Aramak

KARNIMIZ KAÇ BOĞUM?

"Kâfir yedi karına yer mümin ise bir karına..."
(Hadis-i Şerif)

Ebu Hüreyre radıyallahu anh naklediyor: Hz. Rasu-lullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdular:“Kâfir yedi karına yer, mümin ise bir karına...” (Buharî, Sahih, el-Et’ime, 5/206; Müslim, Sahih, el-Eşribe, 3/1631)

İmam Kelabâzî rahmetullahi aleyh, hadis-i şerifin yemeği çok veya az yemekle, doyup doymamakla alakalı olduğunu söyler. Mümin ihtiyacı olduğu için yer ve az yediği halde doyar. Kâfir ise nefsini tatmin etmek için yer, çok yemesine rağmen doymaz. (Bahrü’l-Fevâid, 1/131-133)

Hadis-i şerifte geçen karın (em’â) sayısı, zâhir manada değil mecâzi manada doymakla alakalıdır ve çok veya az yemekten kinayedir. Kinaye üstü kapalı sözdür. Anlatılmak istenen şey doğrudan değil, dolaylı olarak anlatılır. Em’â, Arapça’da bağırsaklar anlamında çoğul bir kelimedir ve hadis-i şerifte doyup doymamakla ilişkili olduğundan Türkçe çeviride benzer anlama gelen "karın" kelimesini tercih ettik.

Hadis-i şerif, imanın insanı ve eylemlerini nasıl hayra dönüştürdüğünü, inançsızlığın ise insanı nasıl bir çıkmaza sürüklediğini göstermektedir. Selef-i sâlihten büyüklerimiz açlığı övmüşler, azla yetinmişler, çok yemek yiyeni yermişlerdir. Yeme içme, giyinme, mal mülk, servet edinme ve şöhret kazanma konusunda riyâzet ve mücâhedeyi esas alarak buna titizlikle uymuş, her günahın temelinde dünya sevgisi ve menfaat hırsının bulunduğuna dikkat çekmişlerdir. Mâlik b. Dinar rahmetullahi aleyhin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Tealâ’dan rızkımın, ölünceye kadar ağızda döndürüp durulan bir çakıl parçasından ibaret olmasına kadar çok isterdim." (Beyhakî, Sünen, İman, 5/40)

Doymayan misafir

Hadis-i şerifin söyleniş sebebi ile ilgili kaynaklarda ilginç bir kıssa nakledilir. Rivayete göre Mekke ile Medine arasında bir bölgede yerleşmiş olan Gifar kabilesinden bir grup müslüman olmak üzere Medine’ye, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi ziyarete gelirler. Gelenleri misafir etmek üzere her birini bir sahabi evine götürür. Gelenlerin içinde boyu ve cüssesi ile en iri yapılı olan Cehcâh b. Saîd radıyallahu anh Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme kalır. Henüz müslüman değildir. Hane-i saadetten kendisine keçi sütü ikram edilir. Yedi sağım sütü içmesine rağmen doymaz. Üstüne bir de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem için hazırlanmış olan bir tas yemeği yer.

Ertesi gün yine müslüman olan misafirler namazdan sonra akşam yemeği için evlere dağılır. Cehcâh, yine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin misafiridir. Kendisine yine önceki gün gibi süt getirilir. Fakat bu defasında bir sağımlık sütle doyar, fazlasını istemez. Ümmü Eymen radıyallahu anhâ şaşırır ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme:

– Bu dünkü misafirimiz değil mi? diye sorar. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:

– Evet odur. Fakat dünkü gibi değil, artık mümindir. Mümin bir karına yer (ve doyar), kâfir ise yedi karına yer (yine de doymaz), buyururlar.

Bu kıssa imanın ve teslimiyetin insanı nasıl değiştirdiğini anlatan güzel bir hadisedir. Hz. Cehcâh radıyallahu anh iman nuruyla küfürden arınmış, üzerinde cahiliye eseri kalmamış, böylece nefsi sükûnet bulmuş ve artık ihtiyaç fazlasını istemez olmuştur.

Hadis-i şerif zâhiren yeme içme ile alakalı olmakla beraber kapsamı geniştir. İnananları nefsin ihtiyaçları bakımından her hususta aza kanaate teşvik eder. İhtiyaç fazlası tüketim ve israf tuzaklarına karşı uyanık olmayı öğütler.

Nitekim selef-i sâlihînden ve sonra gelenlerden hikmet ehli zatlar aza kanaat etmenin doğruluğunu, bu davranışın imanın kâmil, teslimiyetin tam olduğunun delili olduğunu dile getirmişlerdir. İman ve teslimiyetin varlığı veya yokluğu değil de kemâli denilmesinin sebebi, çok yiyen ve aza kanaat etmeyen nice inanmış kimsenin bulunmasıdır. Buna mukabil az yemeyi adet edinmiş, fakat inancı veya teslimiyeti olmayan niceleri de vardır.

Hadis-i şerif zâhiren yeme içme ile alakalı olmakla beraber kapsamı geniştir. İnananları nefsin ihtiyaçları bakımından her hususta aza kanaate teşvik eder.

Ne kadar yemeli?

Ne kadar yemenin insana yeterli olacağı hususunda Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuşlardır: “Âdemoğluna belini doğrultacak (gücünü toparlayacak) birkaç lokma yeter.” Bir diğer rivayet de şöyledir: “Dolduğunda insana karından daha şerli bir kap yoktur. Halbuki Âdemoğluna belini doğrultacak (gücünü toparlayacak) birkaç lokma yeter. Mutlaka yiyecekse karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye, üçte birini de nefesi için ayırsın." (Tirmizî, Zühd, 4/590)

"Mutlaka yiyecekse" ifadesi, yenilecek azami sınırı yani midenin alacağı üçte bir miktarı belirlemekte ve bunun üzerine çıkılmasını tavsiye etmemektedir. Azami ölçü üçte bir olunca, ideal ölçü hadis-i şerifte ifade edildiği üzere yedide bir olur ki, bu da üçte birin yarısıkârlığına yakın bir miktardır.

İmam Kelabâzî rahmetullahi aleyh, insanın iştahını kabartıp aşırı yemeğe sevk eden dürtüden yani şehvetten bahseder. Bunlar; insan tabiatı, nefs, göz, ağız, kulak, burun ve açlık dürtüsüdür. Müslümanı yemeğe sevk eden bu sonuncusu yani zaruri açlık duygusudur. İnançsız kimsede bu sayılanların hepsi birlikte ve aynı fonksiyonu görür.

İnsan, ihtiyacı olmadığı halde tabiatı gereği yemeği gördüğünde, kokusunu aldığında, bahsi geçtiğinde veya aklına ekşi, tatlı, mayhoş lezzetler geldiğinde iştahı kabarır ve yer. Karnı doyduğunda azaların açlığı durur; fakat nefs öyle değildir, açlığı süreklidir, tedavisi ise zordur. Onun iştahı bedenin ihtiyaçları ile alakalı değildir. Yani karın doysa bile nefs doymaz. Göz görmese, kulak işitmese, karın tok olsa dahi nefsin iştahı bitmez. Daha fazlasını, daha iyisini ister durur.

Yeme içme mümin için bir zorunluluktan ibarettir; yaşamak için yer, yemek için yaşamaz. Dünya hayatına kulluk bilinciyle yaklaşır. Onun için ibadetten alıkoyan, zorlaştıran her şey külfettir. Yemekten maksat hayatın idamesi ve kulluk için güç kazanmaktır.

Dünya yükünün hafifi ağırı

Mümin kendisine yakışanın, her işte olduğu gibi yeme içmede de sadelik ve kifayette yani yeterlilikte olduğunu bilir ve haddi aşmanın, gereksiz işlere bulaşmanın hesabından korkar. İnançsız kimsenin durumu ise bu söylenenlerin zıddınadır. Çünkü şeriatın gözettiği maksadı ve sınırları bilmez. Dizginsiz nefsin peşinde ölçüyü de dengeyi de kaybeder. Bu yüzden müminin yaşantısı kâfire nispetle sade ve özdür.

İbn Hacer rahmetullahi aleyh de bu hadis-i şerifin dünyayı ve dünya malını çok veya az isteme hususunda olduğunu söylemiştir. Yani kâfirin dünyaya olan hırsına, tamahüzere, müminin ise zühd ve kanaatkârlığını işaret eder der ve şunları ekler:

"İmanı kâmil olan dünya hayatı için değil, ölümden sonrası için hazırlık yapar. Müminin ahiret heyecanı ve korkusu dünyevî endişesinden daha baskındır. Uhrevî kazanç daha önemlidir ve meşguliyetini o tarafa yoğunlaştırır. Böylece ahiret korkusunun ve endişesinin şiddeti ve düşüncesi onu nefsanî arzuların peşinde koşmaktan alıkoyar. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: 'Kimin tefekkürü fazlaysa yemeği azdır. Kimin tefekkürü azsa yemeği çok, kalbi de katıdır.'" (Fethu’l-Bâri, 9/539)

Ayrıca mümin, her işte yaptığı gibi yeme ve içmeye başlarken besmele çeker, şeytanın yemeğine ortak olmasına fırsat vermez. Böylece yemeği bereketlenir ve miktarı az olsa dahi kâfi gelir. Oysa kâfirin besmele çekmesi söz konusu olmadığı gibi, çekse dahi faydası yoktur. Şeytan her halükârda ona ortaktır ve yedikleri kâfi gelmez.

Hadis-i şerif, günlük ihtiyaçları hususunda da müslümanları ölçülü olmaya, haddi aşmamaya teşvik etmektedir. Günlük hayatta birçok eylemi tekrarlar dururuz. Uyumak, giyinmek, konuşmak, dolaşmak, seyretmek, dinlemek gibi... Bunların içinde zorunlu olanlar bulunduğu gibi, zorunlu olmayıp sahibine yük olanları da var. Özellikle ölçüye dikkat edilmediğinde...

Mümin ilkelerine göre yaşar. Hayatı sade ve düzenlidir. Az ile yetinir, kanaat sahibidir. İhtiyacı kadar yer, ihtiyacı kadar tüketir. Yapıp ettikleri onun inanmış, teslimiyet ehli olduğunu gösterir. İnançsız veya imanı zayıf kimse ise nefsine teslim olmuştur. İhtiyaç miktarı ile yetinmez, dünya tutkusu aklını ve vicdanını teslim almıştır. Tamahkârdır, sürekli daha fazlasını ister, her hususta doymakta zorlanır.

Mümin, zühd ve takva ehlidir, dünyaya hak ettiği kadar kıymet verir, dünyaya karşı hırsı, tamahı yoktur. O, Allah Tealâ’ya teslim olmuştur; yerken içerken O'nu anar. Yediği helal ve bereketlidir. İnançsız kimse ise öyle değildir; dünya ve dünya hayatı onun tek kıymetli şeydir. Ne kadar sahip olsa yetmez, dünyaya doymaz. İhtiyacı olmasa dahi dünyalık her şey bir tür ganimettir. Diğer taraftan teslimiyeti olmadığı için endişe içinde yaşar, ölümden korkar.

Kanaat ahlâkına ne oldu?

Az ile yetinmek, kanaat zenginliği ve israftan kaçınmak müslümanın uyması gereken en önemli ilkeler olmasına rağmen, ne yazık ki hayli zamandır uygulamadan kalkmış; sadece dinî, ahlâkî ve tasavvufî kitap ve dergilerin sayfalarında, arada bir gündeme getirilen ve soyut bir fikir olmaktan daha ileriye gitmeyen kavramlara dönüşmüştür.

Müslümanlar olarak maalesef, sanki dinimiz azla yetinmeyi, kanaati, tutumlu olmayı değil de tüketmeyi, oburluğu ve israfı emretmiş gibi davranıyor, hayatımızı ona göre düzenliyoruz. Çağın tüketim ve israf hastalığına topyekün yakalanmış, bir türlü yakamızı kurtaramıyoruz. İhtiyacımız olsun olmasın, müslümanlar olarak, dinin bütün uyarılarına rağmen ölçüsüz ve gereksiz tüketim tuzağına düşmekten kendimizi alamıyoruz.

Akan nehirden abdest alırken dahi suyu israf etmekten kaçınmayı emreden bir dinin mensuplarıyız. Oysa şimdi her şeyi israf eder ve tüketir olduk. Zamanı, ömrü, imkânları, malı, kardeşliği, dayanışmayı...

Sadelik dinin özündendir. İslâm, dünyevî ihtiyaçlar hususunda sadeliği, azı ve özü teşvik eden bir dindir. İlkeler amele dönüşmesi için konulmuştur. Müslüman, ilkeleri hayata geçiren kimsedir. İmansız amelin bir anlamı olmadığı gibi, fiiliyata dönüşmeyen inancın da anlamını yitirmesi kuvvetle muhtemeldir.

Hadis-i şerife bu gözle de bakmalı, her hususta kendi karnımızın kaç boğum olduğunu tefekkür etmeliyiz. İhtiyaç fazlasına tamah etmekten uzak durmalı, ayet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin pek çoğunda hatırlatıldığı üzere gözümüzü fani dünyadan ebediyete çevirmeliyiz. Ancak bu şekilde iyi bir kul ve gözü dünya ile körleşmiş insanlığa umut olabiliriz.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy