Aramak

Mazlum Padişah Sultan Abdülaziz

Osmanlı padişahları içinde sıra dışı şahsiyetine ve başarılarına rağmen az bilinen Sultan Abdülaziz Han’dan bahseder misiniz?

Sultan Abdülaziz 1830’da doğdu, 1876 yılında elim bir cinayetle vefat etti. Babası II. Mahmud, annesi ise Pertevniyal Valide Sultan idi. Abdülaziz Han’ın çocukluğu babasının başlattığı değişim rüzgârları içinde geçmişti. Biraz daha büyüyünce abisi Sultan Abdülmecid Han tahta çıkmış, onun döneminde de Avrupalılaşma çabaları devam etmişti. Abdülaziz Han için böyle bir ortamda doğup büyüyen ilk Tanzimat şehzadesi diyebiliriz. Sultan Abdülaziz daha küçük yaşta Arap dili ve edebiyatı ile şer’î ilimleri tahsil ederken bir yandan da Farsça ve Fransızca öğrenmeye başladı. Sporla da yakından ilgilenen genç şehzade; güreş, at binme, okçuluk, kılıç kullanma, cirit atma ve zamanının diğer silahlarını kullanmayı öğrendi. Köşkünde at yetiştiren, güreş tutan, işret ve eğlence meclislerinden kaçınan, zekâsı ve takvası ile halkın sevgisini kazanan bir kişilikti.

Dönemin şahitliklerinden hareketle Sultan Abdülaziz Han’ın karakteri hakkında neler söylenebilir?

Mabeyn’de görevli kâtiplerden Memduh Paşa, sultanın dış görünüşünün yakışıklı, konuşmasının son derece anlaşılır ve düzgün olduğunu söyler. Devlet işlerinde yakınında bulunduğu zamanlarda Memduh Paşa’nın izlenimlerine göre zeki, anlayış ve kavrayış açısından son derece süratli ve üstün ahlâklı bir kişiliğe sahiptir. Mabeyn başkâtibi Hafız Mehmed Bey de, sultanın hiç işret meclislerine katılmadığını ve sigara içmediğini söyler. Her hareketinde devletin büyüklük ve vakarını düşünerek davrandığını, devlet işlerindeki uygulamalarına kendisini seven sevmeyen herkesin hayran kaldığını anlatır.

Divan-ı Hümayun’da tercüman olarak görev yaptığı sırada padişahı yakından tanıma fırsatı bulan Sadullah Paşa da, sultanın güzel konuşan, vakur biri olduğunu özellikle ecnebilerle konuşurken vakarının daha da arttığını, askerlikten anladığını, giydiği mareşal ve büyük amiral üniformalarının hakkını verdiğini, ordunun ve donanmanın içinde bulunmaktan hoşlandığını söyler. Sultan, ordu içerisinde olmadığı zaman üniformalarını giymez, diğer devlet görevlileri gibi giyinirdi. Sadullah Paşa, Prusya Prensi Karl’ın bir sohbette kendisine; “Padişahınızın hem askerî zekâsı hem de askerî girişimleri çok kudretli” dediğini anlatır.

Fransa İmparatoru III. Napolyon, Avrupa seyahati esnasında Sultan’ın şerefine bir askerî tatbikat yaptırmıştı. Bunu bilen Prusya Kralı I. Wilhelm de III. Napolyon’dan aşağı kalmamak için Abdülaziz Han’ın huzurunda bir tatbikat yaptırmış ve Sultan’a Prusya ordusunu teftiş ettirmişti. Bu ziyaretlerden edindiği izlenimlerle olası bir Fransa-Prusya savaşında Prusya’nın kazanacağını söylemiş, birkaç yıl sonra gerçekleşen Fransa-Prusya savaşını Sultan Abdülaziz’in dediği gibi Prusya kazanmıştı. Bu olay Sultan’ın askerî konularda ne derece yetenekli ve ileri görüşlü olduğuyla ilgili anlatılanların doğruluğunu teyit ediyor.

Sultan Abdülaziz’in güreşe olan ilgisi biliniyor. Peki, bunun dışında başka ne gibi meziyetleri vardı?

Sultan’ın spora olan ilgisi “güreşi çok severdi ve desteklerdi” ifadesi ile yetinilecek kadar az biliniyor. Sultan, kendisi de bir pehlivan olarak gözden düşmüş ve unutulmaya başlamış olan güreş sporunu yeniden canlandırmış. Verdiği destek ile unutulmasının önüne geçtiği gibi eski günlerine dönmesini sağlamıştır. Ancak spor ile dinçliğini ve sağlığını koruyan Abdülaziz Han sanatla meşgul olmayı ve bu vesileyle ruhunu inceltmeyi de ihmal etmemişti. Çok iyi derecede bir müzisyen, usta bir neyzen, başarılı bir bestekâr olduğunu da unutmamak lazım. Ayrıca resim sanatından da gayet iyi anladığı nakledilir. Dönemin edebiyatçılarıyla yarışacak hatta onları geçecek kadar güzel yazdığı ve edebî üslûbu olduğu da bilinir. Bunun örneği olan bazı mektuplar bugün için elimizdedir.

Sultan Abdülaziz’in horoz dövüştürmekle, deve güreştirmekle, boğalara, koçlara, horozlara madalya, nişan vermekle eleştirmek ne derece doğru?

Tarihi kendi zaman diliminden çıkarıp okumaya kalkarsanız elbette böyle yanıltıcı eleştirileri gündeme getirirsiniz. Bunların gerçekliği var mı yok mu araştırılmıyor. Gerçekliği olsa dahi sebebi üzerinde düşünme zahmetine kimse girmiyor. Hal böyle olduğu için Sultan Abdülaziz Han, kendisini katledenler tarafından uğradığı iftiralarla halkın gözünden düşürülmeye çalışıldı. Bu iddiaların temelinde Sultan’ı kötü göstererek tahttan indirilmesini ve katledilmesini haklı gösterme çabası var. Ama işin aslı anlatıldığı gibi değildir ve halkın gözündeki değeri azalmamıştır.

Sultan Abdülaziz için söylenenler, kendi zaman dilimi içinde devlet başkanlarının sembolik olarak kabul edilen görevleri arasındadır. Hayvan sergilerini resmî olarak açar, seçilen en iyi boğalara, koçlara, tazılara hatta horozlara ve şahinlere şampiyonluk beratı verilirdi. Beratın yanında para verildiği de olurdu. Bunların uygulanmasındaki ana gaye çiftçileri iyi ve sağlıklı hayvan yetiştirmeye teşvik etmekti.

Sultan Abdülaziz, 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa’da kullanılan ve çoğunlukla saldırı için kullanılan bir kılıç türü olan Meç ve Sabre kullanmakta mahir, kama ve bıçak kullanmada yetenekli, hattat, müzisyen ve bestekâr bir devlet başkanıydı. Şimdi bu özellikleri atlanıp mantığını anlayamadıkları şeylere eleştiri getirmeleri ne derece mantıklı ve iyi niyetli?

Abdülaziz Han’ı eleştirenler bir de o dönemin diğer imparatorlarına, devlet başkanlarına bakmalılar.

Sultan Abdülaziz için Avrupa ziyaretinde birçok kez dilinin sürçtüğü yazılır. İddialara bakılırsa Sultan, üniformasını giymeyen, protokole uygun olarak oturup kalkmayı bilmeyen birisi olarak anlatılıyor.

Hatta bu iddiaların bir adım daha ötesine geçiliyor ve Sultan’ın Avrupa ziyaretinde kadınlara baktığı da iddia ediliyor. Aslında Abdülaziz Han’ın takva sahibi samimi bir müslüman olduğu bilindiği halde böyle iftiralar atılıyor. Dönemin sadrazamı Fuat Paşa’yı başında takke, sırtında hırka ve ayağında çedik pabuçlarla karşıladığı da rivayet edilir. Bu rivayetlerdeki maksat da Sultan’ın protokolü bilmeyen biri olduğu imajını vermektir.

Aslında bu iddiaların dışına çıkıp genel bir Sultan Abdülaziz portresine baktığınızda Sultan’ın yiğitliği, üstün zekâsı, kültürü, vatanperverliği, kibarlığı ve nezaketinin herkes tarafından bilindiğini görürsünüz. İçeride muhalif olan bir grup, Avrupalılaşma hareketi olarak başlatılan Tanzimat-ı Hayriye’nin devamını istiyorlardı. Ancak Sultan Abdülaziz, Tanzimat’ı hayırlı değil şerli bir iş olarak görüyordu. Bu yüzden bu yenileşme hareketine karşıydı. O, Osmanlı’nın köklerinden gelen anlayışa sonuna kadar bağlıydı. Onun bu siyaseti de İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü İngilizler kendi siyasî emelleri açısından güçlü bir Osmanlı, devletin başında da güçlü bir sultan istemiyordu.

Bir başka iddia ise Sultan Abdülaziz’in müsrif oluşu hakkındadır. Sultan gerçekten müsrif bir kişi miydi?

Bu iddia genelde Osmanlı’nın son dönem padişahlarının çoğu için geçerlidir. Ancak altı boştur ve bunu dile getirenler bir tek delil ortaya koymaktan acizdir. Zaten bu iddialar aslında Avrupa gazetelerine aittir. Onlara bakarsanız Sultan, eline geçirdiği her fırsatta har vurup harman savurmuştu. Vefatından sonra arkasından çıkan yazılara göre saltanatı boyunca kadın koleksiyonu yapmıştır.

Bu iftiraları ortaya atanlar, Sultan’ın Avrupa seyahatinde “gâvurun suyu ile abdest alınmaz” diyerek abdest suyunu özel olarak taşıttığını söylemezler. Burada sorulması gereken esas soru şudur: İddia edildiği gibi müsrif bir padişah nasıl oluyor da saltanatı boyunca orduyu devraldığından daha güçlü bir hale getiriyor? Sultan Abdülmecid Han’dan devraldığı donanma ile geride bıraktığı donanma kıyaslandığında muazzam yatırımlar yaptığı ve Osmanlı donanmasını yenilediği görülür. Osmanlı’da ilk defa demiryollarını da yine o yapmıştır. 1870’den başlayıp beş yıl içerisinde tam bin üç yüz kilometre uzunluğunda demiryolu inşa ettirmişti. Osmanlı’da bir süredir durmuş olan imar hareketleri de yine Abdülaziz Han devrinde yeniden canlanmıştı. Hastane, karakol ve mektepler açılmaya başlanmıştı. Sultan Abdülaziz Han’ın devrinde Osmanlı’nın borcu artmıştır ama saydığımız bu gelişmeler ile askerî ve ekonomik girişimler göz önüne alındığında, ortada fahiş bir artış yoktur. Beylerbeyi Sarayı’nı kendisi yaptırmış ve Abdülmecid Han’ın başlattığı Çırağan Sarayı’nı ise tamamlatmıştı. Şunu unutmamak lazım, Abdülaziz Han’ı ve zamanında yaptığı işleri anlamak için, Batı gazetelerini ve Batılı tarihçilerin yazdıklarını okumak, gerçeği ıskalamak olacaktır.

Faydalanılan Kaynaklar

  • Ziya Nur Aksun - Darbe Kurbanı Sultan Abdülaziz Han
  • Cevdet Küçük – Sultan Abdülaziz, TDV Ansiklopedisi, 1. Cilt,
  • Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu - Sultan İkinci Abdülhamit ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Komiteciler
  • Kadir Mısıroğlu - Sultan Abdülaziz – Bir Mazlum Padişah
  • Yılmaz Öztuna - Bir Darbenin Anatomisi
  • Ahmet Şimşirgil - Kayı IX – Sonun Başlangıcı
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy