Aramak

Menkıbelerden İbretler

Fatih ve Ubeydullah Ahrar (K.S.) Hazretleri

Biri cihan sultanı. Diğeri mana aleminin sultanı. Devir, maddenin manayı boğmadığı bir kutlu devir. Sultanlığın ötelerin önünde diz çökebildiği devir. İki sultan gönüllerini kucaklaştırarak madde ile manayı kucaklaştırdılar. Irmağı okyanusa kavuştururcasına, susuz toprakları nisan yağmurlarıyla sularcasına... Ubeydullah Ahrar Hazretleri (K.S.) hicri 806, miladi 1404 yılında Taşkent’e bağlı Bağıstan’da doğdu. Hz. Ömer’in (R.A.) neslindendi. Zahiri ilimleri Taşkent ve Semerkand’da tamamladı. Çiganyan’da Nakşibendi Şeyhi Yakub Çerhi’ye (K.S.) intisab etti. Kısa zamanda seyr u sülukunu tamamlayıp hilafet aldı. H.893/m.1490 tarihinde Semerkand’da vefat etti. Nakşibendiyye   yolu, O’nun devrinden İmam-ı Rabbani’ye (K.S.) kadar “Ahrariyye” adıyla anılır. Fatih Sultan Mehmet Han dünya gözüyle henüz Ubeydullah Ahrar Hazretleri’ni görmemişti. O’nu rüyalarından tanıyor ve hasretiyle yanıp tutuşuyordu. Anadolu’ya hiç gelmeyen bu büyük mürşide yığınlarla mektup yazarak hasretini gidermeye çalışıyor ve ondan himmet istiyordu. Fatih İstanbul’un fethiyle bir çağı kapatıp diğer bir çağı açarken, O’nu hep yanında hissetmişti. Daha sonraları da ona intisab etmek için, Semerkand’a kadar gittiği rivayet edilir. Ubeydullah Ahrar’ın torunu Muhammed Kasım (K.S.) anlatıyor: “Dedem Ahrar Hazretleri bir perşembe günü, Semerkand’da öğle namazını kıldıktan sonra acele atına atlayıp şehirden çıktı. Müridleri de onun ardına takıldılar. Şehir dışında beraberindekileri ansızın durdurup, kendisi Deşt-i Abbas denilen araziye doğru ilerledi. Merak edip ardından giden yakın bir müridi, gördükleri karşısında hayretler içinde kalmıştı. Ubeydullah Ahrar Hazretleri öteye beriye at koşturarak kılıç sallıyor ve arasıra gözden kayboluyordu. Mürid, eve dönünce gördüklerini şeyhine arz etti. Hazret lütfedip buyurdular ki: “Rum Diyarı Padişahı Sultan Mehmed Han küffarla savaşmakta idi. Bizden yardım dileğinde bulundu. Biz de onun candan istimdadına icabet ettik...” Muhammed Kasım devamla şöyle anlatıyor: “Babam Abdülhadi, daha sonraki yıllarda Rum diyarına gelip, Sultan II. Bayezid Han ile görüşmüştü. Sultan, dedem Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nin simasını, kılık kıyafetini ve beyaz bir atı olup olmadığını sormuş, babam da anlatmıştı. Bunun üzerine II. Bayezid, babası Sultan Fatih Han’ın şöyle anlattığını söyledi: ‘Filan gün, öğleden sonra, filan yerde küffar askerleri ile karşılaştık. Küffar ordusunu galibiyete yakın görünce Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nden istimdad istedim. İşte o anda beyaz bir at ile savaş meydanında karşıma çıktı. Ve bana: -Korkma! Merak etme! diye kuvvet verdi. Ben: -Nasıl korkmayayım? Küffar ordusu çok kalabalık deyince, Ahrar Hazretleri kol yenlerini açıp bana: -İçeri bak!... buyurdu. Baktım ki büyük bir sahra ve içinde hadsiz hesapsız İslam askeri. Sonra Ahrar Hazretleri: -Filan tepeye çıkıp, askere rehberlik ederek bir hücum daha yapın! dedi. Kendisi de düşman üzerine kılıç salladı... Ve kafirler hezimete uğrayarak fetih müyesser oldu. Sonra baktım ki Ahrar Hazretleri kaybolmuş.’ Ben Ubeydullah Ahrar Hazretleri ile konuştuğum sırada vezirlerim düşman askerlerinin çokluğu sebebiyle hayretimi ifade ettiğimi zannettiler. Çünkü onlar Ubeydullah Ahrar Hazretlerini görmüyorlardı.” (Taşköprüzade, Şakaik; Lâmiî, Nefahatu’l-Üns; Hoca Sadüddin, Tacu’t-Tevarih)

 Son Nefes

Yermuk muharebesinde idi. Şiddetli çarpışmalardan sonra ok, kılıç ve mızrak darbeleriyle yaralanan sahabiler, kanlarıyla suladıkları kızgın çölün üstünde can çekişiyorlardı. Bu esnada kendine gelebilenler, şehitlerin arasında dolaşarak hayatta kalan yaralıların imdadına koşuyorlardı. Haris (R.A.) kanlar içinde   yerde yatıyordu. Hararetten dudakları kavrulmuştu. Son nefeslerini vermek üzereydi. Kendisine su yetiştirdiler. Kırbayı dudaklarına götürürken az ötede birinin “su!” diye inlediğini duydu. Bu İkrime (R.A.)nin      sesiydi. Haris göz işaretiyle İkrime’yi gösterdi. Bunun üzerine koşarak suyu İkrime’ye yetiştirdiler. Toz toprağa belenmiş, kızgın güneşin altında kavrulmuş bu insan, ellerini su kırbasına uzatırken: - “Allah rızası için bir damla su!” diye inleyen Iyaş (R.A.)ın sesi duyuldu. Bunu duyan İkrime, derhal elini su kırbasından çekti ve Iyaş’ı işaret etti. O da Haris gibi bir damla su içmemişti. Kırbayı Iyaş’a yetiştirdiklerinde dudaklarının belli belirsiz hareket ettiğini gördüler. Belli ki su içmeye zamanı yoktu. İman davası uğruna canını feda eden bu insan, huzuruna gideceği Rabbine karşı son dualarını yapıyor, belki de istiğfar ediyor ve şehadet istiyordu. Suyu Iyaş’a yetiştiremediler. O son nefesini vermiş, Rabbine ulaşmıştı bile... Hiç değilse suyu İkrime’ye yetiştirelim dediler. Yanına vardıklarında onun da çoktan şehadet şerbetini içtiğini gördüler. Sonra koşa koşa Haris’in başına geldiler. Baktılar ki o da kızgın kumların içinde kavrula kavrula ruhunu teslim etmiş. (Hayatü’s-Sahabe)
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy