Aramak

Merhamet Yokuşunda Tıkanmak

Merhamet imkân meselesi değil, iman meselesidir. Mümin, birisine acıdığında, “benim elimden bir şey gelmez” bahanesine sığınmadan yapabileceğinin azamisine niyetlenip merhametin sarp yokuşuna yönelen insandır.

Beled suresinde, birini tutsak edildiği boyunduruktan kurtarmak ve kıtlık zamanlarında yetimi, yoksulu doyurmak akabe’ye, yani “sarp bir yokuşa” benzetilir. Müfessirler bu benzetmenin, merhamet eseri böyle davranışları tercihin ve sergilemenin zorluğunu anlatmak için yapıldığını söyler. Sarp bir yokuşu tırmanmak meşakkatlidir çünkü. Zaten surede bunun öncesinde mealen “insanın türlü sıkıntı ve zorluklara muhatap olacak ama bunlara göğüs gerecek bir donanımda yaratıldığı” beyan buyurulmaktadır. Öte yandan hep söylendiği üzere “dünya imtihan dünyasıdır” ve imtihan “sıkıntı ile sınanmak” demektir.

Tefsirlerde “birini boyunduruktan kurtarmak”, köle azat etmekten insanın kendisini nefs-i emmâresinin tasallutundan kurtarmasına kadar bir dizi örnekle açıklanır. Nefsin hoşuna gitmeyen bir bedel ödemeyi ve gayreti gerektirdiğinden mihnet yani zorluktur. Yetim, yoksul yahut kimsesizlerin doyurulup gözetilmesi için ise açlık, kıtlık, darlık, yokluk zamanları özellikle vurgulanır. Yani muhtaçlara sadece bollukta değil, darlıkta da yardım edilecektir. İnfak için kifayet fazlasına sahip olmak beklenmeyecek, elde olan neyse bölüşülecektir. Yoksulun yoksunluğuna da ortak olunacaktır ki bu dahi mihnettir.

Böyle zorluklarını göze alarak akabe denilen o sarp yokuşa yönelmek, şüphesiz kâmil imanın iktizası bir merhametle mümkündür. Şu halde “akabe”yi “merhamet yokuşu” diye anlamakta bir beis yoktur.

İmkânla değil imanla alakalı

Birine acıyarak, şefkat göstererek yardım etmek, destek olmak anlamına merhamet, Allah Tealâ’nın Rahman isminin kalplerdeki tezahürüdür. Hadis-i şerifte, “Hiç şüphe yok ki merhamet duygusu Rahman’dan bir cüzdür.” buyurulmuştur (Buharî, Edeb 13). Cenâb-ı Mevlâ Rahman ismiyle canlı cansız bütün mahlûkata ikramda bulunur. Kendisine asi olanların da rızkını verir; onları susuz, havasız, nimetsiz bırakmaz. Bu sebeple müslümandan beklenen, dini, dili, ırkı ne olursa olsun bütün mazlum, mağdur, zayıf ve düşkünlere merhamet göstermesidir.

Ancak sadece kalpte kalan, eyleme dönüşmeyen acıma ve şefkat duygusu merhamet değildir. Eyleme dönüştürmeyi de belli davranışlara indirgeyip daraltmamak gerekir. Gücümüz yetiyorsa mazlumu koruyup kollamak, düşeni tutup kaldırmak, yoksula maddi yardımda bulunmak, ihtiyaç sahipleriyle imkânlarımızı bölüşmek elbette merhamettir. Bunları yapamıyorsak bir şekilde dara düşüp bize sığınanların derdini paylaşarak tatlı sözlerle onları rahatlatmak, kusurlarını müsamaha ile karşılamak, kabahatlerini affetmek, ötekileştirip incitmemek de merhamettir. Çünkü merhamet imkân meselesi değil, iman meselesidir. Mümin, birisine acıdığında, “benim elimden bir şey gelmez” bahanesine sığınmadan yapabileceğinin azamisine niyetlenip merhametin sarp yokuşuna yönelen insandır. Nitekim küfür ehli, imkânlarının olanca genişliğine rağmen merhamet yokuşuna tırmanmayı göze alamaz.

Başta zikrettiğimiz Beled suresi, bir rivayete göre bu hakikate işaret eden bir olay üzerine nazil olmuştur. Pek çok müfessire göre surede; gücüyle, yiğitliğiyle, malının mülkünün çokluğuyla ve servetini göz kırpmadan harcamasıyla övünen Ebu’l-Eşdeyn isimli bir müşrikten bahsedilmektedir. O’na “haydi, dediğin kadar yiğitsen sana teklif edilen iki yoldan daha zor olanına, akabeye, yani merhameti gerektiren sarp yola tırman da görelim” denilir. Ebü’l-Eşdeyn bunu göze alamaz, yan çizer.

Yaygınlaşan nefret dili

Bugün de böyle değil midir? Maddi yönden kalkınmış, millî geliri yüksek, ekonomisi güçlü, üstelik insan hakları havarisi geçinen Batılı toplumların, sığınmacılar ve başka coğrafyalarda açlıktan ölen insanlar karşısında sergiledikleri duyarsızlık başka neyle izah edilebilir ki? Hem de ateşledikleri fitne ile, işgal ve kaynak sömürüsü ile insanları yerinden yurdundan eden, yoksul düşüren kendileri değilmiş gibi... Yaptıkları yardımlar, kuyudan su çekmek için hava boşluğunu almak üzere emme basma tulumbaya dökülen su mesabesindedir. Ya da yıktıklarının binde birini bile yapmaya yetmeyecek bu miktarlar yeni sömürü ve müdahalelere kapı aralayan, ucuza getirilmiş bir imaj yatırımıdır. Yaban hayatını korumak için ayrılan yüklü fonlar, neslini kuruttukları hayvanlardan arta kalan birini bulup kurtarmaya ve yaşatmaya çalıştıklarına dair gösterişli mizansenler de merhametsizliklerini maskeleyen imaj çalışmalarından. Kıyıya vuran bir balinayı kurtarma tiyatrosu, kıyıya vuran bir göçmen botunu delerek batırdıklarını unutturma oyunu. Ama insaniyet yoksunluklarını özellikle de mültecileri şeytanlaştırarak perdeleme çabası, daha çok başvurdukları bir yöntem.

Maalesef bu yöntem bizde de revaç buldu. Son zamanlarda Afganistan’dan gelecek yeni bir göç dalgasına maruz kalacağımız iddiaları, başta Suriyeli kardeşlerimiz olmak üzere ülkemize sığınan başka tâbiyetten insanları bir kere daha ve asaletimize yakışmayan bir nefret ve şiddet diliyle gündeme taşıdı. Bu dil bizde de zengin, müreffeh, Batılılaşmış, laik veya seküler çevrelerde yankılandı daha ziyade. Oysa bunlar sığınmacılarla en az teması olan insanlardı. Muhtemelen şimdiye kadar hiçbir Suriyeliye yardım etmemişlerdi ve bundan sonra da etmeyeceklerdi. Lüks harcamalarından küçücük bir meblağ kısıp onlara vermeyi, kedi köpeklerine gösterdikleri ilginin zerresini onlara göstermeyi belki akıllarından bile geçirmemişlerdi.

Merhametten maksat ne?

Yanlış anlaşılmasın; mahlûkatın cümlesine ve tabii ki hayvanlara da merhamet edilir. Fakat benzer zaruret hallerinde insanların öncelenmesi bir yana, hayvanlara merhamet insanlara merhametin alternatifi değildir. Daha önemlisi hayvanlara veya insanlara merhamet ettiği iddiasında bulunan bir kimse, acınacak durumdaki başka muhtaç ve düşkünlere karşı kin, nefret, öfke ve düşmanlık gösteremez. Çünkü bu haller merhametsizlik alâmetidir.

Sığınmacılara tahammül edemeyen kesimden bir kısım insanların kedi köpek düşkünlüğü ya bir özentiden ibarettir ya da vicdanlarını ucuz ve kolay yoldan rahatlatma gayretidir. Böylelerini incitmek gibi bir niyetimiz olmadığından bu psikolojiyi tahlile girmeyelim ama şunu söyleyelim:

Dinimizin teşvik ettiği merhamet, merhamet edenin vicdanını rahatlatmak için gösterilmez. İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh, bir kimseye acıyan kişi eğer bu acımanın verdiği sıkıntıdan kurtulmak ve böylece rahatlamak için yardım ederse, bu sahih bir merhamet olmaz, der. Ona göre merhamette asıl maksat, kişinin kendisini değil, yaptığı iyilik veya yardımla muhtaç ve çaresiz olanı rahatlatmasıdır.

Kullandıkları dille sığınmacılara karşı acımasızlıklarını açıkça ortaya koyan, dolayısıyla merhamet göstermesi zaten beklenmeyen çevreler hakkında bu kadar söz etmemizin sebebi onları kınamak değil. Sonuçta herkes cibilliyetinin gereğini yapıyor. Maksadımız bu kesimin, İslâmî bir tavırla asla bağdaşmayan üslupları ile insafla bağdaşmayan iddia ve ithamlarının giderek müslümanlarca da benimsendiğine dikkat çekmek.

Böyle değilse, başlangıçta “Ensar” olmak şevkiyle tırmandığımız merhamet yokuşunda tıkanmamızı başka neyle izah edebiliriz ki? “Bize sığınanlar ya dinde ya insanlıkta kardeşimizdir; onlara yardım etmemiz gerekir” dedikten sonra “ama” ile başlayan ve merhametten imtinamıza bahane yaptığımız cümleleri sıkça kuranlarımız çoğalmadı mı sizce de?

Her şeye rağmen merhamette ısrar

Evet; sığınmacılar arasında da her toplulukta olduğu gibi kötü insanlar, suç işleyenler var. Fakat müslüman, suçun şahsîliğini göz ardı edip suçlunun mensubu olduğu topluluğu cezalandırmaya kalkmaz. “Devlet bunlara para dağıtıyor, gençlerini sınavsız üniversitelere alıyor” türü iddiaların etkisiyle bencilliğin ve gönül darlığının alameti bir düşmanlığa kapılmaz. Böyle iddiaların, velev öyle olsun, yalan olmasını değil, doğru olmasını temenni eder. Mültecilerin çalışmasını, sanki o işlere tâlip olanlarımız varmış gibi, işimizi elimizden alıyorlar yaygarasıyla marazî bir öfke gerekçesi yapmaz. Aksine onların bize yük olmama, kendi ayakları üzerinde durma gayretini takdirle karşılar. Dert edecekse, bu insanların emeğinin sömürülmesini, düşük ücretle çalıştırılmasını dert eder. Onlardan vebalıymış gibi uzak durmaz. Karşılaştığında selamsız sabahsız geçmez. Bir kez olsun oturup halleşmediği, neler yaşadığını bilmediği insanları suizanlarla, peşin hükümlerle mahkûm etmez. Bilir ki başkasının acısına dokunmadıkça o acı kendisine geçmez; merhamet hissini uyandırmaz. Mazlumun, mağdurun halinin hakikatini bilirse kendisini onun yerine koyabilir. Aynı duruma düştüğünde kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa onlara da öyle davranmak gerektiğini ancak böyle anlayabilir.

Ülkemizde misafir ettiğimiz sığınmacıların misafirliğinin beklenenden uzun sürdüğü ve bunun bir merhamet yorgunluğuna sebep olduğu da muhakkak. Fakat yanımızda yöremizde bulunan bu insanların, özellikle de şu aralar maddi destekten çok sevgiye, ilgiye, şefkate, saygıya, adam yerine konulmaya ihtiyacı var. Bunlar da imandan başka sermaye gerektirmiyor.

Kaldı ki bizler ihtiyaç sahiplerini, kendisinde olmadığında başkasından borç alıp boş göndermeyen bir Rahmet Peygamberi’nin ümmetiyiz. Müslümana yakışan caydırıcı bütün sebeplere rağmen merhamette ısrar etmesidir. Zordur. Zor olduğu için de Beled suresinin sonlarında merhamet yokuşunu kat edenler, “birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye eden müminler” diye nitelenmiştir.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy