiğinin yaptıklarına razı olması, sevenin şânındandır.
Ey mümin! Sana gereken, hidayet verenin ve saptıranın, bahtiyar ve bedbaht kılanın, yaklaştıranın ve uzaklaştıranın, verenin ve vermeyenin, alçaltanın ve yükseltenin, fayda ve zarar verenin Allah Tealâ olduğunu bilip, buna iman etmendir.
Bunları bilip iman ettikten sonra gereken ise, ne zâhiren ne de bâtınen Allah Tealâ’nın hiçbir işine itiraz etmemendir. İtiraz, “Bu niçin oldu?”, “Bunun şöyle olması gerekmiyor muydu?”, “Falan kişinin ne günahı vardı da başına bunlar geldi?” gibi şeyler söylemendir.
Allah Tealâ’nın yaratmada, emretmede, hükmetmede ve yönetmekte tek olduğunu; dilediğini yapıp dilediğine hükmettiğini bildiği halde, mülkünde O’na itiraz eden ve hükümranlığında O’nunla çekişip hak iddia edenden daha cahil kim vardır?
Ey kardeşim! Bil ki nefsin istekleri derin bir deniz gibidir. Bu denizin ölümden başka bir kıyısı yoktur. Eğer sana nefsini razı etmek farz kılınsaydı, onun isteklerini yerine getirmede çekeceğin sıkıntı, ona karşı durmada çekeceğin sıkıntıdan daha çok olurdu. Tutkuların denizinde akıl gemileri bozguna uğrar. Bu denizde zekâ, anlayış, ilim ve izahatlar boğulur.
Nefsine kul olan kişi, istekler denizinde gaflet gemisine binmiştir. Tamahkârlık dalgaları arasında bocalar durur. Hırs rüzgârları onu karanlığa sürükler. Neticede kazancı pişmanlık ve helâk olur.
Nefs hain bir ortak gibidir. Eğer onun hallerini teftiş etmezsen hem kârına hem de sermayene zarar verir.
“Kur’an-ı Kerim’den maksat yalnızca onu okumak değil, onunla amel etmektir. Okumak öğrenmek içindir, öğrenmek de emir ve yasaklara uymak için... Kur’an’ı emir ve yasaklarına riayet etmeden okuyan kimsenin hali, efendisinden kendisine yapması gereken işlerin bildirildiği mektubu alıp da, bir yere oturarak onu yüksek sesle okuyan, sözleri oldukça güzel ifade eden fakat emirlerden hiçbirini yerine getirmeyen kölenin durumuna benzer. Muhakkak ki böyle biri azarlanmaya ve cezaya müstahak olur.”
İlk sûfiler den Ebû Tâlib el-Mekkî rahmetullahi aleyh, kimlerle arkadaşlık hususunda şunları anlatır:
Ediplerden biri şöyle demiştir: “İnsanlardan ancak şu sıfatlara sahip kimse ile arkadaş ol:
- Sırrını gizler,
- İyi halini yayar,
- Kusurunu gizler,
- Bir sıkıntı ve felaket anında yanında olur,
- Bir nimet, bir imkân söz konusu olduğunda seni kendisine tercih eder.
Bu özellikleri bulmadığın kimse ile dost olma, kendi kendine yetinmeye çalış.”
İbn Şübrüme rahmetullahi aleyh kardeşlerinden birisinin önemli bir ihtiyacını giderdi. Sonra bu kişi kıymetli bir hediye ile kendisine geldi. İbn Şübrüme, “Bu nedir?” diye sordu. Adam, “Bana yaptığın iyiliğe karşılık bir hediye!” dedi. Bunu duyan İbn Şübrüme, adama, “Malını geri al, Allah sana afiyet versin. Sen kardeşinden bir ihtiyacını görmesini istediğinde eğer o bunu halletmek için kendini zorlamıyorsa, git abdest al, dört tekbir getirerek onun üzerine cenaze namazı kıl. Onu ölü say!” dedi.
Büyük âlimlerden İmam Birgivî rahmetullahi aleyh, bazı zamanlar kalbi ferahlandırmak gerektiği hususunda şunları nakleder:
Hz. Ali radıyallahu anhın şöyle dediği rivayet edilmiştir.
“Kalpleri rahatlatın. Çünkü kalp zorlanırsa kör olur.”
Ebü’d-Derdâ radıyallahu anhın da şöyle dediği rivayet edilmiştir.
“Ben kalbimi, doğruda bana yardımcı olması için mübah eğlence ile dinlendiririm.”
O halde bazı zamanlar yorgunluğu gidermek için canın çektiği mübah şeyler yapılabilir. Böylece ibadet için bir canlılık elde edilir. Bundan dolayı Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:
“Bir kimsenin ibadetteki canlılığı sekteye uğrasa, yönelişinde bir zayıflık olsa ve bilse ki, bir müddet uyumakla, konuşmakla ya da mizahla neşesi geri gelecek, o vakit bunları yapması namazı bıkkınlıkla kılmasından daha faziletlidir. Bu, hakikatte sırf eğlence değil, aksine şeriata tâbi olmaktır.”