Aramak

Hayat Dengemiz - Kur’an’a Muhtacız

Yü­ce rab­bi­miz, in­sa­noğ­lu­nu ya­ra­tıl­mış­la­rın en şe­ref­li­si kıl­mış­tır. Akıl, dü­şün­me, ko­nuş­ma, fay­da­lı­yı za­rar­lı­dan ayı­ra­bil­me gi­bi ka­bi­li­yet­ler ver­miş, her bi­ri ci­ha­na de­ğer ni­met­ler­le be­de­nî ve ru­hî var­lı­ğı­mı­zı do­nat­mış­tır. Dün­ya­yı in­sa­na be­şik kıl­mış, uç­suz bu­cak­sız kâ­ina­tı ve için­de­ki­le­ri in­sa­nın em­ri­ne, hiz­me­ti­ne sun­muş­tur. Yer­yü­zü ve için­de­ki top­rak, su, ha­va, hay­van­lar, bit­ki­ler, ay, gü­neş, yıl­dız­lar, ge­ce ve gün­düz vb. bü­tün var­lık­lar Ce­nâb-ı Rab­bü’l-âle­min’in ya­rat­tı­ğı ga­ye is­ti­ka­me­tin­de in­san­la­ra hiz­met ve­ri­yor. Rab­bi­miz ni­met­le­ri­ni bun­lar­la da bi­tir­me­miş, ha­ya­tın ka­ran­lık yol­la­rın­da yü­rür­ken önü­mü­zü ay­dın­lat­mak için uya­ca­ğı­mız iman, iba­det ve ah­lâk ku­ral­la­rı­nı da bil­dir­miş­tir. Bun­ca ni­met­le­ri biz­le­re bah­şe­den yü­ce mev­lâ­mı­za na­sıl kul­luk ede­ce­ği­mi­zi, ni­çin ya­ra­tıl­dı­ğı­mı­zı, ne­re­de ve ne di­ye bu­lun­du­ğu­mu­zu, yol­cu­lu­ğu­mu­zun ne­re­ye doğ­ru sü­rüp git­ti­ği­ni, bu dün­ya öte­sin­de ne­ler­le kar­şı­la­şa­ca­ğı­mı­zı, gön­der­di­ği pey­gam­ber­le­ri ve bu pey­gam­ber­le­ri ara­cı­lı­ğı ile biz­le­re ulaş­tır­dı­ğı ki­tap­la­rı va­sı­ta­sıy­la bil­dir­miş, öğ­ret­miş­tir. Bil­di­ği­miz ve iman et­ti­ği­miz gi­bi, yü­ce Al­lah in­san­la­ra ilk vah­yi­ni, ilk pey­gam­ber ve ilk in­san olan Hz. Âdem (a.s) va­sı­ta­sıy­la ulaş­tır­mış, ilâ­hî vah­yin son ve en mü­kem­mel hal­ka­sı­nı teş­kil eden Kur’ân-ı Ke­rîm’i âlem­le­re rah­met ola­rak gön­de­ri­len Pey­gam­be­ri­miz Hz. Mu­ham­med Mus­ta­fa (s.a.v) ara­cı­lı­ğı ile biz­le­re ilet­miş­tir. Rab­bi­mi­zin in­san­lı­ğa son me­sa­jı Kur’ân-ı Ke­rîm, O’nun­la kul­la­rı ara­sın­da­ki kop­maz ilâ­hî bir bağ­dır. Fahr-i Ci­han Efen­di­mi­z’in (s.a.v) ara­mız­da ya­şa­yan en bü­yük mû­ci­ze­si­dir. O hem laf­zı ve hem de mâ­na­sı ile bir mû­ci­ze­dir. Rab­bi­miz onun bu özel­li­ği­ni âye­t-i ke­ri­me­de şöy­le bil­di­ri­yor: “De ki: İn­san­lar ve cin­ler bir­bir­le­ri­ne yar­dım­cı ola­rak bu Kur’an’ın bir ben­ze­ri­ni or­ta­ya koy­mak için bir ara­ya gel­se­ler, an­dol­sun ki yi­ne de ben­ze­ri­ni or­ta­ya ko­ya­maz­lar.” (İs­râ 17/88) İn­san­lı­ğın id­ra­ki­ne su­nul­muş ni­ce ilâ­hî kay­nak­lı ve in­san ese­ri ki­tap­lar var ki, he­men hep­si ta­ri­hin ka­ran­lık say­fa­la­rı ara­sın­da ya kay­bol­muş ve­ya tah­rif edil­miş­tir. Oy­sa yü­ce ki­ta­bı­mız Kur’ân-ı Ke­rîm, rab­bi­mi­zin,“O zik­ri (Kur’an’ı) biz in­dir­dik ve onu biz ko­ru­ya­ca­ğız” (Hicr 15/9) fer­ma­nın­ca bo­zul­mak­tan, kay­bol­mak­tan biz­zat iz­zet-i ce­lâ­li ta­ra­fın­dan ko­run­muş­tur. Bu se­bep­le­dir ki, 1400 kü­sur yıl­dan be­ri bin bir tür­lü hak­sız­lık­lar­la Ku­r’an’ın ir­şa­dı­nın önü­ne ge­çil­me­ye ça­lı­şıl­mış, fa­kat ba­şa­rı­la­ma­mış­tır. Bu ilâ­hî hi­ma­ye hiç­bir ki­ta­ba na­sip ol­ma­mış­tır. On dört as­rı aş­kın bir sü­re­dir mu­kad­des ki­ta­bı­mız Kur’ân-ı Ke­rîm za­ma­nın, ta­ri­hin ve çağ­la­rın zir­ve­sin­de bir gü­neş gi­bi par­la­mış, ger­çek Al­lah ke­lâ­mı ol­du­ğu­nu is­pat­la­mış, mil­yar­lar­ca in­sa­nın gön­lü­nü ve ru­hu­nu ay­dın­la­ta­gel­miş­tir. Yer­yü­zün­de hiç­bir ki­tap onun sun­du­ğu hiz­me­ti sun­ma­mış­tır. İs­lâm di­ni­nin bü­tün in­san­lı­ğa sun­du­ğu uh­re­vî ve dün­ye­vî de­ğer­le­rin kay­na­ğı odur. Bu ah­kâm-ı mü­bi­nin in­san­lar üze­rin­de­ki ilâ­hî te­si­ri­ni hiç kim­se in­kâr ede­me­miş­tir. Onu ka­bul et­me­yen­ler bi­le bu ger­çe­ği ka­bul et­mek zo­run­da kal­mış­lar­dır. Ha­bîb-i Kib­ri­yâ Efen­di­miz (s.a.v) tek ba­şı­na İs­lâm’ın teb­li­ğiy­le gö­rev­len­di­ril­di­ğin­de, hiç­bir mad­dî kuv­ve­te da­yan­mı­yor, elin­de Kur’ân-ı Ke­rîm’den baş­ka da­ya­na­ğı bu­lun­mu­yor­du. Onun yir­mi üç yıl gi­bi in­san ha­ya­tın­da çok kı­sa sa­yı­lan bir sü­re için­de­ki göz ka­maş­tı­rı­cı ba­şa­rı­sı­nın se­be­bi­ni araş­tı­ran ta­rih­çi­ler, bu üs­tün ba­şa­rı­nın sır­rı­nı iki se­bep­le açık­lı­yor ve di­yor­lar ki: “Hz. Mu­ham­med (s.a.v) ön­ce Kur’ân-ı Ke­rîm gi­bi bir mû­ci­ze ile des­tek­len­miş­ti. Ay­rı­ca o, baş­ka­la­rı­na söy­le­di­ği­ni, em­ret­ti­ği­ni biz­zat ken­di nef­sin­de faz­la­sıy­la uy­gu­la­mış ve ya­şa­mış dü­rüst ve sa­mi­mi bir ki­şi idi.” Pey­gam­be­ri­ni ör­nek alan mü­min­ler de, her za­man Ku­r’an’la ha­şir ne­şir ol­du­lar, oku­du­lar, ez­ber­le­di­ler, mâ­na­sı­nı an­la­ma­ya ça­lış­tı­lar. Onun­la iba­det et­ti­ler, onun emir ve ya­sak­la­rı doğ­rul­tu­sun­da ha­yat­la­rı­nı dü­zen­le­yip, öy­le­ce ya­şa­ma­ya gay­ret gös­ter­di­ler. İş­te Al­lah’ın ke­lâ­mı, bu can­lı­lı­ğı ile in­san­la­rın ka­fa­la­rı­na ve gö­nül­le­ri­ne güç­lü bir şe­kil­de yer­leş­miş; bir­bir­le­ri­ne düş­man mil­let­ler­den, ırk­lar­dan ve kül­tür­ler­den ahenk­li bir top­lum mey­da­na ge­tir­miş­tir. Onun ge­li­şi ile çöl in­sa­nın­dan me­de­nî bir top­lum or­ta­ya çık­mış ve ta­ri­hin akı­şı de­ğiş­miş­tir. Yi­ne ta­rih şa­hit­tir ki, fel­se­fe­ci­le­rin na­za­ri­ye­le­ri, ah­lâk­çı­la­rın asır­lar­dır sü­re­ge­len il­mî ve fel­se­fî tec­rü­be­le­ri kü­çü­cük bir in­san top­lu­lu­ğu­nu bi­le ahenk­li bir top­lum ha­li­ne ge­ti­re­me­miş, bir amaç et­ra­fın­da top­la­ya­ma­mış­tır. En önem­li­si, in­san­lı­ğa ada­let, mut­lu­luk ve hu­zur adı­na bir şey ve­re­me­miş­tir. Yer­yü­zü­nün ilâ­hî va­hiy­le bes­len­me­yen hiç­bir ke­si­mi, güç­ler den­ge­siy­le sağ­la­nan sah­te bar­ışın dı­şın­da as­la hu­zur bu­la­ma­mış­tır. Oy­sa asır­lar­dır mil­yar­lar­ca in­san Ku­r’an’ın ca­zi­be ve ay­dın­lı­ğı ile yol­la­rı­nı bul­muş­lar, onun sa­ye­sin­de or­tak ga­ye et­ra­fın­da bir­bir­le­ri­ne ve Al­lah’ın bü­tün ya­rat­tık­la­rı­na sev­gi ve say­gı duy­ma­yı öğ­ren­miş­ler­dir. Müs­lü­man­lar, Ku­r’an’ın ay­dın­lı­ğın­dan güç ka­zan­dık­ça kuv­vet­li ol­muş­lar ve ne­re­dey­se dün­ya­nın ya­rı­sı­na hâ­kim ol­muş­lar­dır. Bu­gün, Al­lah’ın in­san­lı­ğa bu son me­sa­jı­nın dik­ka­te alın­ma­dı­ğı gü­nü­müz dün­ya­sı­nın kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğı yı­kım­lar ve vah­şet, ak­lı ba­şın­da her­ke­si deh­şe­te dü­şür­mek­te, sağ­la­nan baş dön­dü­rü­cü tek­no­lo­jik ge­liş­me­le­rin ve yük­sek re­fah dü­ze­yi­nin in­san­lı­ğa hu­zur ge­ti­re­me­di­ği ka­bul ve iti­raf edil­mek­te­dir. Ya­ra­tı­lış ga­ye­si­ni an­la­ya­ma­mış, yer­yü­zü­ne ve için­de­ki­le­re ya­ra­tı­cı­sın­dan do­la­yı sev­gi duy­ma­yı öğ­re­ne­me­miş ru­hî tat­min­siz­lik için­de­ki in­san­lı­ğın elin­de zen­gin­lik ve tek­no­lo­ji­nin, na­sıl öl­dü­rü­cü bir si­lâ­ha dö­nüş­tü­ğü her gün ya­şa­nan ör­nek­ler­le deh­şet­le iz­len­mek­te­dir. Bu du­rum­da biz âhir za­man müs­lü­man­la­rı, bel­ki her za­man­kin­den da­ha çok Al­lah’ın ki­ta­bı­na sa­rıl­ma­lı ve ora­da­ki hu­zur re­çe­te­le­ri­ni ya­şa­yı­şı­mız­la ör­nek­le­me­li­yiz. Hiç­bir olum­suz pro­pa­gan­da­ya ku­lak ver­me­den yü­ce Kur’an’ı da­ha çok oku­ma­lı, ehil mü­fes­sir­le­rin açık­la­ma­la­rın­dan fay­da­la­na­rak an­la­ma­ya ça­lış­ma­lı­yız. En önem­li­si, pey­gam­ber vâ­ri­si rab­bâ­nî âlim­ler et­ra­fın­da ke­net­le­ne­rek, bir­lik ve be­ra­ber­lik için­de hem ken­di kur­tu­lu­şu­muz adı­na hem de in­san­lı­ğa can­lı ör­nek ol­ma adı­na Kur’an ah­lâ­kı­nı ya­şa­ma­lı­yız.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy