Aramak

Kâr mı İflas mı?

Alım satımda İslâm’ın emrettiği ölçüleri ayakta tutmak, kul hakkına girmemek, “mahkeme-i kübrâ”da iflasa düşmemek bakımından hayatî önem taşır. Genel geçer anlayış, ekonomik sistem ne olursa olsun, emredildiğimiz üzere âdil olabilmek, her türlü zulüm ve vebalden uzak kalabilmek için alım satımda ölçüleri bilmek ve uygulamak mecburiyetindeyiz.

Günümüzdeki yaygın yanlışlara temas etmesi bakımından İhyâu Ulûmi’d-Din’den ilgili bölümün bir kısmını uyarlayarak sunuyoruz.

Bazen iki kişi arasında gerçekleşen bir alım satım işleminin doğru olduğuna dair fetva bulunabilir. Fakat o işlem öyle bir zulüm içerir ki onu yapan kimse Allah Tealâ’nın gazabına uğrar. Çünkü dinin öyle yasakları vardır ki alışverişi zâhiren bozmaz ama zulümdür.

Alışveriş yaptığı kimseyi zarara sokan her şey zulümdür. Adalet, müslüman kardeşine zarar vermemektir. Bu konuda umumi kaide şudur: Kendin için sevmediğini ve istemediğini, din kardeşin için de istememek... Kişi, kendisine yapıldığında zoruna gidecek, kalbine sıkıntı verecek hiçbir şeyi başkasına yapmamalıdır. Aksine, kendi parası ile başkasının parasını aynı görmelidir.

İşin özü ve özeti budur. Bunun açıklamasına gelince, bu şu dört işte ortaya çıkar:

  1. Malını olmayan bir özellikle övmemelidir.
  2. Malının hiçbir kusurunu gizlememelidir.
  3. Ölçü ve tartıda asla noksanlık yapmamalıdır.
  4. Müşteri bildiğinde almayacağı şekilde malın fiyatını gizlememelidir.

Şimdi bunları açıklayalım:

Malı överek satmak

Eğer satıcı malını, onda olmayan bir vasıfla överse bu yalandır. Müşteri bu övme üzerine almak isterse, bu durumda yalanla birlikte aldatma ve zulüm de oluşur. Yani üç yanlış bir arada! Eğer müşteri kabul etmezse aldatma gerçekleşmez, fakat yapılan iş yalan ve kötü ahlâk olur. Yalan, her işte insanın izzetini düşürür.

Satıcı, malında zaten var olan bir özelliği överse, bu gereksiz ve yersiz bir konuşmadır. Kul, ağzından çıkan her kelimenin hesabını verecek, ona “Bunu niçin konuştun?” diye sorulacaktır. Allah Tealâ bir ayetinde şöyle buyurmuştur: “İnsan ne zaman bir söz söylese, muhakkak onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunur.” (Kâf 18)

Ancak, malında olup da söylemezse müşterinin bilemeyeceği bir özelliği söyleyebilir. Bu gibi özellikleri abartmadan ve ileri gitmeden söylemekte bir sakınca yoktur. Bundan kastı müslüman kardeşinin malı tanıması, ona rağbet etmesi ve ihtiyacını görmesi olmalıdır.

Malını satarken asla yemin etmemelidir. Çünkü yalan yere yemin ederse kendisini helâke itmiş olur. Çünkü yalan yere yemin etmek insanın ahiretini alt üst eden büyük günahlardandır. Eğer yeminle söylediği doğru ise, Allah Tealâ’yı yeminlerine hedef yapmış olur ki bu da hatadır. Çünkü dünya, bir mecburiyet yokken Allah’ın adı ile rağbet ettirilmeye değmeyecek kadar düşüktür. Şöyle bir hadis nakledilmiştir: “Ticarî işlerinde sürekli, ‘Hayır vallahi, evet billahi!’ diye yemin eden tüccara yazıklar olsun! Yine, ‘Yarın olur, ertesi gün olur’ diyerek işini zamanında yapmayıp erteleyen zenaatkâra (esnafa) da yazıklar olsun!” (Zehebî, Mîzânü’l-İ‘tidâl, 1/316; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, nr. 2920)

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Yalan yemin malı harcatır (sattırır) fakat bereketini yok eder.” (Buhârî, Buyû‘ 26; Müslim, Müsâkât, 27; vd.)

Ebu Hüreyre radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah Tealâ kıyamet günü şu üç kısım insana (rahmet nazarı ile) bakmaz: • Kibir sahibi fakir, • Yaptığı iyiliği başa kakan kimse, • Yemin ederek malının satılmasını sağlayan kişi.” (Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 2523. Aynı konuda bkz. Müslim, İmân, 46 vd.)

Yunus b. Ubeyd rahmetullahi aleyh ipek tüccarı idi. Bir müşteri gelerek kendisinden elbiselik ipek istedi. Yunus, dükkânda çalışan kölesine ipek toplarını çıkarmasını söyledi. Adam ipek kumaşın topunu açarken “Allahım, bize cennetini nasip et!” dedi. Yunus, bu sözün kumaşı övme manasına gelmesinden korkarak tezgâhtara topu kapatmasını emretti ve satış yapmaktan vazgeçti. Böyle kimseler, dünyada ticaret yapan fakat ticaretleri sebebiyle dinlerini zayi etmeyen, ahiret kazancının dünya kazancından daha hayırlı olduğunu bilen kimselerdir.

Malın kusurunu saklamak

İkinci prensip, sattığı malın gizli açık bütün kusurlarını söylemek, hiçbir kusurunu gizlememektir. Bu zorunludur. Eğer satıcı malın kusurunu gizlerse, aldatan bir zalim olur. Aldatmak haramdır. Aldatan kimse ticarî muamelesinde samimi ve dürüst olmayı terk etmiştir. Halbuki ticarette dürüstlük farzdır.

Satıcı, mesela elbisenin en güzel tarafını gösterip kusurlu tarafını gizlediğinde aldatmış olur. Aynı şekilde kusurlu elbiseyi karanlık yerde gösterdiğinde de müşteriyi aldatmış olur. Ayakkabı ve benzeri çift şeylerin iyisini gösterip kusurlu olanını gizlemek de böyledir.

Şu hadis-i şerif bize aldatmanın haram olduğunu gösterir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem çarşıda buğday satan birine uğradı. Sergilenen malın dış görünüşünü beğenmişti. Elini çuvala daldırınca ıslaklık geldi.

– Bu nedir, diye sordu. Satıcı;
– Ey Allah’ın Rasulü, yağmurdan oldu, deyince şöyle buyurdu: “İnsanların görmesi için bu ıslaklığı üst tarafa getirmen gerekmez miydi? Kim bizi aldatırsa bizden değildir!” (Müslim, İmân, 43; Ebu Davud, Büyû‘, 52; Tirmizî, Büyû‘, 73; İbn Mâce, Ticârât, 36)

Şu hadis de, satılan malın kusurlarını müşteriye göstererek samimi ve dürüst davranmanın gerekli olduğunu gösterir:

“Alışveriş yapanlar birbirlerine doğru söyler ve dürüst davranırlarsa, alışverişlerinde her ikisine de bereket verilir. Eğer yalan söyler ve gizlerlerse, alışverişlerinden bereket kaldırılır.” (Buhârî, Buyû‘, 19; Müslim, Buyû‘, 11)

Cerîr b. Abdullah el-Becelî radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme İslâm’da sabit kalmak üzere biat ettikten sonra ayrılmak için kalkınca, Efendimiz elbisesinden çekerek, ona bütün müslümanlara karşı dürüst davranmasını da şart koştu.

Cerîr radıyallahu anh pazara bir mal getirdiği zaman, kusurlarını gösterdikten sonra şöyle derdi: – Bu haliyle istersen al, istersen bırak!

Pazardakiler kendisine; – Allah sana rahmetini ihsan etsin. Hep böyle söylersen bir şey satamazsın, derlerdi. Cerîr radıyallahu anh da onlara; – Biz Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme, bütün müslümanlara karşı samimi ve dürüst davranmak üzere biat ettik, derdi. (Buhârî, Şurût, 1; Müslim, İmân, 23)

Sahabe-i kiramdan Vâsile b. Eska radıyallahu anh, Kûfe pazarında durmuş alışveriş yapanlara bakıyordu. Bu sırada adamın biri üç yüz gümüş paraya bir deve satın aldı. Bu satış Vâsile radıyallahu anhûnun dalgınlığına geldi, nasıl gerçekleştiğini göremedi. Satın alan adamın arkasından koşarak gidip onu geri çağırdı. Adam gelince;

– Bunu eti için mi aldın yoksa binek olarak kullanmak için mi, diye sordu. Adam;
– Binmek için, deyince;
– Hayvanının ayağında bir sakatlık var. Bu hayvan üzerinde yolculuk yapmaya elverişli değil, dedi.

Adam deveyi geri verdi. Deve sahibi de fiyatından yüz gümüş para indirim yaptı ve Vâsile radıyallahu anhûya; – Allah senin hayrını versin, yaptığım satışı bozdun, dedi. Vâsile radıyallahu anh şöyle dedi: – Biz her müslümana karşı samimi ve dürüst davranmak üzere Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme söz verdik. Ben O’nun şöyle buyurduğunu işittim: “Bir kimsenin, sattığı maldaki kusuru bildirmeden onu satması helâl olmaz. Bu durumu bilen müslümanın bildiğini gizlemesi de helâl değildir.” (Hâkim, el-Müstedrek, 2/10; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/491; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 5/320)

Onlar bu tür işlerdeki samimiyeti, kendi nefsi için razı olduğu şeye din kardeşi için de razı olmak şeklinde anlamışlardır. Onlar bunu bir fazilet ve manevi makamlarda yükselmek değil, biatlerine dahil olan İslâm’ın şartlarından biri olarak kabul etmişlerdir. Bu, insanların çoğuna ağır gelen bir durumdur. Bunun için bazıları insanlardan ayrı kalıp kendini ibadete vermeyi tercih etmişlerdir. Çünkü insanlara karışarak onlarla çeşitli muameleler içine girip Allah Tealâ’nın haklarını korumak ancak sâdık kişilerin yapabileceği bir mücâhededir. Bu mücâhede kula ancak iki şeye inanması ile kolay olur:

Birincisi, kulun, malın kusurlarını gizleyip onu hile ile satmanın rızkında bir artış sağlamayacağını, tam tersine onu mahvedip bereketini gidereceğini bilmesidir. Değişik zamanlarda hile ile toplanan bir malı Allah Tealâ birden helâk eder.

Anlatıldığına göre adamın birinin bir ineği vardı. Onu sağar, sütüne su katar ve öylece satardı. Bir gün sel geldi, ineği alıp götürdü. Adamın oğullarından biri; – Değişik zamanlarda süte kattığımız sular toplandı ve ineği alıp götürdü, dedi.

Nasıl böyle olmasın ki; Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Alışveriş yapanlar birbirlerine doğru söyler ve dürüst davranırlarsa, alışverişlerinde her ikisine de bereket verilir. Eğer yalan söyler ve gizlerlerse, alışverişlerinden bereket kaldırılır.” (Buhârî, Buyû‘, 19; Müslim, Buyû‘, 11)

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Birbirlerini aldatmadıkları sürece Allah’ın desteği ortaklarla beraberdir. Aldattıklarında Allah Tealâ onlardan desteğini çeker.” (Dârekutnî, es-Sünen, 3/35)

Şu halde sadaka ile mal eksilmeyeceği gibi, aldatmayla da artmaz. Artışın ve eksilmenin sadece miktarla olacağını sanan kimse bu hadis-i şerifi tasdik etmemiştir. Kişi, yüz liranın insanın din ve dünyasında saadet sebebi olacak şekilde bereketlenebileceğini; biriktirilmiş yüz binlerce liradan ise Allah Tealâ’nın bereketi çekip alabileceğini, sahibinin helâkine sebep olabileceğini bilmelidir. Öyle ki mal sahibi iflas etmiş olmayı temenni eder. Fakirliğin kendisi için daha hayırlı olduğunu görür. İşte ancak bunları bilen kişi bizim “aldatma malı artırmaz, sadaka da eksiltmez” sözümüzü anlar.

İkincisi, herkese karşı dürüst olmak ve bunu kolayca başarmak için şunu bilmek gerekir: Ahiret kazancı ve zenginliği, dünya kazancından daha hayırlıdır. Dünya malının faydası ömrün sona ermesiyle biter, geride hak talep edenleri ve günahları kalır. Bu durumda aklı başında bir kimse en hayırlı olanı bırakıp en düşük olanı tercih etmeyi nasıl doğru bulur? Halbuki bütün hayırlar dinin selâmetindedir.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Lâ ilâhe illallah (kelime-i tevhid) sözü, dünya ticaretlerini ahiret ticaretlerine tercih etmedikleri sürece insanlardan Allah’ın gazabını savmaya devam eder.” (Bezzâr, el-Müsned, nr. 3619; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 10497; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 7/277)

Diğer bir rivayette şöyle buyrulmuştur: “...Onlar, dünyalarının selâmeti uğruna dinlerinde uğradıkları musibetlere aldırmazlar ve ‘Lâ ilâhe illallâh’ derlerse Allah Tealâ onlara; ‘Yalan söylüyorsunuz, sözünüzde sadık değilsiniz.’ buyurur.” (Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, nr. 4034; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 7/277)

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Kim ihlâs ile ‘Lâ ilâhe illallâh’ derse cennete girer.” Sahabe-i kiram; – Onu ihlâs ile söylemenin alameti nedir, diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de, “Söyleyen kişiyi Allah’ın haram kıldıklarından alıkoymasıdır.” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/124; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 5/197 vd.)

“Kur’an-ı Kerim’in haram kıldıklarını helâl sayan kişi ona iman etmemiştir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 20; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 8/31; vd.)

Kim bu gibi hileli işlerin imanına zarar verdiğini ve imanının da ahiret ticaretinde ana sermayesi olduğunu yakînen bilirse, sayılı günlerde fayda göreceği bir kâr sebebiyle, ebedî bir hayat için hazırlanmış ana sermayesini yani imanını zayi etmez.

Tâbiîn neslinden bir zâtın şöyle dediği nakledilir: “Ağzına kadar cemaat ile dolu bir camiye girsem ve bana; – Burada bulunanların en hayırlısı kimdir, diye sorulsa ben; – Aralarında onlara karşı en dürüst olanıdır, derim. Bana birini göstererek; – Dediğin özellikteki kişi budur, deseler ben de; – Onların en hayırlısı işte odur, derim. Eğer bana; – Burada bulunanların en şerlisi kimdir, diye soracak olsalar ben; – Onları en çok aldatandır, derim. Bana birini göstererek; – Bahsettiğin özellikteki kişi işte budur, deseler ben de; – Onların en şerlisi o kişidir, derim.”

Satışlarda ve söz verilen işlerde aldatmak haramdır. Bir iş erbabı kendisine yapıldığında kabul etmeyeceği işi başkasına yapmamalıdır. Aksine, işini en güzel ve en sağlam şekilde yapmalı, sonra bir kusuru varsa onu alıcıya söylemelidir. Ancak bu şekilde vebalden kurtulur.

Bu konudaki bir örnek şudur: Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyhe, kolayca fark edilemeyecek şekilde tamir edilerek satılan elbiseden sordular. Dedi ki: “Satan kimsenin bunu gizlemesi câiz değildir. Bu elbiseyi tamir eden kimse, sahibinin onu satarsa müşteriye göstererek satacağını veya onu satmak istemediğini bilirse, bu işlem ve aldığı ücret kendisine helâl olur. Eğer, ‘İnsan malının ayıbını söylemek zorunda olunca müşteri onu almaya yanaşmaz ve alışveriş gerçekleşmez’ dersen de derim ki: Durum böyle değildir. Çünkü tüccarın satmak için alacağı malın iyi olması gerekir. Öyle ki malı elinde kalsa, onu kullanmaya kendisi razı olmalıdır. Sonra, malını satınca az bir kâra kanaat etmelidir. Böyle yaparsa Allah ona bereket verir; hile yapmaya ihtiyacı olmaz. Bunun güç olması, tüccarların az kâra kanaat etmediklerindendir. Çokları karışık işlemden kurtulamaz. Aza kanaat etmeye alışan kimse satmak için ayıplı mal almaz. Nadiren de olsa eline kusurlu mal düşerse onu müşteriye söylemeli, sermayesine satmaya da razı olmalıdır.”

İbn Sîrîn rahmetullahi aleyh bir koyun satarken, “Bu koyunun bir kusuru var. Yiyeceğini ayağı ile karıştırır, çiğner.” demiştir.

Dinî konuda hassas olanların hâli böyle idi. Buna gücü yetmeyen kimse alışverişi terketsin yahut kendisini ahiret azabına hazırlasın!

Ölçü ve tartıda tam doğruluk

Bu, ancak ölçü ve tartıda dikkatli ve temkinli olmakla sağlanır. Kişi alırken nasıl ölçüp tartıyorsa, verirken de öyle ölçüp tartmalıdır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “Ölçüde ve tartıda eksiklik (hile) yapanların vay haline! Onlar insanlardan ölçekle bir şey satın aldıkları zaman haklarını tam alırlar. Fakat kendileri onlara ölçekle yahut tartıyla bir şey verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.” (Mutaffifîn 1-3)

İnsan bundan ancak verdiğinde fazla vererek, aldığında ise noksan alarak kurtulur. Çünkü tam adalet çok zordur. Öyleyse verirken fazla verip alırken noksan alarak ihtiyatlı olmalıdır. Hakkını tam olarak almak isteyen kimsenin haddi aşma tehlikesi vardır.

Sâlihlerden bir zât demiştir ki: “Ben bir buğday tanesi yüzünden Allah’tan cehennemi satın almam.”

Bu zât, sattığı malının bedelini aldığı zaman biraz noksan alır, aldığı malın bedelini öderken de biraz ilave ederdi. Derdi ki: “Genişliği gökler ve yer kadar olan cenneti bir tane karşılığında kaybeden kimseye yazıklar olsun! Alışverişteki hilesi ile cehennemi alıp Tûba cennetini satan kimse ne büyük zarardadır!”

Önceki sâlihler bu gibi durumlarda çok titiz davranırlardı. Çünkü hileli satış ile başkasının hakkı üzerine geçmektedir. Bunun tevbesi yani bütün hak sahiplerini bulup helâlleşmek mümkün değildir. Çünkü insan, üzerine hakkını geçirdiği kimseleri tanımaz ki hepsini toplasın da haklarını versin.

Fudayl b. İyâz rahmetullahi aleyh, oğlu Ali’nin altın para üzerindeki lekeleri ovalayarak yıkadığını gördü. Oğlu altını temizlemek istiyor ve bozdururken lekenin vereceği ağırlıktan dolayı haksızlık yapmaktan kaçınmak istiyordu. Onu bu halde gören babası, “Yavrucuğum, senin yaptığın şu iş otuz hacdan daha faziletlidir.” dedi.

Hz. Süleyman aleyhisselam oğluna demiştir ki: “Oğlum, yılanın iki taşın arasına girdiği gibi, günah da sinsice alışveriş yapan iki kişinin arasına girer!”

Selef-i sâlihînden bir zat, erkekliği olmayan ve bu yüzden hem kadınların hem de erkeklerin arasında bulunan birinin cenaze namazını kıldırdı. Orada bulunanlardan biri, “Bu adam fâsık biridir, şöyledir, böyledir... Bunun namazını nasıl kıldırsın?” dedi. O, cevap vermedi, sükût etti. Aynı sözler bir daha söylendi. Yine sustu. Adam üçüncü kez aynı şeyi söyleyince ona: “Sanki bana bu adamın, birini satın alırken diğerini satış yaparken kullandığı iki ayrı terazisi varmış gibi aleyhinde konuşuyorsun!”

Sâlih zat bu sözüyle şuna işaret etmişti: Bu kimsenin günahı kendisi ile Allah Tealâ arasındadır. Alışveriş yapan kimse ise hile yaptığında kulların haklarını üzerine geçirmektedir. Öyle kişinin affedilmesi daha zordur.

Ölçü ve tartıda hile yapmanın vebali çok büyüktür. Bu vebalden kurtulmanın yolu, ufacık da olsa başkasına hakkını verirken biraz fazla vermek, kendi hakkını alırken biraz eksik almaktır.

Özetle; her kim bir söz bile olsa başkasından hakkını tam alır, fakat kendisi başkasının hakkını korumazsa o, Allah Tealâ’nın şu ayetinin tehdidi altına girer: “Ölçüde ve tartıda eksiklik (hile) yapanların vay haline! Onlar insanlardan ölçekle bir şey satın aldıkları zaman haklarını tam alırlar, fakat kendileri onlara ölçekle yahut tartıyla bir şey verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar!” (Mutaffifîn 1-3)

Çünkü ölçü ve tartıda noksanlık yapılmasının haram olması, karşı tarafa adaletin ve insafın terk edilmesindendir. Tartıda noksanlık ve hile yapan kimse bütün işlerinde haddi aşar.

Terazi ile iş yapan kimse hile yaparsa cehennem tehlikesi içindedir. Aynı şekilde herkes işleri, sözleri ve düşüncelerinde terazi sahibidir yani hepsinde ölçülü olmak durumundadır. Adaletten ayılıp istikametten uzaklaşırsa vay onun haline! Bu iş zor olmasaydı Allah Tealâ “İçinizden, oraya (cehenneme) uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesin hükme bağlanmış bir iştir.” (Meryem 71) buyurmazdı.

Masum olmayan hiç kimse her halinde istikameti koruyamaz, haline göre az çok kusuru bulunur. Ancak istikametten ayrılmanın dereceleri birbirinden çok farklıdır. Bunun için cehenneme girenlerin orada kalış süreleri birbirinden farklıdır. Öyle ki bazıları yukarıdaki ayette yapılan yeminin tahakkuku için çok az müddet cehennemde kalırken, bazıları binlerce sene ateşte kalır.

Allah Tealâ’dan bizi istikamet ve adalete yaklaştırmasını dileriz. İstikametten hiç ayrılmadan dosdoğru gitmek gerçekten çok zordur. Çünkü istikamet yolu kıldan ince kılıçtan keskin bir yoldur. Eğer insan dünyada istikamet üzere değilse, ahirette cehennemin üzerine uzatılan ve kıldan ince kılıçtan keskin olan Sırat’ın üzerinden geçmeye güç yetiremez. Kul dünyada ne kadar istikamet üzere yaşadı ise, kıyamet günü Sırat’tan o derece kolay geçer.

Gıda maddelerine ve diğerlerine başka bir madde katarak tartan kimse ölçüde noksanlık yapan biridir. Eğer âdet öyle değilse eti kemikle satan bütün kasaplar da aynı durumdadır. Diğer bütün ölçü ve tartıları buna kıyas et! Hatta metre ile mal alıp satan bazı kumaş satıcıları satın alırken kumaşı germeden ölçer, satarken de birkaç santim kazanayım diye çekerek ölçerler. Bütün bunlar sahibini ateşe düşürecek hilelerdir.

Malın ederini tam ve doğru söylemek

Malın fiyatının kısmen veya tamamen gizlenmesi caiz değildir. Bunun için Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, şehre gıda getiren kafileyi yolda karşılayarak daha piyasa oluşmadan malları ucuza almaktan ve alışverişi kızıştırmaktan nehyetmiştir.

“Kafileyi yolda karşılamak”, bir beldeye satmak için mal getirenleri pazara gelmeden karşılayıp şehirdeki fiyatları gizleyerek mallarını ucuza satın almaktır. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Şehre satmak için mal getiren kafileyi yolda karşılamayın. Kim onları karşılayıp mallarını yolda satın alırsa, mal sahibi çarşıya geldikten sonra serbesttir (isterse ucuza giden malını geri alabilir).” (Buhârî, Buyû‘, 64; Müslim, Büyû‘, 4; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 5/348)

Yolda yapılan satış sözleşmesi geçerlidir. Fakat fiyat veren kimsenin yalanı (piyasadan düşük fiyat verdiği) ortaya çıkınca satıcı serbesttir; isterse alışverişi bozup malını geri alabilir.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şehirli tüccarın, köylünün malını bekletip daha pahalıya satmasını da yasaklamıştır. Bu şöyle olur: Bir üretici hemen satmak istediği bir gıda maddesiyle şehre gelir. Şehirli ona, “Onu bana bırak, fiyatların yükselmesini bekleyip daha pahalıya satayım” der.

Bu işlem gıda maddelerinde haramdır. Diğer ticarî mallarda ise farklı fetvalar olmakla birlikte genel görüş onun da haram olmasıdır. Çünkü bu konudaki yasak geneldir. Ayrıca bu işlem bütün insanlara sıkıntı vermektedir ve bu işi yapan üçüncü şahsa da bir faydası yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem “neceş”i de yasaklamıştır. Neceş, istekli bir müşteriye mal satan esnafın yanına gelip, o malı almak istemediği halde daha fazla fiyat vererek müşteriyi malı almaya teşvik etmektir. Buna alışverişi kızıştırmak denir.

Bu yasaklar, satıcıya ve alıcıya malın fiyatını farklı göstermenin ve gerçeği gizlemenin câiz olmadığını göstermektedir. Öyle ki, eğer müşteri gizlenen şeyi bilse işlem yapmazdı. Bunlar haram olan aldatmaya girer. Ayrıca böyle işler her mümine gereken dürüstlüğe aykırıdır.

Anlatıldığına göre tâbiînden Yunus b. Ubeyd rahmetullahi aleyh Basra’da yaşıyordu. Onun Horasan’ın Sûs şehrinde bir adamı vardı, ona satmak için şeker tedarik ediyordu. Adam bir mektup yazarak o sene şeker kamışlarının âfete uğradığını, şeker alıp stoklarsa iyi kâr edeceğini bildirdi. Yunus b. Ubeyd de şeker satın alıp depoladı. Şeker piyasası açılınca bu ticaretten otuz bin dinar kazandı. Parayı alıp evine gitti. Bütün gece boyunca bu ticareti üzerinde düşündü. Sonra kendi kendine, “Otuz bin dinar kazandım ama müslümanlardan birine dürüst davranmadım.” dedi.

Sabah olunca erkenden şeker satın aldığı adamın yanına vardı. Otuz bin dinarı ona vererek şöyle dedi: – Bu senin hakkın, Allah sana mübarek kılsın!

Şeker satıcısı; – Bu da nereden geldi, diye sorunca: – Senden şeker aldığımda durumu sana olduğu gibi aktarmadım. Horasan’daki adamım bu sene orada şeker kamışına âfet geldiğini söylemişti. Ben bunu sana söylemedim. Söyleseydim belki bana şekerini satmazdın, dedi. Satıcısı da; – Allah sana merhamet etsin, şimdi söyledin ya! Ben sana helâl ediyorum, dedi. Yunus b. Ubeyd parayı alarak tekrar evine döndü. Fakat o geceyi de uykusuz geçirdi. Kendi kendine; – Adama dürüst davranmadım. Belki de benden utandığı için parayı geri verdi, diyerek sabahladı. Erkenden yine satıcının yanına vardı. Ona; – Allah sana afiyet versin, bu senin malın, onu al. Benim gönlüm ancak böyle rahatlar, dedi. Adam da otuz bin dinarı aldı.

Ticarette yasaklanan şeyler hakkındaki bu haberler ve hikâyeler bize şunu gösteriyor: Ticarette fırsatçılık yapmak, mal sahibinin bilgisizliğinden istifade etmek, satıcıdan veya alıcıdan malın fiyatındaki yükseliş ve düşüşü gizlemek câiz değildir. Bunu yapan kimse zalim olur, adaleti ve müslümanlara karşı dürüstlüğü terketmiş olur.

Bir kimse bir malı satarken, malın ayıp ve kusurunu da haber vermelidir. Çünkü alışveriş yapanların âdeti, malı satanın açıklamalarına itimattır. Bundan dolayı malda bulunan bütün özellikleri müşteriye doğru olarak haber vermelidir.

İşte bunlar, ticaretle uğraşan kimselerin dinini koruma adına yapması gerekenlerin bir kısmıdır. Alışverişte dikkat edilmesi gereken daha başka emir ve tavsiyeler de vardır ve bunlar kitaplarda ayrıntıları ile anlatılmıştır. (Bu yazının alındığı İhyâu Ulûmi’d-Din’in üçüncü kitabının “Kazanç Yolları” bölümünün tamamının okunması özellikle tavsiye edilir.) En doğrusunu Allah Tealâ bilir.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy