Aramak

Hayat Dengemiz - Müslüman, Barıştan Yana Olan İnsandır

“Ey iman eden­ler! Hep bir­den ba­rı­şa gi­rin. Şey­ta­nın adım­la­rı ar­dı­na düş­me­yin. Çün­kü o (ara­nı­zı açan) apa­çık bir düş­man­dır.” (Ba­ka­ra 2/208) Eğer in­san­lık ta­ri­hi bir cüm­ley­le özet­len­mek is­ten­sey­di ona, “kav­ga ve ba­rı­şın ta­ri­hi” de­mek uy­gun olur­du. Ta­rih say­fa­la­rı­nı dol­du­ran bü­tün ça­ba­la­rın, bü­tün mü­ca­de­le­le­rin için­de bu iki kav­ram­dan bi­ri var: Ya kav­ga, ya ba­rış... Bü­tün in­san­lar, ilk in­san­dan son in­sa­na ya kav­ga­dan ya­na ol­du­lar ya da ba­rış­tan ya­na. İş­te fert­le­rin ve top­lum­la­rın ha­ya­tı­na bu ter­cih yön ver­di. Bu ter­cih­ler, yal­nız­ca ter­cih sa­hip­le­ri­nin ken­di ha­yat­la­rı­na yön ver­mek­le kal­ma­dı, baş­ka fert ve top­lum­la­rı da de­rin­den et­ki­le­di. Ta­rih bu­nun şa­hi­di­dir. Gü­nü­müz­de de du­rum böy­le­dir, ya­rın da böy­le ola­cak. Bü­tün var­lık­la­rın sa­hi­bi ve kâ­inat­ta­ki muh­te­şem âhenk ve ba­rı­şın ya­ra­tı­cı­sı rab­bi­miz, in­san­lık için ra­zı ol­du­ğu yo­lun “İs­lâm” ol­du­ğu­nu be­yan bu­yu­ru­yor. İs­lâm, hem ke­li­me ola­rak hem de kav­ram muh­te­va­sıy­la ba­rış an­la­mı­na da ge­li­yor. Bu yo­lu se­çen biz­ler, ya­ni müs­lü­man­lar da böy­le­ce ter­ci­hi­mi­zi ba­rış­tan ya­na yap­mış bu­lu­nu­yo­ruz. Evet, müs­lü­man ba­rış­tan ya­na olan in­san de­mek­tir. Yer­yü­zün­de kav­ga ve kar­ma­şa is­te­me­yen in­san de­mek­tir. Müs­lü­man ba­rı­şın, ada­le­tin ve hu­zu­run ya­nın­da, bü­tün boz­gun­cu­luk ve fit­ne­le­rin kar­şı­sın­da yer alan in­san de­mek­tir. Ni­te­kim ta­ri­hi­miz bo­yun­ca is­mi­mi­zin ta­şı­dı­ğı mâ­na şu­uru­nu ha­ya­tı­mı­za hü­küm-fer­mâ kıl­dı­ğı­mız dö­nem­ler­de bü­tün gay­ret ve mü­ca­de­le­miz ba­rı­şı ko­ru­mak ve ya­şat­mak için ola­gel­miş­tir. Hat­ta sa­vaş­la­rı­mız bi­le böy­le­dir. Rab­bi­mi­zin mu­ra­dı­nı doğ­ru an­la­yıp, onun­la ha­re­ket et­ti­ği­miz hiç­bir dö­nem­de sal­dır­gan­lar­dan ve kav­ga­cı­lar­dan ol­ma­dık. Kur­du­ğu­muz me­de­ni­yet­le­rin ek­se­ni ne­dir di­ye so­rul­sa, akl-ı se­lim sa­hi­bi her­kes iti­raf ede­cek­tir ki, ba­rış­tır. Bu­gün için de gay­ret ve ça­ba­la­rı­mı­zın ana fik­ri ay­nı­dır. Ya­ni ken­di­miz­le, kal­bi­miz­le ba­rış, bi­zim ve âlem­le­rin sa­hi­bi rab­bi­miz­le ba­rış ve ya­ra­tan­dan do­la­yı ya­ra­tı­lan­lar­la ba­rış. Evet, biz­ler ba­rış­çı­yız ve ba­rış­çı­la­rın ço­cuk­la­rı­yız. Bi­li­yo­ruz ki is­mi­mi­zin biz­le­re ka­zan­dır­dı­ğı ba­rış­çı kim­li­ği­mi­zi top­ye­kün mu­ha­fa­za et­ti­ği­miz sü­re­ce var oluş va­zi­fe­mi­zi ifa et­miş ola­ca­ğız. Var oluş va­zi­fe­si­ni ifa ede­bi­len in­san­lar­dan ola­bil­me­nin te­mel şar­tı mu­hab­bet­tir. Mu­hab­be­ti te­min için, rab­bi­mi­zin hoş­lan­ma­dı­ğı şey­ler­den kal­bi­mi­zi te­miz­le­mek ve nef­si­mi­zin esa­re­tin­den kur­tul­mak mec­bu­ri­ye­tin­de­yiz. Hiç de­ğil­se ni­ye­ti­mi­zi bu yön­de ku­rup, böy­le bir gay­re­tin yol­cu­la­rı ara­sı­na ka­tıl­mak zo­run­da­yız. An­cak o za­man ara­mız­da­ki kav­ga­lar son bu­la­cak, Al­lah’ın biz­den is­te­di­ği kar­deş­lik ve bir­lik be­ra­ber­lik müm­kün ola­cak­tır. Müs­lü­man­lı­ğı­nı ilân et­miş bu­lu­nan her­kes, bu ah­din­den vaz­geç­me­dik­çe kar­deş­tir. İna­nan­lar, kar­deş­le­ri­nin ku­su­ru­nu ara­mak ye­ri­ne, bir­bir­le­ri­ne hak­kı ve sab­rı tav­si­ye eder­ler. Üze­rin­de ya­şa­dı­ğı top­ra­ğın be­de­li­ni faz­la­sıy­la öde­miş bu­lu­nan ve ha­len öde­me­ye de­vam eden biz­ler, he­pi­miz ay­nı ta­ri­hin, ay­nı me­de­ni­ye­tin ev­lât­la­rı­yız. İçi­miz­de, bu ger­çe­ği za­man za­man unut­ma eği­li­min­de olan­lar var­sa, bu du­ru­mu po­le­mik ve kav­ga ko­nu­su yap­mak­sı­zın en iyi yol­la on­la­rı ikaz et­mek va­zi­fe­siy­le mü­kel­le­fiz. Bu­nu ya­par­ken, her adım­da rab­bi­mi­zin rı­za­sı­nı gö­ze­te­rek ve ni­ye­ti­mi­zi her an ta­ze­le­ye­rek ha­re­ket et­me mec­bu­ri­ye­ti­miz var­dır. Al­lah’ın rı­za­sı­nı saf ve ka­tık­sız bir şe­kil­de he­def­le­me­yen ni­yet­ler­le yü­rü­tü­len ça­ba­lar bâ­tıl­dır ve red­de­dil­miş­tir. Ay­rı­ca mü­mi­nin ni­ye­ti­nin ame­lin­den da­ha ha­yır­lı ol­du­ğuha­dis-i şe­ri­fi­ni de unut­ma­ma­lı­yız (Ta­be­râ­nî, el-Mu‘ce­mü’l-Ke­bîr, nr. 5942; Bey­ha­kî, Şu­abü’l-İmân, nr. 6860; Ebû Nu­aym, Hil­ye­tü’l-Ev­li­yâ, 3/255; Sü­yû­tî, el-Câ­miu’s-Sa­gîr, nr. 9296). Mâ­lûm­dur ki ame­le ri­ya gi­re­bi­lir, ni­ye­te gir­me­si ise müm­kün de­ğil­dir. Özel­lik­le, Al­lah’ın di­ni­ni baş­ka ni­yet­le­ri­mi­zin önü­ne meş­ru­iyet mal­ze­me­si ola­rak kul­lan­ma ih­ti­ma­li­ni kal­bi­miz tit­re­ye­rek he­sa­ba kat­mak zo­run­da­yız. Bu bü­yük ve­bal­den ateş­ten ka­çar­ca­sı­na kaç­mak, her adım­da uya­nık ol­mak kul­luk va­zi­fe­mi­zin tar­tı­şıl­maz bir ge­re­ği­dir. Müs­lü­man yer­yü­zün­de Al­lah’ın ha­li­fe­si­dir. He­de­fi ubû­diy­yet va­zi­fe­si­ni ye­ri­ne ge­tir­mek­tir. Fer­dî ve sos­yal va­zi­fe­ler­le il­gi­li bir ac­zi­yet ve te­red­düt söz ko­nu­su ise, “kal­bi Al­lah’ın zik­rin­den ga­fil olan­la­ra tâ­bi ol­ma­mak” mut­la­ka dik­ka­te alın­ma­sı ge­re­ken öl­çü­dür. İs­lâm’ın biz­den is­te­di­ği edep, ina­nı­yo­ruz ki bu şu­ur­da ha­yat bu­la­cak­tır. Bi­li­yo­ruz ki, “ger­çek­ten ina­nı­yor­sak Al­lah kal­bi­mi­zi doğ­ru yo­la ile­te­cek­tir.” Tev­fik an­cak Al­lah Te­âlâ’dan­dır.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy