NEFSİN İÇİN AĞLA!
14. yüzyılın meşhur sûfî âlimi, Şazeliyye tarikatının pirlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhû “Tâcü’l-Arûs” adlı eserinde namazla ilgili şu dikkat çekici uyarıları yapar:
Sahibini hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoymayan namaza namaz denilmez. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“(Rasulüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”(Ankebût 45)
Halbuki sen namazdan, Allah Tealâ’ya yaptığın, “Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.” (Fâtiha 5) yakarışının gereğini yerine getirmeden çıkıyorsun. Yine, “Ey Nebi! Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun” derken, O’nun huzurunda olduğunu düşünmeden selam verip namazdan çıkıyorsun.
Bunları her namazda söylersin, ama Allah’ın sana ihsan ettiği bunca nimetten sonra kalkıp günah işlersin.
Şeyh Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî rahmetullahi aleyhten şöyle bir olay nakledilir:
İskenderiye’nin kadısı ve fakihleri şeyhin yanına gelip giderlerdi. Bir defasında şeyhi imtihan etmek için geldiler. Şeyh onların niyetini sezdi ve;
– Ey Fakihler! Siz hiç namaz kıldınız mı, diye sordu. Onlar;
– Ey Şeyh! Bizden hiç kimse namazını terk etmez, dediler. Bunun üzerine Şeyh onlara şöyle dedi:
– Cenab-ı Hak, “Gerçekten insan pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir. Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar, ki onlar namazlarında devamlıdırlar.” (Meâric 19-23) buyurmuştur.
Halbuki siz böyle değilsiniz. Size bir zarar dokunduğunda sızlanır, feryat edersiniz. Bir nimete kavuştuğunuzda ise pintilik edersiniz. Şeyhin bu sözleri üzerine herkes sustu. Bunun üzerine şeyh şöyle dedi:
– Siz hiç böyle bir namaz kılmamışsınız!
Eğer sana tevbe ihsan edildiyse, Allah Tealâ’nın fazlu keremi ile O’na tevbe etmişsindir. Sen yetmiş sene günah işlersin de O, bir tevbenle bu kadar zaman işlediğin bütün günahlarını siler. Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan kimse gibidir. Mümin günahını hatırladığı zaman hüzünlenir, taatlerini hatırladığı zaman ise sevinir.
Lokman Hekim şöyle demiştir:
“Müminin iki kalbi vardır; biriyle ümit eder, diğeriyle korkar. Amellerinin kabul edilmesini ümit ederken, kabul edilmemesinden de korkar. Şayet müminin korkusu ile ümidi tartılacak olsaydı ikisi eşit gelirdi.”
Kalbini, Yüce Mevlâ’nın emirlerinden yapamadıklarının pişmanlığıyla yıka. Allah’a yemin ederim ki, insanlar hanımlarının, kocalarının, anne babalarının ve çocuklarının ölümünden dolayı feryat edip ağlamakla hata ediyorlar. Halbuki onlara gereken, kalplerinde Allah korkusunu kaybetmelerinden dolayı feryat etmektir. Sanki Sırat Köprüsü’nden geçmişsin ve cehenneme düşmekten kurtulmuşsun gibi kahkaha ile gülüyorsun! Nefsinle baş başa kaldığında seni günahlardan alıkoyacak bir verâya sahip değilsen dövün, başına toprak saç.