Aramak

Hayat Dengemiz - Huzur Cemaattedir, Yalnızlıkta Değil

İs­lâm tev­hid di­ni­dir ve biz­den tev­hid (Al­lah rı­za­sı et­ra­fın­da bir­lik) is­te­mek­te­dir. Bir mü­min ola­rak bu tev­hi­de (bir­li­ğe, ce­ma­ate) kal­ben, fik­ren, fi­ilen, kı­sa­ca­sı ha­ya­tı­mız­la iş­ti­rak et­me­miz ge­rek­mek­te­dir. Ne ya­zık ki gü­nü­müz­de müs­lü­man­la­rın en bü­yük sı­kın­tı­sı bir­lik şu­urun­dan uzak bu­lun­ma­la­rı ve ce­ma­atin ne ka­dar ge­rek­li ol­du­ğu­nu unut­muş ol­ma­la­rı­dır. Di­ni­miz an­cak ce­ma­at­le ya­şa­nır. İn­sa­nın ke­ma­lâ­tı ce­ma­at­le ta­mam olur. Ce­ma­at ne den­li zah­met­li ol­sa bi­le, ki­şi­nin yal­nız­lık­ta bul­du­ğu­nu zan­net­ti­ği bü­tün ra­hat­lık­lar­dan da­ha ha­yır­lı­dır. İs­lâm’ın ön­gör­dü­ğü ce­ma­at­te Al­lah’ın emir­le­ri kar­şı­sın­da her­kes; kuv­vet­li­si, za­yı­fı, efen­di­si, kö­le­si, hâ­ki­mi, mah­kû­mu, ami­ri, me­mu­ru eşit­tir. Üs­tün­lük sa­de­ce tak­vâ ile­dir. Hz. Pey­gam­ber (s.a.v), “İn­san­la­rın en ha­yır­lı­sı, in­san­la­ra en fay­da­lı ola­nı­dır” bu­yur­muş­tur. (Ebû Ya‘lâ, el-Müs­ned, 6/65; Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, 8/191; Bey­ha­kî, Şu­abü’l-İmân, nr. 7658; Sü­yû­tî, el-Câ­miu’s-Sa­gîr, nr. 4044; Ac­lû­nî, Keş­fü’l-Ha­fâ, nr.1252) Bu ha­dis-i şe­rif­te işa­ret edi­len fay­da­lı ola­bil­me, an­cak in­san­lar­la di­ya­log ku­rup kay­naş­mak­la, ya­ni ce­ma­at ol­mak­la müm­kün­dür. Müs­lü­ma­nın Al­lah yo­lun­da tak­vâ için bir­lik ol­ma­la­rı farz-ı ay­ın­dır. Mü­mi­nin asıl ya­ra­tı­lış ga­ye­si tev­hid aki­de­si üze­re ve ce­ma­at di­sip­li­ni için­de ilâ­hî hü­küm­le­ri ha­ya­tı­na tat­bik et­mek­tir. Ce­nâb-ı Al­lah Kur’ân-ı Ke­rîm’de şöy­le bu­yu­ru­yor: “Ey iman eden­ler! Al­lah’tan tam mâ­na­sıy­la kor­kun ve an­cak müs­lü­man ola­rak can ve­rin. Hep bir­lik­te Al­lah’ın ipi­ne (Kur’an’a, ih­lâ­sa, ta­ate, ce­ma­ate) sım­sı­kı sa­rı­lın, da­ğı­lıp par­ça­lan­ma­yın.” (Âl-i İm­rân 3/102-103) Gö­rü­lü­yor ki rab­bi­miz, mü­min­le­re ön­ce ken­di­sin­den tam mâ­na­sıy­la kork­ma­yı em­ret­miş, son­ra müs­lü­man ola­rak öl­me­le­ri­ni is­te­miş ve bu­nun yo­lu­nun hep bir­lik­te Al­lah’ın ipi­ne, ya­ni Kur’an ve sün­net çiz­gi­sin­de ce­ma­ate sa­rıl­mak­ta ol­du­ğu­nu bil­di­re­rek bu ipe tu­tun­ma­yı farz kıl­mış­tır. Ce­nâb-ı Al­lah ay­rı­lı­ğı, boz­gun­cu­lu­ğu ve çe­kiş­me­yi de ya­sak­la­mış­tır. Âyet-i ce­li­le­de, “Ken­di­le­ri­ne apa­çık de­lil­ler gel­dik­ten son­ra par­ça­la­nıp ay­rı­lı­ğa dü­şen­ler gi­bi ol­ma­yın. Böy­le dav­ra­nan­lar için bü­yük bir azap var­dır” (Âl-i İm­rân 3/105) bu­yu­ru­lu­yor. Baş­ka bir âyet-i ke­ri­me­de rab­bi­miz, mü­min­le­rin na­sıl bir­lik ha­lin­de ol­ma­la­rı­na işa­ret ede­rek şöy­le bu­yu­ru­yor: “Al­lah, ken­di yo­lun­da ke­net­len­miş bir ya­pı gi­bi saf bağ­la­ya­rak sa­va­şan­la­rı se­ver.” (Saf 61/4) Hz. Pey­gam­ber Efen­di­miz­ de (s.a.v) bir­çok ha­dis-i şe­rif­le­rin­de, ce­ma­at ha­lin­de ol­ma­yı em­ret­miş, ay­rı­lık­tan, tef­ri­ka­dan mü­min­le­ri şid­det­le me­net­miş­tir: “Ce­ma­at ha­lin­de ol­ma­nız ge­re­kir. Ay­rı­lık­tan sa­kı­nın. Şey­tan tek ka­lan­la be­ra­ber­dir. İki ki­şi be­ra­ber olan­dan da­ha uzak­tır. Kim (iman se­lâ­me­tiy­le ölüp) cen­ne­tin tam or­ta­sın­da ol­mak is­ti­yor­sa ce­ma­ate ya­pış­sın. Ki­min iyi­lik­le­ri ken­di­si­ni se­vin­di­ri­yor, kö­tü­lük­le­ri de üzü­yor­sa o kâ­mil bir mü­min­dir.” (Tir­mi­zî, Fi­ten, 7; Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, 1/18; Hâ­kim, el-Müs­ted­rek, 1/114) “Şüp­he­siz Al­lah Te­âlâ üm­me­ti­mi sa­pık­lık ve fit­ne üze­rin­de bir ara­ya ge­tir­mez. Al­lah’ın eli (rah­met des­te­ği) ce­ma­at­le bir­lik­te­dir. Kim ce­ma­at­ten ay­rı­lır­sa ate­şe gi­der.” (Tir­mi­zî, Fi­ten, 7; Ta­be­râ­nî, el-Mu‘ce­mü’l-Ke­bîr, nr. 13623) Dün­ye­vî çı­kar ve he­sap­la­rı­mı­za uy­ma­sa da bü­tün mü­min­le­ri kar­deş bi­lip on­la­ra kal­bi­miz­de de­ğer, mec­li­si­miz­de yer ver­me­miz icap et­mek­te­dir. İn­sa­nın ya­ra­tı­lı­şın­da­ki cev­her, bir­lik ve hiz­met için­de or­ta­ya çı­kar. Ce­ma­at top­lu­luk­tur. Top­lu­luk olun­ca, ida­re eden­le­rin ol­ma­sı da ka­çı­nıl­maz­dır. “Ülü’l-emr” di­ye de va­sıf­lan­dı­rı­lan bu top­lum ida­re­ci­si­ne ita­at, Ce­nâb-ı Hakk’ın bir em­ri­dir. Al­lah rı­za­sı­nı ta­lep eden her mü­mi­nin en önem­li va­zi­fe­si, ken­di nef­si­nin key­fi­ne de­ğil, tâ­bi ol­du­ğu ima­ma, ya­ni ülü’l-em­re uy­mak­tır. Bu ko­nu­da rab­bi­miz şöy­le bu­yu­ru­yor: “Ey iman eden­ler! Al­lah’a ita­at edin, pey­gam­be­re ve siz­den olan amir­le­re de ita­at edin.” (Ni­sâ 4/59) Fahr-i Ci­han Efen­di­miz de (s.a.v) ülü’l-em­re ita­atin öl­çü ve çer­çe­ve­si­ni şöy­le be­lir­le­miş­tir: “Müs­lü­ma­nın, ba­şın­da­ki ima­ma (ülü’l-emr) ho­şu­na gi­den ve git­me­yen her hu­sus­ta ita­at et­me­si ge­re­kir. An­cak em­re­di­len mâ­si­yet (Al­lah’a is­yan) ise, o za­man du­rum de­ği­şir. Bu du­rum­da (hiç kim­se) din­len­mez ve ita­at edil­mez.” (Bu­hâ­rî, Ah­kâm, 4, Ci­hâd, 108; Müs­lim, İmâ­re, 38; Tir­mi­zî, Ci­hâd, 29; Ebû Dâ­vûd, Ci­hâd, 86; Ne­sâî, Bî‘at, 34) “Hiç şüp­he­siz ba­na ita­at et­me­niz, Al­lah’a ita­at­tir. Ba­şı­mız­da­ki (be­nim ve­ki­lim, emî­rim olan) imam­la­rı­nı­za ita­at et­me­niz de ba­na ita­at ol­mak­ta­dır.” (Bu­hâ­rî, Ah­kâm, 1, Ci­hâd, 109; Müs­lim, İmâ­re, 33; Ne­sâî, Bî‘at, 27) Al­lah yo­lun­da tâ­bi olu­nan ima­ma, ve­ri­len emir ve ya­pı­lan tav­si­ye hak ol­duk­tan son­ra, acı tat­lı her du­rum­da ita­at edil­me­li­dir. Ve­ri­len bir em­rin nef­se hoş gel­me­me­si onun hak­sız ol­du­ğu­nu gös­ter­mez ve şah­sî çı­kar­la­rın ze­de­len­me­si is­ya­nı ge­rek­tir­mez. Al­lah için ya­pı­lan bir iş­te nef­sin key­fi amir ola­maz, olur­sa o iş hak ol­maz. Hz. Pey­gam­ber Efen­di­miz (s.a.v), “Kim ba­şın­da­ki imam­dan hoş­lan­ma­dı­ğı bir şey gö­rür­se, sab­ret­sin (he­men ce­ma­at­ten ay­rıl­ma­sın). Çün­kü kim hak üz­ere gi­den ce­ma­at­ten bir ka­rış ay­rı­lır­sa ca­hi­li­ye ölü­müy­le ölür” ika­zıy­la, mü­mi­nin hak ol­du­ğu müd­det­çe ce­ma­at­ten ay­rıl­ma­ma­sı ve ülü’l-em­re ita­at et­me­si ge­rek­ti­ği­ni be­lirt­miş­tir. (Müs­lim, İmâ­re, 13; Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, 1/275, 297; Ebû Ya‘lâ, el-Müs­ned, 4/235) Kı­sa­ca, Al­lah Te­âlâ tek­tir, kul­la­rın­dan tek bir he­def et­ra­fın­da tev­hid (bir­lik, ce­ma­at) is­te­mek­te­dir. Tev­hid di­ni İs­lâm ay­nı he­def ve hal­de ol­ma­yı ge­rek­tir­mek­te­dir. Kalp ve dü­şün­ce­si, dert ve he­sap­la­rı hak yol­da bir ol­ma­yan kim­se­ler tev­hi­din ta­dı­nı ala­maz. Bir çiz­gi­de bu­lu­şa­maz, ay­nı at­mos­fe­ri pay­la­şa­maz ve İs­lâm’ın gü­zel­li­ği­ne ula­şa­maz. Al­lah rı­za­sı için bir­lik ru­hu ta­şı­ma­yan, bu ruh ile ce­ma­at ol­ma­yan, ce­ma­at di­sip­li­ni­ni ge­rek­siz ve­ya ağır bu­lan müs­lü­man­la­rın bu di­ni tem­sil et­me­le­ri müm­kün de­ğil­dir. Di­ni­ne ce­ma­at ru­huy­la ve bir­lik ha­lin­de sa­hip çık­ma­yan­la­rın, düş­man­la­rın oyu­nu­na ge­lip, bil­me­den din­den çık­ma­la­rı muh­te­mel­dir. Sırf ken­di der­di­ne düş­müş kim­se­le­rin en azın­dan zil­let için­de ya­şa­ma­la­rı ke­sin­dir. İş­te bu­nun için Al­lah yo­lun­da ce­ma­at ol­ma­nın he­de­fi­ni, şek­li­ni ve hu­ku­ku­nu bi­lip ge­re­ği­ni ye­ri­ne ge­tir­mek far­z-ı ayın ol­mak­ta­dır.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy