Aramak

HARMAN YERİ

Güzel konuşmak başkadır, “güzel güzel” konuşmak başka. Kavga eder gibi konuşanlara çevreden “Ne yapıyorsunuz, güzel güzel konuşsanıza?” denir de “Güzelce konuşsanıza!” denmez. Dense bile o ifadenin başka anlamlara kapı açan yönleri de vardır.

Ağzını bozan bir küfürbaza veya müstehcen laflar eden birine emir makamında “Güzel konuş!” ihtarı yapılır da, yaklaşık bir ifade tonlamasıyla “Güzelce konuş!” denmez.

Bir de önemli ve sonu “lafa söze varacak” tehlikeli bir konuyu ayaküstü açan birinin koluna girip “bu öyle ayaküstü konuşulmaz, gel şöyle bir tenhaya çekilelim de enine boyuna ‘güzelce konuşalım’ denecek konular vardır. Buradaki “güzelce konuşmak” ayrıntılarıyla konuşmak anlamındadır.

Elbette “güzel konuşmak” tamlamasını herkesin ilk duyduğunda aklına geldiği gibi yerli yerince ve ağzına baktırarak konuşmak anlamında olduğunu da unutmuyoruz.

“Düşüne düşüne konuşmak” doğrudan doğruya “güzel konuşmak” demeye gelmezse de rastgele konuşmamak, gelişi güzel konuşmamak gibi ihtiyatlılıkları içerir; bunun aksine olan düşüncesizliklerden uzak durmayı şüphesiz akla getirir. Söz sahibini de neler söyleyeceğine değil, neleri söylemeyeceğine odaklandırır. “Düşüne düşüne görmeli işi, sonra pişman olmamalı kişi” atasözünün endişelerini paylaşarak, o tarz sözün yol açabileceği muhtemel tehlikeleri önceden hesap edip, oralardan kapak kaldırmamaya itina eder.

Esasen atasözlerinin susmanın güzelliklerini, faziletlerini anlata anlata bitirememeleri, zımnen konuşmanın varabileceği noktaları –haydi gözlerinde büyütmelerinden demeyelimdoğrudan ama bu noktalardan gözlerini ayırmamalarından değil midir?

Velhasıl, “Düşünerek konuş, bakınarak otur” gibi atasözleri bu konuda işi özetler ve söyleyeni ve eyleyeni tehlikelerden sakındırmayı gözetler. Sözün burasında tam da bu atasözünün çağrıştırdığı bir hatıramı anlatmadan geçemeyeceğim:

Doğanbey’de bir bayram arifesi. İkindi namazı Sokak Başı Camiinde edâ edilmiş, sonra Musallâ mezarlığına geçilmiş. Orada Kur’an-ı Kerimler kıraat olunup hatimler eşliğinde dualar okunmakta. Cemaat de huşû içinde sessizce dinleyip “Âmin!” demekte.

Oraya sonradan yetişip, arka saflarda bulunan boş bir banka, elle yapılan “buyurun” işaretlerinden sıkılarak veya gafletimin koyuluğundan oturuvermişim! Meğer o bankın üstünde ıslak zift mi boya mı ne varmış da o yüzden kimsecikler oraya oturmamış. Eh! Olan oldu bir kerre. Farkına vardık ama neden sonra. “Ba’de harabü’l Basra!” Pantolonumuzdaki kapkara lekeye ve görenlerin yüzlerindeki kahkahadan tebessüme gülücüklere rağmen olayı gene de çok şükür ucuz atlatmıştık alnımızın akıyla.

Güzel konuşmanın bir bölümü, konuşanın “elinde” olsa da diğer bölümü de dinleyicilerin “elinde”dir. Öte yandan hatip sözün “elinde” olan kısmına ne kadar riayet ederse etsin, “elin ağzı torba değil ki büzesin” atasözünün anlattığı üzere, gene de muhataplarından “Ağzını hayra aç!” “Laf ola beri gele!” “Lafa bak hizaya gel!” “Yok devenin nalı!” gibi itiraz kalıpları duyabilir. Böyle durumlarda da kabahatin hepsi kendinde olmasa bile “Acaba kantarın topunu ben mi kaçırdım?” diyerek sorumluluktan kendisine bir pay çıkarmayı da unutmamalıdır.

En iyisi biz de haddimizi bilip Şeyhülislam Yahya Efendinin aşağıdaki dörtlüğünü hatırlayarak sesimizi keselim:

Aklı çok olduğuna bir kişinin
Sözü az olduğu delâlet eder.
Aklı nâkıs olan kişi amma
Katı çok söyleyip cehâlet eder.

Hem Atalar Demiş ki...

  • Ağzını açacağına gözünü aç.
  • Çiğ sözden kem gözden sakın.
  • Gaflet gözün perdesidir.
  • Kâtibe göz, gevezeye söz sermayesidir.
  • Göz iki, kulak iki, ağız tek. Çok görüp, çok dinleyip, az söylemek gerek.
  • Göz var görmek için, akıl var bilmek için.
  • Deli deli akanı bura bura tıkarlar.
  • Sözün tamamını deliye söylerler.
  • Vakitsiz öten horozun başını keserler.
  • Haddini bilmeyene bildirirler.
  • Öküzü boynuzundan insanı sözünden tutarlar.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy