13. yüzyılın meşhur sûfî âlimlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhû “Tâcü’l-Arûs: Hikmet Tâcı” adlı eserinde şöyle der:
Sende pek çok gizli hastalık vardır ve bunlar kalbine gelen düşüncelerle kendini belli eder. Bu hastalıkların en büyüğü Allah Teâlâ hakkında şüpheye düşmektir. Rızık hususunda şüpheye düşmek, rızık verenden şüphe etmektir. Dünya önemsenmeyecek kadar küçüktür. Dünya sıkıntıları sıkıntıların en küçüğüdür. Hal böyleyken sen dünyanın küçük sıkıntılarıyla uğraşıyorsun. Eğer sen büyük biri olsaydın bu küçük dünya sıkıntılarıyla kalbini meşgul etmeyi bırakıp ahiretin büyük sıkıntılarıyla uğraşırdın. Kim büyük sıkıntıları dururken küçük olanlarla meşgul olursa, biz onu kıt akıllılardan sayarız.
Sen kulluk vazifelerini yerine getirmeye bak; Allah Teâlâ sana uygun olanı senin için meydana getirecektir. O, pislik içinde yaşayan böceklerin rızkını verirken seni mi unutacak? Hak Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.” (Tâhâ 132)
Selef-i sâlihîn, birine “şükür” dedirtmek için onun halini sorardı. Bugün ise birine halini soracak olursan şükür yerine şikâyet işitirsin.
Mezar soyguncularından biri tevbe etmişti. Bir gün şeyhine; – Efendim, ben soyduğum kabirdekilerin yüzlerinin kıbleden çevrilmiş olduğunu görmüştüm. Bunun sebebi nedir, diye sordu. Şeyhi şöyle cevap verdi: – Evladım! Bunun sebebi, onların rızıkları hakkındaki şüpheleridir.
Ey Allah’ın kulu! Allah Teâlâ’dan bir şey istiyorsun ya; seni her bakımdan ıslah etmesini iste. O’nun hükmüne seni razı kılmasını iste. Sen kaçak bir köle gibisin. Rabbin senin kendisine dönmeni istiyor, sen ise O’ndan kaçıyorsun. Bu kaçma hali işlerinle, davranışlarla, nefsin isteklerine boyun eğme suretiyle meydana gelir. Sen namazında yanılır, orucunda hata eder, Allah Teâlâ’nın lütfundan şikayette bulunursan O’ndan kaçmış olursun.
Şeyh Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî rahmetullahi aleyh şöyle anlatır: “Bir defasında üç gün çölde kaldım. Yanımda yiyecek hiçbir şey yoktu. O sırada yanımdan geçen bazı hıristiyanlar beni yaslanarak oturur halde görünce; “Bu adam müslümanlardan bir derviş olsa gerek..” dediler ve yanıma biraz yiyecek bırakıp gittiler. Kendi kendime, “Ne acayip! Dostlarımın elinden değil de düşmanlarımın elinden rızıklandım.” dedim. Bunun üzerine gaipten bir ses şöyle dedi: “Asıl yiğit dostlarının elinden rızıklanan değil, düşmanlarının elinden rızıklanandır.”
Ey kişi! Nefsine hayvanına davrandığın gibi davran. Hayvanın yoldan saptığında ona vurup tekrar yola sokarsın. Ya da nefsine elbisenmiş gibi davran. Kirlendiği zaman yıka, bir yeri söküldüğünde dik. Böylece saadet bulursun. Nice insan vardır ki, saçı sakalı ağardığı halde bir kez dahi Allah Teâlâ ile baş başa kalıp nefsini hesaba çekmemiş, onunla ilgilenmemiştir.