Aramak

İBADETTE İSTİKRAR

Namaz başta olmak üzere farz amellerin şekli ve miktarı bellidir. Farz ibadetlerde azaltma veya çoğaltma gibi bir tercihiniz söz konusu değildir. Müberra Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Yüce Mevlâ yaratılış gayemizi şöyle beyan etmektedir: “Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 56) Ayet-i kerimede işaret edilen husus çok açık: Dünyada var olduğumuz sürece varlığımızı anlamlı kılan kulluğumuzdur. Hangi konum ve şartlar altında olursak olalım, müminler olarak öncelikli vazifemiz Rabbimiz ile hukukumuzu diri tutmak ve her hâlükârda ibadetlerimize devam etmek. Hem de dünyadan ayrılıncaya dek. Zira Rabbimiz Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin şahsında bütün iman ehline, ölüm gelinceye kadar kendisine ibadet etmelerini emretmektedir: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99) Dünyadan ayrılıncaya kadar ‘Ölüm gelinceye kadar’ ifadesinden, ibadetin yani kulluğun belli bir dönemle sınırlı olmayıp sürekli olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki kesintisiz bir şekilde sayısız nimetlere mazhar olan insanoğlunun bu nimetlerin şükrü olarak devamlı itaat üzere olması gerekmektedir. Bu kabilden olmak üzere Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin gece ibadetine şahit olan Hz. Âişe radıyallahu anhâ: – Ya Rasulallah! Rabbin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı halde niçin bu kadar ibadet ediyorsun, diye sormaktan kendini alamamıştır. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem nimet, şükür ve ibadet dengesine şöyle dikkat çekmiştir: – Şükreden bir kul olmayayım mı ey Âişe? (Müslim, Sıfâtü’l-Münâfikîn 81) Mümin kişinin ibadetlerini belli bir düzen ve istikrar içinde devam ettirmesi elbette kolay değildir. Sabrı üç kısma ayıran âlimlerimiz sabrın aşamalarını; • Bela ve musibetlere sabır, • Günah işlememeye sabır, • İbadetleri yerine getirmede sabır, şeklinde tasnif etmişlerdir. (Gazzâlî, İhyâ, IV, 91) “Ailene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et.” (Tâhâ 132) ayeti de ibadetlerde devamlılığın zorluğuna işaret etmektedir. İbadet hayatımızda iniş çıkışların olması tabii bir durumdur. Kişi her zaman aynı muhabbet ve istikrarı muhafaza edemeyebilir. Fakat belli bir dönem ibadetlere çok ağırlık verip daha sonra ibadetleri terk etmek doğru değildir. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin şu ifadesi, ibadet hayatımızda nasıl bir dengenin olması gerektiğine dikkat çekmektedir: “Allah katında amellerin en güzeli, az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhârî, Rikâk 18) Şunu da hatırlatmak gerekir: Hadis-i şerifteki az amelden kasıt farz ibadetler değildir. Namaz başta olmak üzere farz amellerin şekli ve miktarı bellidir. Farz ibadetlerde azaltma veya çoğaltma gibi bir tercihiniz söz konusu değildir. Burada kastedilen, farz ibadetlerin dışında kalan nafile amellerde dengeli bir yol takip etmemizdir. Bir anda bütün nafile ibadetlere yüklenip bir müddet sonra hepsini terk etmek tavsiye edilmemekte. Az da olsa devamlı olandan kasıt, başlanılan bir ibadeti külfet haline dönüştürmeden devam ettirmektir. Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin ibadet hayatını soruşturup kendileri için bunu az bulan bazı sahabiler, “Tabii ki O, Allah’ın Rasulü’dür. Onun bütün günahları bağışlanmıştır. Biz öyle miyiz?” diyerek kendi aralarında sözleşmişler ve her geceyi ibadetle geçirmeye, her gün oruç tutmaya ve evlenmeyip kadınlardan uzak durmaya karar vermişlerdi. Bunu haber alan Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Şöyle şöyle söyleyen siz misiniz? Allah’a yemin ederim ki ben sizin Allah’tan en çok sakınanınızım. Bununla beraber ben bazen oruç tutarım, bazen tutmam. (Gecenin bir kısmında) nafile namaz kılar, (bir kısmında) uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh 1) Muhabbet ve istikrar Bir atasözünde ifade edildiği gibi, “taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.” İbadet konusunda da bizden istenen devamlılık ve istikrardır. Bu istikrarın sağlanması sevgi ve muhabbete bağlıdır. Muhabbetle zorluklar kolaylaşır. Sarp yokuşlar düzleşir. Muhabbeti elde etmenin bir yolu da ilim, sohbet ve zikir meclislerinde bulunmaktır. Muhabbet sahibi güzel insanlarla beraber olmaktır. Âlimlerle, sâlihlerle irtibatı koparmamaktır. Haller sirayet edici olduğuna göre muhabbet ehlinin hâli de bize bulaşacaktır. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin kâtiplerinden Hanzala el-Üseyyidî radıyallahu anhûnun başından geçen olay bu konuya ışık tutmaktadır: O bir gün ağlayarak Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhûnun yanına gelmişti. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh ona; – Nasılsın Hanzala, diye sorunca; – Hanzala münafık oldu, diye cevap verdi. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh; – Sübhanallah! Ne diyorsun, dedi. Bunun üzerine Hanzala; – Rasulullah’ın huzurunda iken o bize cennet ve cehennemi anlattığında onları gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuza karışarak işlerimizin başına geçtiğimizde ise o duyduklarımızın pek çoğunu unutuyoruz, diye dert yandı. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh ona; – Ey Hanzala! Allah’a yemin olsun ki biz de aynı durumdayız, diyerek Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme gitmeyi teklif etti ve beraber gittiler. Hanzala radıyallahu anh, Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh ile paylaştığı sıkıntısını Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme arz etti. Onu dikkatle dinleyen Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: – Beni yaşatan Allah’a yemin ederim ki, siz hep yanımdan kalktığınız gibi kalsaydınız, melekler yollar üzerinde ve yataklarınızda sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala; bazen öyle bazen böyle! (Müslim, Tevbe 12) Çeşitli ibretler ve hikmetler barındıran bu hadis-i şerif, insanın her halinin aynı olmamasının tabii bir durum olduğuna dikkat çekerken, aynı zamanda sâlih insanlarla beraber olmanın bereketine de işaret etmektedir. Bize ahireti, cennet ve cehennemi hatırlatan meclislerde ne kadar fazla bulunursak, ihlâs ve muhabbetimiz o denli çoğalacaktır. Muhabbetin ziyadeleşmesi ise ibadetlerimizde istikrarı yakalamamıza vesile olacaktır inşallah.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy