Aramak

İmam-ı Azam rh.a.’in Vasiyeti

Bilin ki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebi on iki temel esas üzerindedir. Sizden her kim bu on iki esas üzerinde dosdoğru kalırsa, o kişi hak yolda istikamet üzere olur. Ne bid'atçi ne de nefsin hevâsının kurbanı olur.

“İman” kelimesi yalın anlamıyla inanmaktan ibarettiir. Bir kimse herhangi bir şeye inandığında “o şeye iman etti” denilir. Fakat İslâm'ın tarif ettiği iman, Allah Tealâ’nın varlığını, birliğini ve Hz. Muhammed s.a.v.’in O’nun peygamberi olduğunu kalben kabul edip, dil ile söylemektir. Nitekim Cebrâil a.s. sorduğunda Peygamber Efendimiz s.a.v. de imanı bu şekilde tarif etmiştir.

"Cibrîl Hadisi" adıyla meşhur olan hadis-i şerifte anlatılan hadisede Cebrail a.s., Hz. Peygamber s.a.v.'in de aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş; iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı meseleleri Peygamberimiz s.a.v.’e sahabilerin huzurunda sormuştur.

Hz. Ömer r.a.’dan nakledilen bu hadis-i şerifin imanla ilgili kısmı şöyledir:

"...Sonra;

– Bana imandan haber ver, dedi. Hz. Peygamber s.a.v.;

– Allah'ın varlığına, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de hayır ve şer olarak kadere inanmandır, buyurdu. O zât (Cebrail a.s.) yine;

– Doğru söyledin, dedi." (Müslim, İman 1)

Âhir zamanda günahların artacağı ve cehaletin giderek çoğalacağı hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.

Bir müminin en önemli özelliği sağlam bir imana sahip olmasıdır. Eğer imanın tamlığında veya muhtevasında herhangi bir bozukluk varsa işlediği amellerinin pek bir önemi kalmaz. İman, İslâm gömleğinin ilk düğmesi gibidir. İlk düğme doğru iliklenirse devamı da doğru gelir. Fakat ilk düğmede sorun varsa devamı da sorunlu olur.

Her mümin önce sağlam bir imana sahip olmalı, ardından sâlih amellerle ve güzel ahlâkla bu imanını desteklemelidir. Böylece kâmil insan olma şerefine nail olur.

Âhir zamanda günahların artacağı ve cehaletin giderek çoğalacağı hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Sahabe ve Tabiîn dönemindeki müslümanların sahip oldukları iman gücü ile bugünün insanının iman gücü bir değildir. Özellikle son dönemlerde İslâm toplumunda cehalet daha da artmış ve yaygınlaşmış, bu durum iman kuvvetinin azalmasına sebep olmuştur.

İmanımızın sağlamlaşması ve sahih bir muhtevaya kavuşması için bugün doğru kaynaklara başvurma ihtiyacı belki her zamankinden daha fazladır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimleri tarafından yazılmış eserleri okuyarak neye nasıl inanmamız gerektiğini tekrar gözden geçirmeliyiz.

Bu manada, özellikle İmam-ı Azam Ebu Hanîfe rh.a.’in Fıkh-ı Ekber'i açıklamasıyla birlikte temel kitaplardan biri olarak tercih edilmelidir. Birinci hicrî asırda yaşamış ve sahabi efendilerimizden birkaçını görme şerefine nâil olmuş bu büyük imam "fıkhın babası" olarak kabul edilir. Burada "fıkıh" kavramının öncelikle sahih itikadı kapsadığını belirtelim.

İmam-ı Azam Ebu Hanîfe rh.a.’in bir de el-Vasiyye adlı on iki nasihatten oluşan bir eseri vardır ki, o da itikadî hususları ele alan son derece kıymetli, özlü bir eserdir. Bu aydan itibaren on iki sayı boyunca bu eserden bir nasihati sayfalarımıza taşımayı, böylece temel itikadî hususlarda bilgimizi tazelemeyi arzu ettik. Önce el-Vasiyye'nin nasıl ortaya çıktığına değinelim.

İmam Ebu Hanife rh.a. ölüm döşeğinde iken dostları yanına toplandı. Sahih itikad hususunda tavsiyelerde bulunmasını istediler. Büyük İmam, hizmetinde bulunan kişiden kendisini oturtmasını istedi. Hizmetlisi de sırtını dayayıp destek alsın diye onun arkasına oturdu. Sonra o ilim deryasından şu hikmetli sözler döküldü:

"Ey dostlarım ve kardeşlerim, Allah bizi ve sizi doğru yola iletsin!

Bilin ki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebi on iki temel esas üzerindedir. Sizden her kim bu on iki esas üzerinde dosdoğru kalırsa, o kişi hak yolda istikamet üzere olur. Ne bid'atçi ne de nefsin hevâsının kurbanı olur.

Ey dostlarım ve kardeşlerim! Bu esaslara sımsıkı sarılın ki kıyamet günü Peygamberimiz Hz. Muhammed s.a.v.’in şefaatine nail olasınız."

BİRİNCİ NASİHAT

İman nedir?

İman, Allah Tealâ’nın varlığı ve birliğini ve Hz. Muhammed s.a.v.’in O’nun peygamberi olduğunu bilip gönülden kabul etmek ve bunu dil ile söylemektir.

Dil ile söylemek tek başına iman sayılmaz. Eğer iman sayılsaydı o zaman münafıkların hepsi mümin sayılırdı. Çünkü onlar kalben kabul etmedikleri halde dilleri ile müslüman olduklarını iddia ederler. Allah Tealâ, münâfıklar hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah münafıkların yalancı olduklarını bilir.” (Munâfikûn 1)

Yani münafıklar dilleri ile müslüman olduklarını söyler. Fakat Allah Azze ve Celle’nin varlığı ve birliğini ve Hz. Muhammed s.a.v.’in O’nun peygamberi olduğunu kalpleri ile kabul etmezler.

Aynı şekilde bilmek de tek başına iman sayılmaz. Eğer iman sayılsaydı, Ehl-i Kitab'ın hepsi mümin sayılırdı. Çünkü onlar kendi kitaplarında âhir zaman peygamberinin vasıflarını görmüş, o peygamberin de Hz. Muhammed s.a.v. olduğunu bilmişlerdi. Fakat O'nu Arapların peygamberi olarak gördüler. Yüce Rabbimiz Ehl-i Kitap hakkında da şöyle buyurmuştur: “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O'nu (Peygamber'i) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Bakara 146)

Ancak tanımaları onların mümin olmaları için yeterli değildir. Mümin olabilmeleri için O’nun peygamberliğini kabul etmelidirler.

İman artıp eksilir mi?

İman artmaz ve azalmaz. Çünkü imanın azalması ancak küfrün artması ile düşünülebileceği gibi, imanın artması da ancak küfrün azalması ile düşünülebilir. Bu durumda nasıl olur da bir şahıs tek bir halde hem mümin hem de kâfir olabilir? Mümin, tam olarak iman edendir. Kâfir de tam olarak inkâr edendir.

Küfürde şüphe olmadığı gibi imanda da şüphe olmaz. Şu ayet-i kerimeler buna delildir:

"İşte bunlar gerçek müminlerdir.” (Enfâl 4) “İşte onlar gerçek kâfirlerdir.” (Nisâ 151)

Hz. Muhammed s.a.v. ümmetinden tevhid ehli olup günahkâr olanların hepsi gerçek müminlerdir; gerçek kâfirler değildir.

Amel imanın bir parçası değildir

İmanın amelden, amelin de imandan ayrı olduğunu kabul ederiz. Bunun delili şudur:

Çoğu zaman bir müminden amel kalkabiliyor fakat bu durumda "iman ondan kaldırıldı" demek caiz olmaz. Zira Allah Tealâ, hayız veya nifas halindeki bir kadından namaz ve oruç sorumluluğunu kaldırmıştır. Bu durumda "Allah Tealâ onlardan imanı kaldırmıştır ya da onlara imanı terk etmelerini emretmiştir" demek caiz değildir. Dinimiz o kadına "Orucu bırak, sonra kaza et" der. Fakat ona "İmanını terk et, sonra kazasını yap" denemez. Bunun gibi, "Fakir kimselerin zekât vermeleri farz değildir" denilebilir. Fakat "Fakirlerin iman etmeleri farz değildir" demek doğru değildir.

Eğer amel imanın bir parçası olsaydı, terk edilen her amel kişiyi küfre götürürdü. Ancak dinimiz, herhangi bir ameli terk etti diye ya da büyük günah işledi diye hiçbir mümini tekfir etmemiştir. Çünkü amel imanın şartıdır, şatrı (parçası) değil.

İmam-ı Azam Ebu Hanîfe rh.a.’in tamamı özlü bir akaid kitabı olan on iki nasihatinin birinci kısmı bu kadar. Diğerlerine önümüzdeki sayılarda devam edeceğiz inşallah.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy