Aramak

Hayat Dengemiz - İlimsiz Olmaz

“Sa­kın ca­hil­ler­den ol­ma!” (En‘âm 6/35) “Hiç bi­len­ler­le bil­me­yen­ler bir olur mu?”  (Zü­mer 39/9) İs­lâm’ın il­me ve ilim eh­li­ne ver­di­ği önem, sık sık tek­rar edi­len ve her­ke­sin bil­di­ği bir ger­çek. İs­lâm’ın ilk vah­yi “oku” em­riy­le baş­lı­yor: “Oku, ya­ra­tan rab­bi­nin adıy­la. O, in­sa­nı bir kan pıh­tı­sın­dan ya­rat­tı. Oku! Ki rab­bin son­suz ke­rem sa­hi­bi­dir.” (Alak 96/1-3) “Oku!...” İlim ka­pı­sı­nın anah­ta­rı oku­mak. Bü­tün kâ­inat ve ken­di var­lı­ğın bir ki­tap. Al­lah’ın âyet­le­riy­le do­lu bir ki­tap ve Kur’ân-ı Ha­kîm o ki­ta­bın özü, ru­hu. Yü­ce ya­ra­tı­cı­nın Ke­lâ­mı­ka­dî­m’i. “Oku!...” Âlem­ler­de­ki mü­kem­mel ni­zam, il­min ta ken­di­si ve İs­lâm, o ni­za­mın in­san­lı­ğa yö­ne­lik yü­zü. İki dün­ya mut­lu­lu­ğu­nun pu­su­la­sı. İs­lâm, il­min ken­di­si. Âlem­le­rin rab­bi­ni bil­me­nin il­mi, ya­ra­tı­lan­la­rı bil­me­nin il­mi, ken­di­ni bil­me­nin il­mi... İlâ­hî me­sa­jın doğ­ru­dan mu­ha­ta­bı Hz. Pey­gam­ber (s.a.v) il­min reh­be­ri­dir. Âlem­le­rin rab­bi, reh­be­re “oku!” di­ye fer­man bu­yu­ru­yor­sa ta­kip­çi­le­ri oku­ma­dan, ilim ol­ma­dan na­sıl yol bu­la­bi­lir? Ya­ra­tı­cı­ya lâ­yık kul ol­mak­la yü­küm­lü olan biz­ler, Al­lah’ın Re­sû­lü ve onun vâ­ris­le­ri­nin reh­ber­li­ğin­de, rab­bi­mi­zin üze­ri­miz­de­ki mu­ra­dı­nı an­la­mak ve o mu­ra­dı ger­çek­leş­tir­mek mec­bu­ri­ye­tin­de­yiz. Kal­bi­mi­zi O’na tes­li­mi­yet­le kâ­mi­len dol­dur­mak ve ya­ra­tı­lış ga­ye­mi­zi ha­ya­tı­mı­zın mer­ke­zi­ne koy­mak zo­run­da­yız. Şah­da­ma­rı­mız­dan da­ha ya­kın olan rab­bi­miz­le ara­mız­da­ki per­de­le­ri kal­dır­mak mec­bu­ri­ye­tin­de­yiz. O per­de­le­rin ne­ler ol­du­ğu bi­lin­me­den, kal­bi­mi­ze ve ha­ya­tı­mı­za na­sıl yön ve­re­ce­ğiz? Yal­nız­ca şu âyet-i ke­ri­me­ler, rab­bi­mi­zin ce­hâ­let­ten uzak dur­ma ve bi­len­ler­den ol­ma fer­ma­nı­nın bü­yük­lü­ğü­nü an­lat­ma­ya ye­ter: “Sa­kın ca­hil­ler­den ol­ma!” (En‘âm 6/35) “Hiç bi­len­ler­le bil­me­yen­ler bir olur mu?” (Zü­mer 39/9) “Kul­la­rı için­de Al­lah’tan an­cak âlim­ler (ge­rek­ti­ği gi­bi) kor­kar­lar.” (Fâ­tır 35/28) Ay­rı­ca Ce­nâb-ı Al­lah bi­zi, ak­lı­mı­zı ve bil­gi ara­cı du­yu­la­rı­mı­zı kul­lan­ma hu­su­sun­da da sık sık uya­rı­yor: “Dü­şün­mü­yor­lar mı?” “Akıl et­mi­yor­lar mı?” “Gör­mü­yor­lar mı?” “Bil­mi­yor­lar mı?” Bir­çok âyet-i ke­ri­me­nin so­nun­da yer alan bu so­ru­la­ra, her ne ile il­gi­liy­se ilim­siz ce­vap ve­ri­le­me­ye­ce­ği de çok açık­tır. Di­ğer ta­raf­tan Re­sû­lul­lah Efen­di­miz de (s.a.v), ilim ko­nu­sun­da­ki uya­rı­la­rıy­la reh­ber­lik va­zi­fe­si­ni ye­ri­ne ge­ti­ri­yor: “İlim öğ­ren­mek, er­kek ve ka­dın her müs­lü­ma­nın üze­ri­ne farz­dır.” (İbn Mâ­ce, Mu­kad­di­me, 17; Bey­ha­kî, Şu­abü’l-İmân, nr. 1663; bk. Ta­be­râ­nî, el-Mu‘ce­mü’s-Sa­gîr, nr. 22; Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, 1/120) “Âlim­ler pey­gam­ber­le­rin vâ­ris­le­ri­dir.” (Ebû Dâ­vûd, İlim, 1; Tir­mi­zî, İlim, 19; İbn Mâ­ce, Mu­kad­di­me, 17) “Al­lah, ki­me ha­yır di­ler­se onu din­de fa­kih (an­la­yış­lı) kı­lar.” (Bu­hâ­rî, Hu­mus, 10; Müs­lim, İmâ­re, 175; İbn Mâ­ce, Mu­kad­di­me, 17; Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, 1/306)  Bu ha­dis-i şe­rif­ler­den özel­lik­le bi­rin­ci­si, bü­tün müs­lü­man­la­rın ilim­le yü­küm­lü ol­du­ğu­nu yo­ru­ma ge­rek kal­ma­ya­cak açık­lık­ta ifa­de edi­yor. İlim, bü­tün farz­lar­dan ön­ce ge­len farz­dır. Ve biz bu­gü­nün müs­lü­man­la­rı, bi­ze ne olu­yor ki ilim ve bil­gi bu ka­dar uza­ğı­mız­da? Kal­bi­mi­zin, iş­le­ri­mi­zin ve ina­nan­lar ara­sın­da­ki hu­ku­kun bil­gi­sin­den ni­çin bu ka­dar uza­ğız? Ve bu bil­me far­zi­ye­ti­ni ye­ri­ne ge­tir­me­den na­sıl kur­tu­lu­şu­mu­zu ümit ede­ce­ğiz? Üs­ta­dım­dan din­le­di­ğim bir kıs­sa ge­li­yor ak­lı­ma: Ab­dül­ka­dir-i Gey­lâ­nî (k.s), bir gün mih­rap­ta otur­muş zi­kir ve mu­ra­ka­be ile meş­gul­ken ga­ip­ten bir ses ge­li­yor: “Ey Ab­dül­ka­dir ku­lum! Ben sen­den bü­tün amel yü­küm­lü­lük­le­ri­ni kal­dır­dım...” Ab­dül­ka­dir-i Gey­lâ­nî (k.s) bu sö­zü du­yar duy­maz se­sin gel­di­ği yö­ne elin­de­ki tes­bi­hi kur­şun gi­bi fır­la­ta­rak, “De­fol lâ­net­li şey­tan!” di­ye hay­kı­rı­yor. Fo­ya­sı or­ta­ya çı­kan şey­tan, “Ben bu şe­kil­de ni­ce âbid­le­ri, ni­ce zâ­hid­le­ri yol­dan çı­kar­dım. Ama sen bir an ol­sun te­red­düt edip tu­za­ğa düş­me­din. Na­sıl an­la­dın be­ni?” di­ye so­ru­yor. Ab­dül­ka­dir-i Gey­lâ­nî (k.s), şey­ta­na he­pi­mi­zin ib­ret al­ma­sı ge­re­ken şu söz­ler­le ce­vap ve­ri­yor: “Se­ni iki şey­le ta­nı­dım. Bi­rin­ci­si aka­id il­mi. Bu ilim­le bi­li­yo­rum ki, Al­lah bir yön­den hi­tap et­mez; O her yer­de­dir. Oy­sa se­nin se­sin bir yön­den gel­di. İkin­ci­si fı­kıh il­mi­dir. Bu­na gö­re de, pey­gam­ber­ler da­hil hiç kim­se­den amel mec­bu­ri­ye­ti kal­dı­rıl­ma­mış­tır...” De­mek ki ilim­siz amel bü­yük teh­li­ke­ler­le do­lu­dur. Şey­tan her an pu­su­da­dır ve ri­ya, ki­bir, ame­li­ne gü­ven­me gi­bi ilim­siz baş edi­le­me­ye­cek tu­zak­lar­la yo­lu­mu­zu kes­me­ye ça­lış­mak­ta­dır. Ce­hâ­let öy­le bü­yük bir ka­ran­lık ki Hz. Ali (r.a), “Ba­na bir harf öğ­re­te­nin kö­le­si olu­rum” di­yor. Ya­ni kö­le­li­ği ce­hâ­le­te ter­cih edi­yor. Kö­le­lik­ten da­ha al­çal­tan bir ha­ya­ta mah­kûm ol­mak, akıl­lı ve şah­si­yet­li bir mü­mi­ne ya­kı­şır mı? Evet, kur­tu­luş için il­me sa­rıl­mak ve öğ­ren­di­ği­mi­zi ha­ya­tı­mı­za nak­şet­mek zo­run­da­yız. Yü­ce rab­bi­mi­zin, “Ey iman eden­ler, yap­ma­ya­ca­ğı­nız şe­yi ni­çin söy­ler­si­niz? Yap­ma­ya­ca­ğı­nız şe­yi söy­le­me­niz Al­lah ka­tın­da şid­det­li ga­zab (a se­bep ol­ma) yö­nün­den bü­yü­dü” (Saf 61/2-3) ika­zı­na ku­lak­la­rı­mı­zı ka­pat­ma­mız müm­kün de­ğil. Cu­m‘a sû­re­si 5. âyet­te de rab­bi­miz, bi­lip de amel et­me­yen­le­ri ki­tap yük­lü eşe­ğe ben­ze­ti­yor. An­la­şı­lı­yor ki, il­im öğ­ren­me­yi ha­ya­tı­mı­zın en ön­ce­lik­li me­se­le­le­ri ara­sı­na koy­mak, edin­di­ği­miz il­mi ya­şa­mak ve ce­hâ­let­le ko­nuş­mak­tan sa­kın­ma­mız ge­re­ki­yor. An­cak bu şe­kil­de hem ken­di­mi­zi hem de et­ra­fı­mı­zı he­lâ­ke düş­mek­ten ko­ru­muş olu­ruz.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy