İslâmî cemaatlere yapılan eleştiri, değerlendirme ve ithamlar, öncelikle kötü bir örneği genelleştirme arızası taşır. Diğer yönden de sosyolojik anlamda İslâmî olmayan cemaatlerde rastlanabilecek olumsuzlukları sadece ve ısrarla İslâmî cemaatler bağlamında konu etmesi sebebiyle art niyetlidir.
Bireylerden oluşan sürü
Müslümana göre kişilik kavramı, yaratılıştan gelen ama istikameti yine İslâmî ölçülerle tâyin edilen farklı kabiliyetlerle ilgilidir. Ve tabii ki itidalini bulduğu için fazilete dönüşen mizaç özelliklerinden bazılarının tutum ve davranış sergilemede diğerlerine göre daha belirleyici olmasıyla...
Her biri örnek şahsiyet olan Hulefâ-yı Râşidîn radıyallahu anhümden Hz. Ebubekir’de “hikmet”, Hz. Ömer’de “şecaat ve adalet”, Hz. Osman’da “iffet”, Hz. Ali’de ise “hikmet ve şecaat” faziletleri daha baskındır. Yine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin benzetmesiyle, her biri “gökteki yıldızlar gibi” olan Sahabe-i Güzîn radıyallahu anhüm de sahih ölçüler içindeki müslüman kişiliğinin mizaç farklılığından kaynaklanan çeşitliliği örnekler. Onlar müminlere hitaben gelen, “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte o topluluk kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 104) mealindeki ilahî emre ittiba ile müjdelenen büyüklerdir. Hem en hayırlı cemaattir hem de bu çizgide sonraki asırlarda oluşturulan cemaatlerin seçkin örnekleridir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine uyan, ashabının yolundan ilerleyen tarikatlar da bir anlamda kişilikli müminler inşa eden yapılanmalardır. Nitekim tarihimizde kendisine mahsus vasıflarıyla hayırlı hizmetler vermiş, büyük muvaffakiyetlere mazhar olmuş pek çok şahısta ve neredeyse bütün usta sanatkârlarda bir tarikatın mührü vardır.
Kişiliği nasıl anlamalı?
Sözlüklerde, “Bir insanı başkalarından ayıran ve onu kendisine yapan duygu, düşünce, inanç ve davranış özelliklerinin uyumlu bir bütün” olarak tarif edilen kişilik yahut şahsiyete peşinen olumlu bir anlam yükler, kişiliksizliği bir kusur sayarız. Oysa bu tariften anlaşılacağı üzere herkes kendisine has iyi veya kötü bir takım özelliklere, doğru veya yanlış kabullere sahiptir.
Modern anlayış meseleye böyle “değer” odaklı bakmaz. Kişiliği olumlarken insanların niteliklerini değil, davranışlarının tutarlı ve sürekli olmasını esas alır. İnsanların doğuştan getirdiği mizaç özelliklerine göre kişilik tasnifleri yapar; bunların davranış standartlarını belirler. Davranış standartlarının muhafazası için de mizaç özelliklerine müdahalede bulunmaz.
Müslüman ise kişiliği yüceltirken, fertlerin kendilerine has nitelik ve kabullerinin sıhhatini, güzelliğini, doğruluğunu gözetir. Bize göre kişilik sahibi olmak, sonradan kazanılan özellikler kadar mizacımızdaki özelliklerin de bir terbiye süreciyle İslâmî ölçülerle tâyin edilen en güzel kıvama ulaştırıldığı bir rüşt halini kuşanmak demektir.
Yani müslüman kişiliğinin inşasında mizaca müdahale vardır. Mizaca müdahale, kişinin verili kişilik özelliklerini büsbütün yok etmeye değil; itidal noktasına çekerek fazilet haline getirmeye yöneliktir. Mesela düşünme ve kavrama kabiliyetini, öfke duygusunu, beşerî ihtiyaçlara aşırı düşkünlük anlamına şehvet arzusunu yok etmek değil, terbiye etmek esastır.
Aklın itidali hikmet, öfkenin itidali şecaat, şehvetin itidali iffettir. Ulema bu üç fazileti, bunların tabiî sonucu saydıkları adaletle birlikte güzel ahlâkın esası sayar. Dolayısıyla müslüman için kişilik sahibi olmak, aynı zamanda güzel ahlâk sahibi olmaktır. Doğru bir kişilik de güzel ahlâk gibi, ehl-i sünnet dairesinde insanları hayra ve Hakk’a çağıran güzel müminlerin oluşturduğu cemaatlerdeki örnekler üzerinden kazanılır. Bu sebepledir ki Allah Tealâ’nın, “Sâdıklarla beraber olun!” (Tevbe 119) mealindeki buyruğunu kişilik inşasının şartı olarak da anlamak gerekir.
15 Temmuz hain darbe girişimi, Türkiye’nin öncülüğünde ümmetin derlenip toparlanarak dünyadaki zulüm düzenine karşı yeniden kıyam etmesi ihtimaline yönelik bir saldırıydı. Mensuplarına sağlam bir akide ile kulluğunu, mümin kardeşliğini ve yeryüzü hilafeti sorumluluğunu hatırlatmak suretiyle o kıyamın zeminini muhafazaya çalışan İslâmî cemaatleri itibarsızlaştırma çabalarına bakılırsa bu saldırı hala sürüyor. Ancak aradan geçen dört yıla yakın zaman içerisinde başlangıçtaki kaba nefret dili yerine makul gibi görünen eleştirel yaklaşımlar tercih edildi ve toplumda şöyle bir kanaat oluşturuldu:
“Cemaatlerde sürü psikolojisi hâkimdir. Cemaat mensupları kendi başlarına hareket edemez, kendi kararlarını kendileri alamaz, kendi akıllarıyla düşünemezler. Cemaatin menfaati adına sorgulamadan ne söylenirse onu tekrarlar, onu yaparlar. Dolayısıyla FETÖ örneğindeki gibi sürü başı bunlara ‘yalan söyleyin’, ‘kul hakkı gözetmeyin’, ‘kâfirlerle dost olup milletinize düşmanlık edin’, ‘cinayet işleyin’ dese, yapmayacaklarının garantisi yoktur. Çünkü cemaat yapısı, özgür düşünebilen, eleştirebilen, kendine has doğruları ve ölçüleri olan, irade sahibi, kişilikli bireylerin varlığına imkân vermez. Bunun çaresi ise böyle tehlikeli yapılardan uzak durup kişilikli birer birey olmaktır.”
Malumat yığınında hakikati kaybetmek
Bu minval üzere yapılan eleştiri, değerlendirme ve ithamlar, öncelikle kötü bir örneği genelleştirme arızası taşır. Diğer yönden de sosyolojik anlamda bütün cemaatlerde rastlanabilecek olumsuzlukları sadece ve ısrarla İslâmî cemaatler bağlamında konu etmesi sebebiyle art niyetlidir.
Sözlükte herhangi bir “topluluk” anlamına gelen “cemaat”, sosyoloji terimi olarak kabaca; “aidiyet, maksat, metot gibi müştereklerin bir araya getirdiği ve toplumun geneline nazaran aralarında daha özel bir ilişki ve iletişim olan insanlardan oluşmuş organize yapılar” diye tarif edilebilir. Yani dinî cemaatler haricinde din dışı saiklerle, mesela seküler bir anlayış ekseninde oluşmuş cemaatler de vardır. Fakat cemaat yapılanmasının bütün özelliklerini taşıyan bu toplulukların, devlet ve millet için tehdit yahut tehlike olduğunda, kişilik inşasına imkân vermediğine dair bir eleştiriye uğradıkları çok da görülmüyor.
Cemaatten ayrılıp bireysel takılmayı seçmek, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin, “Cemaatte rahmet vardır” ve “Şeytan tek kalanla birliktedir” diye haber verdiği bir hakikatin kaybedildiğine delildir.
Şartlar ne olursa olsun bireyselleşmenin bahanesi üretilemez. İkisi de “insan”ı anlamını barındırmasına rağmen “fert” ile “birey” aynı şey değildir. Fert emsalsizliği, birey ise her türlü ölçü ve kayıttan azadelik vehmine dayalı bir benmerkezciliği ifade eder.
İnsanı, kaçınılmaz olarak adına “bireyselleşme” denilen, ünsiyet etmemek anlamına bir vahşete sürükler. Dahası, bütün iddiaların hilafına bu nefse tâbi olma hali bireyleri birbirine benzeterek onları vahşi bir sürünün kimliksiz, kişiliksiz, kolay manipüle edilebilen birer mensubu kılar.
Bütün bunlar düşünüldüğünde Ehl-i Sünnet dairesindeki İslâmî yapılanmalara bu küresel sürüye katılmadıkları için saldırılıyor olamaz mı?