Aramak

Mimar Fevzi Amca -1

Bir Cuma günü yine namaz sonrası caminin altında çay ocağında dostlarla sohbet koyulaşmıştı ki, ağarmış uzun saçları ve sakalı ile Mimar Fevzi bey içeri girdi. İsmini söylediğime bakmayın, hiç muhabbetimiz olmamıştı aslında. Sadece Cuma günleri görürdüm onu çay ocağında. Tebessümle selam verir ama hiç konuşmadan kahvesini içer, sessizce ayrılırdı.

Bizim çaycı Hüseyin, maşallah, cevval muhabir edasıyla herkesi soyuna sopuna kadar bilirdi. Ondan öğrenmiştik Mimar Fevzi beyin ahvalini. Yetmiş beş yaşlarında ODTÜ’den mezun olmuş, Üsküdarlı bir beyefendi. Bizim Hüseyin’in bile bildiği bu kadardı. Çay ocağının müdavimi herkes meraklansa da kimse Fevzi bey ile konuşma cesareti bulamazdı ne hikmetse. Suskunluğunun verdiği heybet etrafı öyle kaplıyordu ki kimse onunla konuşmaya cesaret edemiyordu.

Biz kendi aramızda sohbet ederken Mimar Fevzi beyle bir an göz göze geldik. O heybetin arkasında sevecen bir çehre olduğunu o an fark ettim. Belirgin bir muhabbetle, gülümseyerek bakıyordu. O bakışının verdiği cesaretle yanına gittim.

– Nasılsınız efendim? Uzaktan uzağa sizi tanıyoruz ama hiç muhabbetimiz olmadı. Oturabilir miyim?

– Tabii! Lütfen evladım.

– Aslında çoktandır sizinle hasbihal etmek istiyorduk arkadaşlarla, ama suskunluğunuz cesaretimizi kırıyordu doğrusu.

– Eyvah! Öyle mi evladım, çok ayıp olmuş aslında. Dışarıya çok çıkmıyorum, ancak Cumaları camiye gelebiliyorum. Öyle olunca da çay ocağında biraz soluklanıyorum.

Sonra tekrar sustu Fevzi amca ama niye “ayıp olmuş” dedi ki? Kendi halinde bir insan, kimseye bir zararı yok diye düşünürken, aklımdan geçenleri okumuşcasına söze başladı:

– Ne kadar ayıp olmuş değil mi evladım, kimse ile muhabbet etmeyince insanlar kim bilir ne zannettiler beni. Halbuki insanın kendisinde olmayan bir hali varmış gibi göstermesi ne kötü bir şey değil mi evladım. Konuşmak da zor, susmak da... Ne yapmak lazım bilemiyorum.

Hay Allah! Bir anda dertlenmiş, mahzunlaşmıştı Fevzi amaca. Havayı yumuşatmak için:

– Baksanıza, biz hep konuşuyoruz ama iyi mi yapıyoruz bilmiyorum Fevzi amca; dedim.

Tekrar tebessüm etti ve o suskun adamdan beklenmeyecek bir şekilde söze başladı. Derhal kendini belli eden bir özenle, yumuşak ama etkili bir tonda konuşuyordu:

– Tabii evladım, konuşmak lazım. Dertleşmek, sevdiğini söylemek, öğüt vermek, öğrenmek, öğretmek en önemlisi de hakkı söylemek, iyiliği yaymak, kötülükten sakındırmak için konuşmak lazım. Ana babaya hürmet ve iltifat için, akraba ve dostların halini hatırını sormak, ihtiyaçlarını öğrenmek için... Lâtife etmek için de konuşmak iyidir, gönüllerin yükünü hafifletmek için. Sonra da susmak gerekir dinlemek, anlamak, kendini hesaba çekmek için. Bir de tefekkür etmek için susmak gerekir ama kolay değil.

Fevzi amca ârifâne dille bir anda konuşmaya dair bütün ahvali ortaya koymuştu. Bu arada çay ocağında herkes pür dikkat Fevzi amcayı dinliyordu. Çay ocağının uğultusu susmuş, şimdi suskun Mimar Fevzi bey konuşuyordu. Sessizlik onun da dikkatini çekmiş olmalı ki mahcup bir edayla etrafına bakınarak:

– Galiba çok konuştum evladım, diyecek oldu ama çay ocağının müdavimleri çoktan onun sesinin sıcaklığına biraz da merakla kendilerini kaptırmışlardı. Herkes Fevzi amcaya kulak kabartmış bekliyordu. O da devam etti:

– Hele yalan hiç konuşmamak gerekir, ölü eti yememek gerekir, iftira ise dünya ve ahiretini mahveder insanın maazallah...

Kilidi ben açtım, devam etmeliydim. Sordum:

– Fevzi amca, neden ölü eti yemeye benzetilmiş gıybet? Üstelikte kardeşinin ölü eti diye tarif ediliyor Kur’an-ı Kerim’de.

– Evet evladım, demek ki bu kadar iğrenilecek bir şey dedikodu yapmak aslında. Çok ocaklar yıkılmış dedikoduyla, hatta nice saltanatlar, nice güzelim ortaklıklar heder olmuş, yok olmuş.

– Fakat artık dedikodu, gıybet biraz olumlu bir şey gibi görülüyor. Hatta bir sektör.

– Yaa, şimdi dedikodu ile para kazanıyormuş insanlar evladım, aman Yarabbi!.. Benim torun söylüyor evladım, bir haber yayıyormuşsun telefonundan biri hakkında, dünya alem hemen başlıyormuş yorum yapmaya. Adı da “yorum yapmak” olmuş dedikodunun. Şimdi anladın mı evladım Rabbimiz Tealâ neden “kardeşinin ölü etini yemek” diye tasvir etmiş dedikoduyu.

– Peki, ne yapmalı Fevzi amca?

– Daha çok susmak gerekir evladım. Konuşmaktansa susmak... Çok sözler söylenmiş konuşmak ve susmak hakkında ama en esaslısını Âlemlere Rahmet Efendimiz söylemiş, değil mi evladım? “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır konuşsun ya da sussun!” İllâ konuşacaksak Hazreti Yunus Emre’nin sözleri ne güzel kılavuz. Ne demiş âşıkların kutbu:

“Sözünü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz.”

Anlayana yeter değil mi evladım?

Fevzi amca ve çay ocağı müdavimleri için tarihî bir gündü bugün. Ama Fevzi amca yorulmuştu. Yeniden bir hayli sustuktan sonra konuşmaktan pişman olmuş gibi;

– Ne kadar çok konuştum değil mi evladım. Hak ve hakikati konuştuk herhalde, inşallah vebale girmemişizdir, dedi.

Sonra aniden ayağa kalkarak “Kalın sağlıcakla, ölmez sağ kalırsak Mevlâm buluştursun haftaya..” demesi ile çay ocağından çıkması bir oldu. Şaşırmamıştık bu hareketine Fevzi amcanın ama keşke daha saatlerce konuşsa, anlatsaydı. Nevi şahsına münhasır bu latif insanların nasıl davranacaklarını önceden kestirmek zor tabii.

Çay ocağı müdavimleri kendi muhabbetlerine dönmüşlerdi ama merakım daha çok artmıştı Fevzi amcanın hayat hikâyesine. Ne yapalım gelecek Cumaya kalmıştı merakımızı gidermek, ölmez sağ kalırsak...

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy