Aramak

Kalbinde Hüzün, Yüzünde Tebessüm

Cenâb-ı Mevlâ, Müberrakitabımız Kur’an-ıKerim’de mealen şöyle buyuruyor: “İçinizden Cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbin katında kesinleşmiş bir hükümdür.” (Meryem 71)

Bu ayet-i kerime nâzil olunca Abdullah b. Revaha radıyallahu anh hazretleri evine varıp ağlamaya başladı. Ev halkı onu bu vaziyette görünce onlar da ağlaşmaya başladı. Nihayet gözyaşları dinince Abdullah b. Revaha radıyallahu anh onlara:

– Ey ev halkı, siz neden ağlıyorsunuz, diye sordu. Onlar:

– Bilmiyoruz, seni ağlarken görünce biz de ağlamaya başladık, karşılığını verince şöyle dedi:

– Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme bir ayet nâzil oldu. Bu ayette Rabbim cehenneme gireceğimi bildirdi, fakat oradan çıkıp çıkmayacağımı bildirmedi. İşte bunun için ağlıyordum.

Ashab-ı Kiram efendilerimiz aralarında çokça gülen birini gördükleri zaman ona;

– Cehenneme gireceğin sana dert etmeyen bir kimse ahiretini ciddiye almıyor ve en belirgin insanî vasıflarını kaybediyor demektir.

Karşıdaki;

– Evet, bildirildi, cevabını verince;

– Peki, oradan çıkacağın bildirildi mi, diye ikinci bir soru daha sorarlardı. Karşıdaki: – Hayır, bildirilmedi, cevabını verince, bu kez:

– O zaman bu gülmek neden, derlerdi. (Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensur)

Ayet-i kerime bu hakikati kınayıcı bir üslupla gayet ağır bir şekilde dile getiriyor: “Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!” (Necm 60)

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir defasında şöyle buyurdular: “Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar, az gülerdiniz.” (Buhârî, Küsuf 2) Bu hadis-i şerifi duyan sahabiler ellerini yüzlerine kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar.

Başta Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem olmak üzere bütün peygamberler ve Allah dostları hayatları boyunca kalplerinde derin bir hüzün taşımışlardır. Hüzün her daim onların yoldaşı olmuştur. Bununla birlikte insanlara güler yüz gösterecek kadar sevgi ve merhamette zirve şahsiyetlerdir onlar. Tebessümlerinde belli belirsiz bir ıstırap gizlidir. Hüzün ve tebessüm bütün peygamberlerin sünnetidir.

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Yakub aleyhisselâmın dilinden şöyle buyruluyor: “Ben üzüntü ve elemimi yalnız Allah’a arz ederim.” (Yusuf 86) Büyükler dertlerinden asla şikâyetçi olmamış, ıstıraplarını gözyaşıyla yalnızca Allah Tealâ’ya sunmuşlardır. Yakub aleyhisselâm ile Yusuf aleyhisselâm arasında geçenler sadece bir babanın oğluna duyduğu hasret ve iştiyaktan ibaret değildi. Aynı zamanda bir peygamberin bir peygambere duyduğu aşk ve muhabbetti. İşin içinde nice ilâhî tecelli ve zuhuratlar vardı. Dolayısıyla onların hüzünleri dahi marifet ve iman eksenliydi.

Hüznün, kederin veya diğer bir ifadeyle derdin en makbulü Allah için olanıdır. Bununla birlikte bir kısım musibetler insanın elinde olmadan hüzün ve ıstıraba sebep olur. Müşriklerin şiddetli eziyetlerine maruz kaldığı bir dönemde Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, kendisinden hiçbir zaman maddi manevi desteğini çekmeyen hayat arkadaşı, zevceleri Hz. Hatice radıyallahu anhâyı ve amcası Ebu Tâlib’i kaybetti. Onların peş peşe vefatı Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemi ve müslümanları derinden üzdü. Onun için bu yıla “Hüzün Yılı” adı verildi.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, yakınlarından Hz. Hamza ve Cafer b. Ebî Talib radıyallahu anhumâ şehit olduklarında, evlatları Hz. İbrahim’in vefatında, şehit çocuklarının başını okşadığında hüzünlenmiş, hatta gözyaşı dökmüşlerdir. Hadis-i şerifte; “Mümine isabet eden ve onu üzen hastalık, sıkıntı, hüzün ve elem gibi şeylere karşılık Allah Tealâ kulunun günahlarını siler; bu nevi musibetler günaha kefaret olur.” buyurulmuştur. (Buhârî, Merza, 1)

Hüzün insanı safileştirir, gönlü inceltir. O hüznün içinde de ayrı bir manevi tat vardır. Kalbi diri tutar. Hüzünlü müminlerin duaları makbul, istikameti düzgün olur. Allah Tealâ kalbi kırıklarla beraberdir. (Beyhakî, Kitabü’z-Zühdi’l-Kebîr, 2/162)

Süfyan b. Uyeyne rahmetullahi aleyh hazretleri, “Allah Tealâ bazen mahzun bir kalbin ağlamasıyla bütün bir ümmete merhamet buyurur.” demiştir. Şeyh Ebu Ali Dekkak kuddise sırruhû şöyle buyurdu: “Hüzün sahibi, hüzünlü olmayanların senelerce kat edemedikleri Allah’a giden yolu bir ayda kat eder.” İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû hazretlerine göre de bu dünyanın en kıymetli varlığı gam ve hüzündür.

Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemi ziyadesiyle hüzünlendiren şeylerin başında, insanların iman etmeyip ateşi tercih etmeleri, yeryüzünü zulüm ve ahlâksızlığın kaplaması, ümmetin çekmiş olduğu meşakkat ve sıkıntılar gelmiştir. Bu husus Müberra Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir:

Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. Size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (Tevbe 128)

Diğer bir ayet-i kerimede iman etmiyorlar diye şiddetli üzüntü çeken Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle teskin edilmektedir: “İnkâr edenin inkârcılığı seni üzmesin; onların dönüşü bizedir.” (Lokman 23)

Sûfîler için hüzün Allah Tealâ ile ünsiyet kurma ve O’na ulaşma yolunda yüksek bir hal ve faziletli bir makamdır. Hasan-ı Basrî kuddise sırruhû hazretlerine göre ahiretin ebediliğini bilip de gönlüne aşk ateşi düşen kimse hüzünlü olur. Maşuka duyulan hasret ve iştiyak onun âh ve inlemelerini artırır. Dünyevî ve nefsanî bağları yüzünden ayrılık vadilerinde mahsur kalan bir tâlip dertlenmesin de kim dertlensin? O yüzden aşığın derdi vâsıl oluncaya kadar bitmez, bitmesini de istemez. Fakat bu, şu fani hayatı anlamlı ve yaşanılır kılan, kalbi dirilten, insanı insan yapan kutlu bir derttir.

Tevfik ve inayetiyle…

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy