İstanbul’un fethinin 29 Mayıs’a denk düşmesi mayıs ayının ülkemizde fetih ayı olarak kutlanmasının bir vesilesidir. Ancak bu kutlamaların sadece demeç ve hamasî nutuklarla geçiştirilmesi, fetih kavramının hangi ruhu ifade ettiğinin çoğu kez gözden kaçmasının da sebebidir.
Savaşların, yıkımların, istilâların ve soykırımların gündemden düşmediği günümüz dünyasında, İslâm fethinin farkının ne olduğu iyi anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. Tarih sayfalarımızı dolduran olayların muhasebesini yapabilmek için fetih ruhunu anlamak zorundayız. Ancak bu şekilde bunalımını yaşadığımız kimlik sorunumuzu aşabilir, tarihimizle yeniden barışabiliriz.
Fethi nasıl anlamalıyız? Fetih, Allah’ın mülkünde Allah’ın adının yüceltilmesi (i‘lâ-yi kelimetullah), kalplerin ve ülkelerin Allah’ın rahmetine ve adaletine açılması davasıdır. Bu tarif aslında Hz. Peygamber’in (s.a.v) örnek hayatının ve vazifesinin bir yansımasıdır.
Gerçekte fetih ruhu müminlere Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) miras kalmıştır. O, önce insanların gönüllerini fethetti, sonra bağrında Beytullah’ı barındıran Mekke şehrini...
Her iki fetih de aynı amaç için yapılmıştı. İnsanın içinde ve Mekke şehrindeki Beytullah’ı, yani Allah’ın evini Allah’tan gayri olanlardan temizlemek. Böylece fethi mânevî ve maddî diye ayırsak da, amacın Allah için olması esastır. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v),
“Kim Allah’ın adını duyurmak ve dinini yaymak için savaşırsa o Allah yolundadır; diğerleri değil” buyuruyor. (Buhârî, İlim, 45; Müslim, İmâre, 149; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/392)
Eğer fetih Allah için olmazsa o mücadele Allah katında boş bir dava olmaktan öteye gidemez. Buna fetih de denemez. Bunun adı artık fetih değil, belki bir “nasiplenme” dir. Yani pay alma, işgal etme, üstün olma ve sömürü davasıdır. İşte fethi diğer mücadelelerden ayıran temel fark da budur.
Fetih denilince hiç şüphesiz ilk akla gelen, rabbimizin habîbine müjdesini vahiyle bildirdiği Mekke-i Mükerreme’nin fethidir. Yani “feth-i mübin”dir. Bu fetih, fetihlerin en büyüğü ve anlamlısıdır. Zira Mekke-i Mükkereme görünürde bir yeryüzü parçası, hakikatte ise kâinatın kalbi hükmündedir. Bu sebeple bu şehrin fethinde zâhirî ve bâtınî pek çok hikmet ve dersler vardır.
Mekke-i Mükerreme, Beytullah’ı bağrında taşır. Beytullah ise Allah Teâlâ’nın vahdâniyyetinin simgesi ve kıblesidir. Allah Teâlâ, Kâbe’ye yönelmeyi Allah’a yönelmekle bir tutmuştur. Bu sebeple Kâbe’nin putlardan temizlenmesi ve asıl kimliğine kavuşması gerekiyordu. Belki bütün yeryüzü fetholunup yalnız Mekke-i Mükerreme kalsaydı, fetihler temsil ettikleri mânaya eremeyecek ve tevhid yeryüzünde ikame edilmiş olmayacaktı. Bu fetih, hakkın hâkimiyeti ve bâtılın yok olmasının da bir göstergesidir.
Mekke-i Mükerreme’nin fethi, sonraki bütün fetihlerin anası olacak ve her fetih mesajını ve ruhunu bu fetihten alacaktı. Tarih boyunca bütün aklıselim sahipleri, kan dökülmeden en büyük fethin nasıl gerçekleştiğini idrak edecek, böylece en büyük fatih olan Habîb-i Kibriya’nın (s.a.v) nasıl gönüllere hükmettiğini de anlayacaklardı.
Bu mukaddes fetih şu mesajı vermektedir: Fetihlerde asıl olan kalplerin fethidir. Ülkelerin fethi ise bu asıl fethin tabii sonucudur. Bu sebeple tarih boyunca fetihlerin kalıcı olduğunu, ancak zulüm ifadesi olan işgallerin ise kısa ömürlü olduğunu görürüz. Çünkü işgaller, fıtrata aykırı olarak gönüllere baskı uygularken, fetih ise insan fıtratını okşar.
Fethin çağrıştırdığı en önemli mâna şudur: Yeryüzünün kalbi hükmündeki Kâbe’nin putlardan temizlenmesi insanlığın kurtuluşu için nasıl hayatî bir önem taşıyorsa, beden ülkesinin merkezi olan insan kalbinin de, her türlü putlardan ve mâsivâdan temizlenmesi de aynı şekilde hayatî önem taşımaktadır. Mekke-i Mükerreme’de nasıl Kâbe Beytullah ise kalbimiz de Beytullah’tır. Unutulmamalıdır ki, bedenimizdeki Beytullah’ın yıkılması Mekke-i Mükerreme’de bulunan Beytullah’ın yıkılmasından daha büyük bir cürümdür. Çünkü Beytullah, Allah’ın evi olarak vasfedilmekle beraber insan eliyle inşa edilmiştir. Oysa insan kalbi bizzat rabbimizin yaratmasıyladır. Dolayısıyla yaratıcısına binaen kalbin fethi daha hayatî bir önem taşımaktadır.
Büyük fethin işaret ettiği diğer bir önemli mâna da şudur:
Bu fetih göstermiştir ki, fetihler kâmil rehberlerin eliyle nefsini terbiye ve tezkiye edebilmiş vasıflı müminlerin gayretleriyle gerçekleşebilir. Nefis terbiyelerini tamamlayamayanlar ne gönülleri fethedebilir ne de ülkeleri...