Aramak

HZ. MEVLANA KUDDISE SIRRUHÛ VE MEVLEVIYYE YOLU

İslâm beldelerinde ilim ve zikir halkalarının kurulmasına, kâmil insanlar yetişmesine vesile olan tasavvuf yollarından biri de Mevleviyye tarikatıdır. Pîri Hz. Mevlâna Celaleddin Rûmî kuddise sırruhûdur. Hz. Mevlâna hicri 604, miladi 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içinde bulunan Belh şehrinde doğmuştur. Hz. Ebubekir radıyallahu anh soyundan gelen köklü bir aileye mensuptur. Babası Bahaüddin Veled, “Sultânü’l-Ulemâ: Âlimlerin Sultanı” lakabıyla anılan seçkin bir âlim ve âriftir. Hz. Mevlâna ilk eğitimini babasının halifesi Burhaneddin Tirmizî hazretlerinden alır. Babası hicret kararı aldığında henüz çocuk yaştadır. Ailesi önce Hicaz’a, oradan Diyar-ı Rûm denilen Anadolu’ya geçer. Bu sırada Belh şehri Moğollar tarafından istila edilir. Anadolu topraklarında en uygun ilmî ve manevi ortamı arayan Bahaüddin Veled hazretleri sırasıyla Malatya, Erzincan ve Akşehir’i dolaşmış, nihayet Larende’de karar kılmıştır. Burada bir müddet müderrislik yaptıktan sonra Selçuklu hükümdarı Sultan Alaaddin’in davetiyle Konya’ya gelmiştir. Konya’da büyük bir ilgiyle karşılanan ve her türlü imkân sunulan Bahaüddin Veled hazretleri iki yıl sonra vefat etmiştir. Bu sırada Hz. Mevlâna yirmili yaşlardadır ve babasının vefatının ardından Larende’ye geri döner. Vefalı bir üstad Bugün Özbekistan sınırları içinde bulunan Tirmiz’de yaşayan Seyyid Burhâneddin, aldığı manevi işaretle Hz. Mevlâna’nın zâhir ve bâtın terakkisini üstlenmek üzere yola revan olur. Konya’ya gelip şeyhinin kabrini ziyaret eder. Bir mektup yazarak Hz. Mevlâna’yı Larende’den Konya’ya çağırır. Bu süre içerisinde Sincari Mescidi’nde inzivada kalır. Babasının vefatının ardından Konya’dan ayrılan Hz. Mevlâna, üstadının Konya’ya gelmiş olmasına çok sevinir, yanına döner. Seyyid Burhâneddin Hz. Mevlâna’ya babasının hem zâhirde hem de bâtında çok büyük bir âlim olduğunu, kendisinin de onu takip ederek her iki ilmi de kâmilen tahsil etmesini tavsiye eder. Önce onu Halep ve Dımaşk medreselerine yollar. Döndüğünde Kübreviyye tarikatı üzere seyr ü sülûka başlatır. Manevi kabiliyetiyle tasavvufî mertebeleri hızla aşan Hz. Mevlâna Kübreviyye yolu üzere hilafet alır. Bu vakitten itibaren tedris ve irşad faaliyetlerini birlikte yürütmeye başlar. Medresede talebe yetiştirir, camide halkı irşad eder. Seyyid Burhâneddin’in Konya’daki vazifesi tamam olunca Kayseri’ye dönmek ister. Ancak Hazret-i Pîr, mürşidi ve babasının yakını olan bu bilge zatı bırakmak istemez. Seyyid Burhâneddin kararından dönmez, fakat mürşidinin oğlu ve kâmil bir velî olan Mevlâna’yı incitmekten de sakınır. Nakledildiğine göre şu sözlerle müsaade ister: “Kuvvetli bir aslan yola çıktı. Ben de bir aslanım. İki kuvvetli aslan aynı yerde kolay geçinemez.” Böylece o, Hz. Mevlâna’nın hayatında derin izler bırakacak olan Hz. Şems’in geleceğini müjdelemiştir. Kayseri’ye geçen Burhâneddin Tirmizî hazretleri orada gönülleri fethetmiş 1241 senesinde orada vefat etmiştir. Allah Tealâ makamını âlî eylesin. Sırlı bir dost: Şems-i Tebrizî Hz. Mevlâna, Şems-i Tebrizî ile dostluğa hazırlatılırken aynı şekilde Hz. Şems de Mevlâna ile dostluğa hazırlanır. Nefahâtü’l- Üns adlı eserde Molla Cami hazretlerinin belirttiğine göre Şems-i Tebrizî kuddise sirruhû bir gün Baba Kemal’in şu hayır duasını alır: “Hakk Tealâ sana öyle bir dost ihsan etsin ki, o senin yerine hakikatleri söylesin. Kalbindeki hikmet ırmakları onun dilinden aksın.” Baba Kemal’in bu duası Hz. Mevlâna’yı muştular gibidir. Şems-i Tebrizî, şeyhinin işaretiyle seyahatlere başlar. O, nevi şahsına münhasır bir sûfîdir. Âlimlerin ağırlandığı medrese ya da divanlarda kalmaz. Yıllar süren ilmî faaliyetlerine rağmen bir âlimden çok Türkmen dervişine benzer. Çıktığı seyahatlerde İslâm beldelerini gezer. Şam, Halep, Erzurum, Erzincan, Sivas, Aksaray, Kayseri gibi şehirlerde ilim ve irfan meclislerine katılır. Nihayet 1244 senesinde Konya’ya ulaşır. Konya’da Sultanü’l-Ulema Bahâeddin Veled’in kabrini ziyaret eder ve oğlu Mevlâna Celâleddin Rumî’yi beklemeye başlar. Hz. Pîr medreseden çıkmış, bineğinin üzerinde kalabalık bir toplulukla mescide doğru ilerlemektedir. Şems-i Tebrizî kafilenin önüne geçer, Hz. Mevlâna’nın bineğinin dizginini tutar. – Ey müslümanların imamı! Bayezid Bistâmî mi büyük yoksa Hz. Mustafa mı, diye sorar. Bu soruyla ruh hali değişen Hz. Pîr, Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin dünyadakilerin en üstünü olduğunu anlatır. Beklediği cevabı alan Şems-i Tebrizî asıl sorusunu yöneltir: – Peki neden Allah Rasulü sürekli istiğfar ediyor, Rabbine “Seni hakkıyla bilemedik” diyor da Hz. Bayezid, “Şanım ne yüce, ben sultanlar sultanıyım!” diyor? Hz. Pîr cevaben, manevi yakınlığın bir damlasıyla Bayezid-i Bistamî’nin susuzluğunun dindiğini, idrak bardağının dolduğunu söyler. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin ise kalbinin İnşirah suresinde buyrulduğu üzere genişletildiğini, dolayısı ile her gün daha fazla manevi yakınlığa ulaştığını ve sürekli bir önceki makamına istiğfar ettiğini anlatır. Bu cevabı beğenen Hz. Şems, kendisine muştulanan dostun Hz. Mevlâna olduğuna kanaat eder. Orada manevi bir hal yaşayarak bayılıp düşer. Hz. Pîr bu zâtın sıradan biri olmadığını anlar ve medreseye götürülmesini ister. Burhâneddin Tirmizî’nin bahsettiği ve kendisinin bir süredir beklemekte olduğu manevi aslanın bu zat olabileceğini düşünür. Hz. Mevlâna, Hz. Şems’e verdiği cevapla âlimlik, mürşidlik gibi payelerin nihaî hedef olmadığına, sürekli terakkinin devam ettiğine ve daha varılacak çok menzil olduğuna işaret etmiştir. O, Hz. Şems’in soruları esnasındaki ruh halini daha sonraları “Büyük bir ateş içimde yükseliyor, beynime vuruyordu.” şeklinde anlatmıştır. İlimden irşada Hz. Mevlâna ilmî eserleri mütalaa ederken Şems-i Tebrizî gelir ve kitaplar hakkında bilgi alır. Her âlim gibi Hz. Pîr de kitaplara itina göstermektedir. Bu eserlerin arasında babasının el yazmaları da bulunmaktadır. Hz. Şems bir hamlede kitapları önlerindeki havuza iter. Hz. Mevlâna bu ani hareket karşısında bir şey yapamaz ve özellikle babasından yadigâr notların havuza düşmesine çok üzülür. Karşısındakinin sırlı biri olduğu bilmektedir ama “Ah derviş, ne yaptın!” demekten kendini alıkoyamaz. Şems-i Tebrizî kitapları geri çıkarmaya başlar. Sanki hiç biri suya düşmemişçesine kuru olan kitapları göstererek “İşte bu, hâl ve zevktir.” der. Adeta Hz. Mevlâna’yı ledünnî deryada açılmaya, yeni manevi menzillere birlikte kürek çekmeye davet eder. Bu hadiseden sonra Hz. Mevlâna, Şems’e tâbi olur. O da medrese derslerini bırakmasını ister. Hz. Mevlâna dersleri bırakır. Bu durum Konya’da şaşkınlıkla karşılanır. Hz. Pîr’e son derece değer veren ahali Şems-i Tebrizî’nin varlığından her geçen gün daha fazla rahatsız olmaya başlar. O geldikten sonra çok sevdikleri Hz. Pîr’in yakınlarıyla ve halkla olan irtibatı zayıflamıştır. Şehrin ileri gelenleri Hz. Şems’i “kim olduğu belli olmayan bir derviş” olarak nitelendirir ve Hz. Mevlâna’yı da ona uymakla eleştirirler. Bu söylenti ve dedikodular Sultan Alaeddin’e kadar ulaşır. Ancak o, Hz. Mevlânâ’ya karışılmasını doğru bulmaz. Hz. Şems Konya’ya geldikten bir yıl sonra aniden şehirden ayrılır. Hz. Mevlâna, Şems gibi büyük bir velînin incitilmesinden ve şehirden ayrılmasından ıstırap duyar. Bir müddet sonra Şam’da olduğuna dair bir haber alır. Oğlu Sultan Veled’le birlikte bir heyet gönderir. Böylece Hz. Şems yeniden Konya’ya gelir. Ancak kısa bir müddet sonra, 1247 senesinde ortadan kaybolur ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Bu ayrılıktan sonra Hz. Mevlâna halkla ve yakınlarıyla irtibatı neredeyse tamamen keser. Oğlu Sultan Veled’i yanına çağırarak halifesi Selahaddin Zerkub’a tâbi olmalarını emreder. Kendisi de bundan sonra Selahaddin Zerkub kuddise sırruhûyu haldaş edinir. Mesnevî’nin yazılışı Selahaddin Zerkub hazretlerinin on yıl sonra vefat etmesiyle Hz. Mevlâna müritlerini halifesi Hüsameddin Çelebi’ye havale eder. Kendisi de onunla yakınlaşıp dostluk kurar. Mevlâna hazretlerinin meşhur eseri Mesnevî işte bu dönemde yazılır. Mesnevî’nin ortaya çıkmasında Hüsameddin Çelebi’nin teşvikleri, yazım ve karşılıklı kontrol sürecinde de emekleri vardır. Böylece Hz. Pîr’in “Şeb-i Arus” olarak nitelediği vefat gününden evvel 6 cilt ve 25.700 beyitlik Mesnevî tamamlanır. Hz. Mevlâna her cildin önsözünde Mesnevî’nin manevi faydalarından bahsetmiştir. Bu kitabın Hakk yolcularının gözünü aydın edecek manevi işaretlerle dolu olduğunu söylemiştir. Şu benzetmeyi yapar: “Bahçeler nasıl gök gürleyince yağmur gelecek diye sevinir, gözler nasıl uykuyla huzur bulursa, Mesnevî’yi görünce de âriflerin gönülleri öyle neşelenir. Mesnevî ruhların huzuru, bedenlerin şifasıdır. Tam da ihlâs sahiplerinin sevip istedikleri, sâliklerin dileyip arzuladıkları gibidir. Gözlere nurdur, ruhlara neşedir. Devşirenlere meyvelerin en güzeli, en iyisidir. Dileklerin, isteklerin en hoşu, en ulusudur.” Hz. Mevlâna, eseri okuyup ondaki işaretleri anlayarak amel edenlerin gönüllerinde, kadınların mücevher edindiklerinde duydukları sevinçten daha büyük bir sevinç ve neşe hâsıl olacağını belirtir. Böylece sâlikin Allah sevgisiyle dolacağına işaret eder. Mesnevî’nin ilim ve amel ehline bir mükâfat, gecede dolunay, yitirilmişken geri gelen mutluluk gibi olduğunu söyler. Bir de eserin sadece şiir ya da edebiyat olarak görülmemesini tembihler. Hz. Mevlâna’nın Mesnevî dışında Fîhi Mâ Fîh, Divan-ı Kebir, Mecâlis-i Seb’a gibi başka eserleri de bulunmaktadır. Hicri 672 (17 Aralık 1273) tarihinde ahirete irtihal etmiştir. Allah Tealâ sırrını âlî eylesin. Ana hatlarıyla Mevleviyye tarikatı Hz. Mevlâna vefat ettiğinde müridlerin başında Hüsameddin Çelebi bulunuyordu. O da 1292 senesinde vefat edince yerine Hz. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled geçmiştir. Babası gibi müderris olan Sultan Veled irşadını medrese ve camide sürdürmüştür. Onun döneminde Hz. Pîr’in kabrine kubbe ve kabrin yanına küçük bir zâviye yapılmıştır. 1330’lu yıllarda Anaoluyu gezen meşhur seyyah İbn Batuta Konya’ya uğramış, Hz. Mevlâna’nın türbesi yanındaki zâviyede fakirlerin doyurulduğundan bahsetmiştir. Mesnevî’den de bahseden seyyah; “Anadolu halkı Mesnevî’ye çok değer veriyor. Onu anlamaya çalışıyor. Cuma geceleri tekkelerde toplanıp Mesnevî dersleri yapıyorlar.” der. Tarihe düşülen bu notlar, Mesnevî’nin daha yazıldığı dönemlerden itibaren yayılıp sahiplenildiğini gösterir. 1502’de yazılan ve Sâdât-ı Nakşibendiyye’ye dair temel eserlerden olan Reşehat’ta da Mesnevî’den pek çok beyit bulunur. Yakub Çerhî hazretleri de Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini şerhetmiştir. Bu durum, özellikle ilk asırlarda Nakşibendiyye meşayihinin bu eserle ciddi şekilde ilgilendiğini gösterir. Sultan Veled’in ardından irşad makamına geçen Ulu Arif Çelebi İslâm memleketlerini dolaşmış, devlet adamları ve yöneticilerle temas kurmuş ve Mevlevî adabını tanzim etmiştir. Âdil Çelebi döneminde (1421-1460) ise Mevlevî adap ve erkânı bugünkü bilenen şeklini almıştır. Bu yüzden Âdil Çelebi’ye “İkinci Pîr” denilir. Kendine has kıyafetleri, sema meclisi, mukabelesi, diğer adap ve erkânı ile Mevleviyye tarikatı her zaman dikkat çekmiştir. Hz. Mevlâna İslâm tarihinin en meşhur şahsiyetlerindendir. İsmi sadece Türkiye’de ya da müslümanlar arasında değil, dünyanın dört bir yanında bilinmekte ve saygıyla anılmaktadır. Hz. Pîr’in eserlerinin muhtelif dillerdeki çevirileri pek çok ülkede çok satan kitaplar arasında yer almaktadır. Her yıl vefat yıldönümünde düzenlenen “Şeb-i Arus” merasimine dünyanın değişik yerlerinden onlarca gayrimüslim de katılmakta, özellikle Mesnevî ve Divan-ı Kebir’den etkilenen birçoklarının kalbi hidayete açılmaktadır. Günümüzde sema ve Mesnevî’ye dair suistimaller olsa da; “Bu can bu tende oldukça, Hazret-i Kur’an’ın kölesiyim, Hazret-i Peygamber’in mübarek yolunun toprağıyım” diyen Hz. Mevlâna’nın irşadı devam etmektedir. O imanla şereflenmiş sinelere; “Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimiz’in yolundan yürüyüp bu yolu ihya etmelidir.” diyerek her Rabbânî âlim gibi akide ve amel boyunda sünnetten ayrılmamayı tembihlemektedir. Cenâb-ı Hakk, Hz. Pîr’in ve ismi geçen diğer zâtların sırrını mukaddes, makamlarını âlî eylesin.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy