Aramak

İzzet Ararken Zillete Düşmek

Şazeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Beşinci hikmetin şerhine devam ediyoruz.

5. Hikmet: Allah Teâlâ’nın kefil olduğu şeyle uğraşıp senden istediği şeyde, amel ve ibadetlerinde kusur etmen, basiretinin kapalı olduğuna delildir.

[Said Ramazan el-Bûtî merhum, bir önceki derste, dünya için çalışıp çabalamanın, ancak Cenâb-ı Hakk’ın rızası için çalışılırsa ibadet hüviyeti kazanacağına dikkat çekmiş, neyin mühim, neyin daha mühim olduğunu unutmamayı salık vermişti. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.]

Maddi ve manevi kusurlardan uzak bulunan şeriat-ı Muhammediyye doğrultusunda, bu hikmetten anlaşılan mana en güzel şekliyle, Allah Azze ve Celle’nin şu âyetinde vücut bulmaktadır:

“Allah’ın yapılmasına ve içinde isminin anılmasına izin verdiği evlerde, akşam sabah Allah’ı tenzih ederek anarlar. O Allah erleri ki, ticaretin de alışverişin de kendilerini Allah’ı anmaktan, namazı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyamadığı, gözlerin ve gönüllerin dehşetle sarsılacağı bir günden korkarlar. Onların bu anmaları, Allah kendilerini yaptıklarından daha güzeli ile ödüllendirsin, daha fazlasını da lütfundan versin, diyedir. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (Nûr 36-38)

Dikkat buyurunuz! Allah Teâlâ bu seçkin kimseleri şu ilâhî beyanla nitelemekte: “O Allah erleri ki, ticaret de alışveriş de kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoymaz, O’na kullukta dikkatlerini dağıtmaz...”

Yani, bu seçkinler öyle kimselerdir ki, ticaretleri veya çarşıdaki alışverişleri, Allah’ın sorumlu tuttuğu dinî vazifelerini yerine getirmekten onları alıkoymaz. Bir diğer ifadesiyle onlar, vakit ayırarak ve ellerinden gelen çabayı göstererek vazifelerinin hakkını verirler. Kısacık bir zamanda vazifelerini çarçabuk bitirip günlük meşgalelerine dönmez. Veya vazifelerden yüz çevirmez. Eksiksiz, huşû ile, sindire sindire asıl vazifelerini tamamladıktan sonra, günlük meşgalelerine ve ticarî işlerine dönerler. Maişetlerini teminden ibaret bu dünyevî uğraşları vasıtasıyla da yine Allah’ın onları sorumlu tuttuğu bir başka vazifeyi yerine getirmiş olurlar.

Bütün bunları Cenâb-ı Hakk’ın şu beyanından hareketle anlıyoruz: “Onları alıkoymaz, dikkatlerini dağıtmaz…” Âyette tercih edilen kelimeler ile şu cümledekiler arasında ne kadar da çok fark var değil mi: “Ticaret ve alışverişle meşgul olmazlar.” değil, Kur’an’da tercih edilen cümle şu: “Ticaret ve alışveriş onları alıkoymaz, dikkatlerini dağıtmaz.” Bu cümle, veciz bir şekilde merkeze neyin konulması gerektiğine işaret ediyor ki, o da şudur:

Dünyevî vazifelerini, adeta dinî vecibelerinin yörüngesinde dönüp duran bir gezegen konumuna getir. O takdirde, seni Allah ile meşguliyetinden alıkoyan dünya, Allah Azze ve Celle’ye yakınlaştırıcı bir vazife görür.

İbn Atâullâh’ın hikmetinden evvel şu ayet-i kerimede tecelli eden ilâhî hikmetler de hem fert fert ve hem de toplumlar için uygulamada karşılığı olan örneklerdir. Her iki hâlde de muhtelif dünyevî meşgalelerin, Allah’ın kulunu sorumlu kıldığı dinî vazifeler etrafında dönüp durması, her şeyin merkezinde kulluğun bulunması icap eder.

Mükellef olduğu vazifeleri yerine getirmede ciddiyetle gayret edenler hakkında Hak Teâlâ’nın da garanti ettiği vaad ve mükâfat, hem fert hem de toplum planında geçerlidir. Bu ümmetin tarihi de, hem ceza hem de mükafat yönüyle O’nun vaadinin gerçekleştiğinin en güzel şahididir.

Bu ümmetin ilk neslinden, yani sahabe neslinden olan kumandan ve liderlerin hâline bir bakın bakalım! Allah, dünyanın bütün kilitlerini onların önünde söküp attı. Nice medeniyeti onlara boyun eğdirdi. Nice güçlü orduları onların önünde çil yavrusu gibi dağıttı. Fakr u zaruret içindelerken zenginliğe giden yolları önlerine açıverdi. Sonraki nesiller için darbı mesel haline gelecek derecede, aralında bir kardeşlik, birlik tesis etti. Onlar Allah’ın dinine hizmet kastıyla hareket ettiler. O’nun sorumlu tuttuğu vazifeleri edâ hususunda kendilerini birer nefer olarak gördüler. Biat esnasında verdikleri söze sadakat gösterip gereğini de yerine getirdiler. Allah Azze ve Celle onların bu halini şöyle teyid etti:

“Bunun üzerine Rableri onlara, ‘O zalimleri elbette helâk edeceğiz ve onlardan sonra sizi mutlaka o yurda yerleştireceğiz! Bu lütuf, huzuruma çıkmanın kaygısını taşıyan ve tehdidimden çekinenler içindir’ diye vahyetti.” (İbrahim 13-14)

Bu ayetin delalet ettiği mana, sahabe neslinden sonra gelip de onların usulünü takip eden, Allah’ın kendilerini sorumlu tuttuğu vazifeleri yapmaya gayret eden nesiller için de geçerlidir. Mısır’daki Şiî Fâtımî iktidarına son veren Şehid Nûreddin Zengî, Selâhaddin Eyyûbî, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, devrindeki Avrupalıların da beyanıyla asrının zirvesi, Konstantiniyye fatihi Sultan Muhammed Fatih, Avrupa’nın içlerinde, İspanya’da, Endülüs Emevî Devleti’ni tesis eden Sultan I. Abdurrahman ve diğerleri...

Bir de bunlardan evvel gelip geçen veya bunların ardından gelip de dünya lezzetlerine kapılıp gidenlere bakınız. Dünyaya bel bağlamış ve dünya lezzetleriyle sarhoş olmuş, Allah’ın kendisiyle şereflendirdiği ve sorumlu kıldığı mukaddes vazifeleri unutmuşlar. Üst üste mal yığmaya dalmış, lüks ve konforlu evler inşa etmeye girişmiş, zevk ve eğlence âleminin dalgalarına kendilerini koyuvermişler. Zannediyorlar ki arzularının ve zevklerinin kapısını açan anahtarlar, kuvvete ve zafere giden yolun kapısını da açacak! Peki ne oldu akıbetleri?!

Allah Teâlâ’nın da beyan buyurduğu üzere, akıbetleri hüsran oldu. Evlerinin, arsalarının altına gömdükleri hazinelere rağmen Allah onları yoksullaştırdı. Maddî güçlerine, inşa ettikleri sarayların gösterişli ışıltısına rağmen onları zelil eyledi, altlarını üstlerine getirdi. Aralarına tefrika sokarak birliklerini dağıttı. Sonra, Allah’ın sorumlu kıldığı vazifelerin yerine koydukları dünyevî hedef ve hayallerden de onları uzak düşürdü. Dört bir yandan düşmanlarını onlara musallat etti. Onlar ne Allah’ın kendilerine verdiği mukaddes emanete ivedilikle sahip çıktılar ne de tozpembe hayal ve arzularına erişebildiler.

Arap âleminin veya İslâm âleminin hâlini gözünüzün önüne bir getirin. Şu anlattıklarımı açık ve net bir surette doğrulamıyor mu?

Bütün bu musibetler, basiretin bağlanmasıyla ifade edilebilir. Ümmete önderlik etme iddiasındaki liderlerin basiretlerinin bağlanması, şu talihsiz kargaşaya düşmekle netice vermiştir. Çünkü onlar izzetin, şan ve şerefin asıl kaynağı olan İslâm’ı unuttular. Onu inkâr ile ondan yüz çevirdiler. Akabinde, kendilerine şan ve şeref vereceğini vehmettikleri alternatiflerin peşine düştülerse de elleri boş döndüler. İşte bunlar hedefini şaşırmış, amaçsızca dolaşan ve neticede helâk olan kimselerdir.

Özetle; geceler ve gündüzler, İbn Atâullâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’den ilhamla yazdığı şu hikmetin altını adeta nurdan bir imzayla imzalamaktadır. Çünkü yegâne kurtuluş bu müstakim yolu takipten geçmektedir: Allah Teâlâ’nın kefil olduğu şeyle uğraşıp, senden istediği şeyde, amel ve ibadetlerinde kusur etmen, basiretinin kapalı olduğuna delildir.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy