Aramak

Kunduracı

Günümüzde her ne kadar hızlı bir yapılaşma olsa da hâlâ mahalle kültürünün devam ettiği bir semtte yaşıyorum. Mahalle sakinleri birbirini çok tanımıyorlar belki ama selam verir, hal hatır sorarlar karşılaşınca. Allah’tan AVM’ler uzakta. Semtimizde modaya uymak için bazı dükkânlar “market”, “şarküteri” gibi isimlerini kullansalar da tabelalarının sonu “bakkalınız”, “kasabınız” olarak biten yerler de var.

Yakınlarda bir esnaf daha geldi mahallemize. Tabelayı görünce çok şaşırdım. Mahalle sakinlerinin de benim gibi şaşırdığına eminim. Dükkanın üzerinde “Has Kundura” yazılıydı ama burası ne kundura satıcısına benziyordu ne de kundura tamircisine. Asıl ilgimi çeken, camekândaki yazılarla sergilenen şeylerdi. “Size özel ayakkabı siparişi alınır”, “her türlü deriden modaya uygun tasarım yapılır” yazıları ve sanat galerisini andıran vitrini ile hayli dikkat çekiciydi Has Kundura.

Bir gün mesai dönüşü yine gözüme takıldı bu vitrin. Artık sahibiyle tanışma vakti geldi, yeni esnafımıza bir hayırlı olsun diyeyim dedim.

  • Selamünaleyküm komşum!
  • Aleykümselam, buyurun efendim, hoş geldiniz.
  • Siz de hoş geldiniz mahallemize. Çoktandır uğramak istiyordum ama kısmet bugüne imiş.
  • Ben Vedat. Malum, kunduracıyım gördüğünüz gibi değerli abim. Ekmek teknesi açtık. Bakalım Allah ne gösterecek, kısmet...
  • Vedat bey kardeşim mütevazı bir şekilde kunduracıyım dedin ama dükkânın sıradan bir kunduracı olmadığını gösteriyor.
  • Eyvallah, teveccühünüz abim.

A! Kusura bakmayın bir şeyler ikram edeyim... Ne içersin değerli abim? Kahve, çay, bitki çayları...

  • Hadi bir kahveni içeyim zahmet olmazsa.
  • Ne zahmeti abim... Şu kahve makinaları hanımların pabucunu dama attı vallahi. Kırk yıllık ev hanımı gibi. İşte tasarım bence bu abi, geleneği yenilikle sunmak...
  • Sen de mi öyle yapıyorsun Vedat kardeşim? Biraz öyle sanki.

Vedat kahve yaparken etrafı süzüyorum. Envai çeşit deriler özenle raflara sıralanmış, duvarlar safari yapan avcı koleksiyonu gibi timsah, yılan ve daha bilmediğim bir sürü hayvan derileri ile dolu. Hepsi özenle yerleştirilmiş. Belli ki esnafımız düzeni seviyor. Ben bunları düşünürken Vedat şık kahve fincanlarında kahvemizi getiriyor.

  • Vedat bey kardeşim, ne kadar da çok çeşitli deri var! Hepsini kullanıyor musun?
  • Elbette değerli abim. En çok kullanılan sığır, deve, keçi, hatta at derisi. Timsah ve yılan derisini fantezi ayakkabılarda kullanıyorum. Onun müşterisi zaten belli ve nadirdir abim. Deri deyip geçme, onlarca çeşidi var. Daha çok tabaklama ve işleme şekline göre çeşitlenir. Aslında bir derya bu kunduracılık işi...
  • Eskiden kavaflık derlerdi değil mi kunduracılığa?
  • Yok abi, kavaflık aslında şimdiki ayakkabı satıcıları gibi sonradan ayakkabı yapanlara da demişler ama onlar kaliteli ayakkabı yapmazlarmış. Asıl kunduracılar yaptıkları imalatla anılırmış; çizmeci, fotinci, nalıncı, yemenici, mestçi...
  • Sence en büyük keşif nedir kunduracılıkta Vedat kardeşim?

Vedat biraz düşündükten sonra gülerek;

  • Bana düşmez ama ökçenin keşfi abi. Topuk diyoruz ya daha çok... Topuk bence dönüm noktası ayakkabıda rahatlık ve şıklık için. Mübalağa olmasın, tekerleğin keşfi gibi bir şey.
  • Nasıl merak sardın bu mesleğe Vedat kardeşim? Üstelik ayakkabı endüstrisi bu kadar gelişmişken, bu kadar çeşit varken, insanların tercihleri modaya göre ikide bir değişirken büyük cesaret seninki.
  • Benimkisi baba mesleği aslında değerli abim. Allah selamet versin, babam iyi ustadır ama şimdi çok yaşlandı. Sadece meslek öğretmedi bize, hayatı da öğretti. Her şeyi ile örnek olurdu. Abartmış olmayayım ama hani eskiden Ahîlik Teşkilatı’nda esnaf şeyhleri varmış ya, onlar gibi oturaklı, bilgili, ahlâklı bir adamdır. Her gün dükkânda işe başlamadan önce ders yapardık.
  • Ders?! Nasıl derslerdi bunlar? Doğrusu çok merak ettim.
  • Sabahtan dükkâna herkes geldiğinde, ben de dahil, bütün çıraklar önce bir sayfa Kur’an-ı Kerim okurduk, babam da dinlerdi. Sonra babam İhyâ’dan bir konuyu okur, bizim anlayacağımız şekilde anlatırdı. Babam İhyâ’yı çok severdi. Bize, “Büyükler derler ki, eğer bütün ilimler yok olsa hepsi İhyâ’dan çıkabilir.” derdi. Sonra Pendnâme de okuturdu. Bize, “Hoşunuza gideni yazın, o size rehber olur. Herkesin bu kitaptan alacağı öğüt faklıdır” derdi. Benim de o zaman en çok hoşuma şu gitmişti abi, notlarımın arasından bulursam okuyayım müsaadenle.
  • Eyvallah, dinliyorum...
  • Attâr kuddise sırruhû şöyle demiş: “Ahmaklığın dört alameti vardır: Kendi kusurunu görmeyip başkalarının kusurunu aramak. Kendi içine cimrilik tohumu saçtığı halde başkasından cömertlik ummak. Huyu ile insanları hoşnut etmeyen kimsenin Cenab-ı Hakk’ın kapısında hiçbir değeri yoktur. Kötü huy, tende canın belasıdır. Huysuz kişi insandan sayılmaz.”
  • Rahmetli baban da sen de derin adamlarmışsınız Vedat kardeşim.
  • Sadece meslek öğrenmedik, böyle geçerdi hayat derslerimiz. Çok usta yetiştirdi babam. Hasbelkader biri de benim. Kardeşler arasında bir ben merak saldım aslında. Daha yedi sekiz yaşlarında babama yardım ederdim. Gülmezsen önceleri babamın dükkânına niye gittiğimi söyleyeyim mi? Çocukluk işte... Hani tutkal kokusu var ya abi, acayip severdim. Aman beni balici falan sanma! Bir gün babama “Tutkalın kokusu senin de hoşuna gidiyor mu?” demiştim. Aslında halim selim bir adamdı ama bu lafımı duyunca acayip hiddetlendi. İşte böyle değerli abim. Hayatımızın ilk dersini de aldıktan sonra ayakkabı yapmak bir tutku oldu bende. Babam beni İtalya’ya bile gönderdi. İki yıl kaldım, özel tasarım yapan atölyelerde çalıştım, “come posso aiutarti signore...”
  • Ne dedin anlamadım ama İtalyanca da biliyorsun demek Vedat kardeşim.
  • Kedimizi idare edecek kadar işte. “Size nasıl yardım edebilirim bayım?” dedim. İtalya’da çok şey öğrendim, özellikle ayakkabı çizimleri yapmayı, kalıp çıkarmayı falan... Ama hayat serüvenimiz hep böyle ilerlemedi tabi.

Vedat bu son cümleyi söylerken çok hüzünlenmişti. Daldı gitti bir yerlere. Sonra tebessümle, “neyse geldi geçti hayattayız ve sağlığımız da yerinde ya Allah’a şükür” dedi. Bende merak salmıştı. Neydi ki onu böylesine etkileyen mesele?

  • Mahzuru yoksa dinlemek isterim. Ne yaşadın ki seni böylesine derinden etkilemiş?
  • Yok abi! Ne mahzuru olacak, sadece hüzünlendim o günleri hatırlayınca. Bir ara babamın işleri bayağı bozuldu. Artık evin geçimini bile sağlayamayacak hale geldi. O zaman ben de iş aramaya koyuldum. Derken Jandarma Uzman Er olarak göreve başladım. Hiç hayalime bile gelmeyecek iş aslında. Derken Doğu’da göreve başladım. Malum, ara sıra operasyonlara katılıyoruz. Bir gün yine bir operasyon yapıyorduk ama bu sefer çatışma çıktı. Derken çembere aldık, teslim ol çağrısı yapıldı. O an ben de teröristlere çok yaklaşmıştım. İnatla direniyorlardı. Derken birisi ile karşı karşıya geldik. Baktım karşımda çocuk yaşta biri, elinde “keleş” bana bakıyor. Donakalmıştım, ne yapacağımı bilmeden silahımı indirdim ama o ateşledi abi. Belki korkudan, belki nefretten bilemiyorum. Karnımdan vurulmuştum. Beni acil hastaneye kaldırdılar. Tam üç ay hastanede kaldım. Çıkınca askerliğe devam edemedim. Daha yeni kendime geliyorum. İşte bu dükkânı açtım, yani baba mesleğine döndük. Onun için hüzünlendim abi. Nereden nereye savuruyor hayat insanı... Kendi tercihlerimizi yapıyor gibiyiz ama bütün resme bakınca kaderin tecellisini görüyorsun aslında. Senin de başını ağrıttım be abi!
  • Estağfirullah Vedat kardeşim. Ne güzel işte, paylaştıkların bize de tecrübe oluyor.

Konuyu değiştirmek istiyorum, Vedat’ın yaralarını daha fazla deşmemek için.

  • Duvardaki hat yazısı “Na’l-i Şerif” değil mi!
  • Evet abim orijinaldir. Kunduracı dükkanının olmazsa olmazıdır. Malum Peygamber Efendimiz’in giydiği sandaleti temsil eder. İçinde yazılı dua sebebi ile bereketli olur işyeri. En önemlisi de O’nu hatırlatıyor olması. Allah selamet versin, babam her gün besmele ile dükkanı açıp, bu tabloya bakarak Peygamber Efendimiz’e salâvat getirirdi. Ben de aynı şekilde yapmaya çalışıyorum. Değerli abim, Topkapı Sarayı’nda bir ara sergilendi Peygamberimiz’in sandaleti. Ben de ziyaret etmiştim. Samimi olarak söyleyeyim, bir kunduracı gözüyle, yüzyıllar geçmesine rağmen aslında ne kadar zarif bir ayakkabı olduğunu gördüm. Bu da O’nun ne kadar zarif bir insan olduğunu gösteriyor. O imkansızlıklar için de bile güzeli yapmak, güzel olanı seçmek büyük bir marifettir abi.
  • Eyvallah Vedat kardeşim. Allah razı olsun ne güzel bir sohbetti, tekrar hoş geldin mahallemize.
  • Hoş bulduk değerli abim. Lütfen her zaman buyurun, bu dükkan sizin.

Dükkândan çıkıp eve doğru yürürken, mahallenin sadece bir kunduracı değil, bir “insan” kazandığını düşündüm. Benim ise arada bir uğrayıp gönlümü ferahlandıracağım yeni bir yerim olmuştu.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy