İnsanlığa yüce yaratıcının bildirdiği tek kurtarıcı reçete, mukaddes dinimiz İslâm’dır. İslâm bütün insanlığı sonsuz huzur ve mutluluk iklimine çağırırken, bir yandan da iman ve ilim rahmetiyle insanî özellikleri perdeleyen cehâlet ve hurafelerin paslı zincirini kıran tek dindir.
Bugün türlü çalkantıların ortasında kalan insan; imanda, ibadette, ahlâkta, ilimde, fikir ve düşüncede İslâm’ın emrine girdiği gün, sırtındaki kamburu atmış olacaktır. Ancak bu şekilde gönlündeki fırtınayı durduracak, ruhundaki ıstırabı dindirecektir.
Kesinlikle ifade edelim ki, hakka götüren ilmin rafa kaldırıldığı, doğru fikrin alaya alındığı, iman ve ibadete dayalı ahlâkın yıkıldığı, hakkın susturulduğu, her türden menhiyat ve hurafelerin semalarımızı kararttığı günümüzde, insanlık için İslâm’a dönmekten başka kurtuluş yolu yoktur.
İnsanı, hayatın her alanında bunaltan sayısız fikrî saplantı ve anlamsız davranışlardan kurtaracak tek çözüm de İslâm’dır. İnsanlığı imanda sadeliğe ve doğruluğa ulaştırıp eşsiz bir medeniyet sunan İslâm itikad ve ahlâkında, hiçbir hurafeye, hiçbir bâtıl inanca yer yoktur.
Bugün dilek tutma, ağaçlara çaput bağlama, türbelerde mum yakma gibi İslâm’la hiç ilgisi olmayan yığınla saçmalık dinimize izâfe edilirken, sevgili Peygamberimiz (s.a.v) 1400 küsur yıl önceden şöyle seslenmektedir:
“Kuş uçurup uğursuz saymak bâtıldır. Çökmüş çatılara konup öten baykuşların uğursuzluğu da yoktur. Safer ayını uğursuz saymak da yanlıştır." (Ebû Dâvûd, Tıb, 24; Tirmizî, Siyer, 47; İbn Mâce, Tıb, 43; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/328; Ebû Ya‘lâ, Müsned, nr. 2333; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6117; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, nr. 11764)
Başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmaktadır: “Kuş ötmesinde ve uçmasında uğursuzluk görmek, ufak taşlarla fal açmak, kum üzerine çizgiler çizip bunlardan geleceğe ait hükümler çıkarmak, sihir ve kehanet çeşitlerindendir.” (Bir önceki hadisin tahricine bakınız)
Bugün şekli farklı olsa da son derece yaygın olan böyle uygulamaların dinimizle hiçbir alâkası bulunmadığını Allah Resûlü işte böyle anlatmaktadır. Bu türden inanış ve uygulamaların bir kısmının ise insanı İslâm’ın dışına itebileceğini âlimler söylemektedir.
Yalnızca Hz. Peygamber’in (s.a.v) yukarıda geçen iki sözü bile, İslâm ve saçmalığın asla yan yana gelemeyecek iki kavram olduğunu yeterince anlatmıyor mu? O halde âlemlerin rabbine itaati tebliğ edenler, nasıl hurafelere davet etmekle suçlanabilir?
Evet, bugün için de, gelecek zamanlarda da ne dinin kendisi hurafedir, ne de hurafelerle ilgisi vardır. Din, insanın kendisiyle, kâinatla, yaratıcısıyla barışmasıdır. Din huzurdur, mutluluktur.
Allah Teâlâ buyuruyor ki:
“Sana rabbinden ne vahiy olunuyorsa ona uy. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. Allah’a güvenip dayan. Koruyucu olarak O yeter.” (Ahzâb 33/2-3)
Bir başka âyet-i celile de şöyledir: “Eğer seni şeytan dürtüp kötülüğe yönlendirmek isterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir.” (Fussılet 41/36)
Görülüyor ki, müslümanlar yalnız Allah Teâlâ’ya sığınacak, yalnız O’na güveneceklerdir. Bu güveni hayatlarına nakşetmek için de, O’nun elçisinin ve o elçinin her devirdeki ilim ve terbiye vârislerinin eteğine yapışacaklardır.
Kılavuzsuz, pusulasız, kafilesiz yolculuk nereye götürebilir?
Anlamalıyız ki, en büyük hurafe, en büyük uygunsuzluk Allah Teâlâ’nın emirlerine uymamak, yasakladıklarından kaçınmamaktır. Uğursuzluk baykuşta, kara kedide, salı gününde, on üç rakamında değil, Allah’ın emirlerine, Hz. Peygamber’in sünnetine tâbi olmamaktadır. Hz. Peygamber’in bugünkü vârisleri olan evliyaullahı dinlememektedir. Asıl uğursuzluk, insan olmanın gerçek hazzını tattıran namazı terketmede, orucu yemede, güç yettiği halde zekât ve haccı görmezden gelmededir.
Asıl uğursuzluk içkide, kumarda, rüşvette, yalan söylemede, iftirada, dedikodu yapmada, fitne ve fesat çıkarmada, başkalarına saygısızlık etmede değil midir? İnsanı ve dünyanın her yerinde toplumları bozup kokuşturan bu davranışlar, ilkellikten başka ne olabilir?
Tekrar söyleyelim, asıl uğursuzluk ve ilkellik, dini yaşamak değil, Kitab-ı mübînden, sünnet-i seniyyeden yüz çevirmektir.
O halde, artık yüce rabbimizin eskimez nizamı İslâm’ı iyi öğrenelim. Evimize, iş yerimize, çoluk çocuğumuza, gönlümüze ve bütün hayatımıza İslâm’ın lekesiz hakikat mührünü basalım. Bâtıl inanışların, hurafelerin İslâm’la ilgisi olmadığını unutmayalım. İslâm’ın saadet düzlüğüne, kalplerimizdeki iman güneşinin aydınlığına yürüyelim. Kâinatın ve insanın hakikatlerine gözünü kapamış bugünkü medeniyet bir ışık ararken, bizler elimizdeki güneşi yitirmeyelim.
Kesinlikle inanalım ve bilelim ki, huzur ve mutluluk iklimine kanat açmanın yolu insanlığımıza dönmek, sünnet-i seniyye ile yaşamak, sâdât-ı kirâmın yolundan gitmektir.