Aramak

MÜJDECIMIZ KURTARICIMIZ EFENDIMIZ

Cenab-ı Mevlâ Müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor:

“Andolsun, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe 128)

Bu ayet-i kerimede Allah Tealâ, Rasulü aleyhissalâtü vesselamın ümmetine olan sevgisini, şefkatini, merhametini bildirerek bizlere şu dersi veriyor:

O yüksek izzet sahibi peygamber, sizin zor durumda kalmanıza asla razı olmaz. Azap görmeniz şöyle dursun, zahmete, sıkıntıya uğramanız bile O’na ağır gelir. Bütün dertlerinizi ve kederlerinizi yüreğinde duyar, acınızı hisseder. O’nun gayet ince bir şefkati ve derin bir merhameti vardır. Üzerinize toz kondurmak istemediği gibi, sizi en yüksek saadete eriştirmek, selamete çıkarmak, Cennete ve Rıdvan’a kavuşturmak için var gücüyle uğraşır. Nitekim ümmetini ateşten korumak için hiçbir fedakârlıktan çekinmemiştir. O, bütün güzel hasletlerde olduğu gibi ahlâkta ve şefkatte zirve bir şahsiyettir.

Rahmet Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellemin bize olan bu şefkat, muhabbet ve merhametinin karşılığında hiç şüphesiz bizim de yapmamız gereken vazifeler vardır. Bunların en başında, O’nu en yakınlarımızdan, hatta kendi canımızdan bile daha çok sevmeye gayret etmek, dostlarını dost edinmek, zikir bahçelerinin meyvelerinden hediyeler göndermek ve ümmetine hizmet etmek gelir.

Bir gün Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, “Şayet onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır.” (Mâide 118) mealindeki ayet-i kerimeyi okuduktan sonra ellerini dergâh-ı ahadiyete açmış, hıçkırarak ağlamış ve dua etmişti. “Allahım ümmetim, ümmetim!” diyor, “ümmetime acı, onları affet” diye yalvarıyordu.

O sadece dönemindeki insanlar için değil, kıyamete kadar gelecek bütün ümmeti için böyle her gece dua ediyor, kendisini helâk edercesine (Şuara 3) ıstırap içindeki inleyişleriyle derdini Rabbi’ne sunuyordu. İnkârcıların durumu O’nu fazlasıyla üzüyordu ama en çok mahzun eden şey ümmetinden cehenneme düşecek olanların haliydi.

Az sonra Cebrail aleyhisselâm huzur-ı saadete girdi, Allah Rasulü’nün niçin ağladığını sordu. Ümmeti için ağladığını söyleyince Cebrail aleyhisselâm dönüp Rabbi’ne haber verdi. Bunun üzerine Cenab-ı Mevlâ şöyle buyurdu:

“Ey Cebrail, git Muhammed’e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz.” (Müslim, İman 346)

Kur’an-ı Kerim bu mevzuyu beyan ederken şöyle buyuruyor:

“Rabbin şüphesiz sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.” (Duhâ 5)

Her peygamberin reddolunmayan bir duası vardır. Bütün peygamberler bu haklarını dünyada kullanmışlardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise ümmetine düşkünlüğünden dolayı hakkını ahirete saklamıştır. (Müslim, İman 341) O, mahşer günü cehenneme atılacak olan ümmetini ateşten korumak için başını secdeye koyup “Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak, ahirete sakladığı duasını en hayatî yerde kullanacaktır. Ta ki “Başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek.” hitabını işitinceye kadar mübarek başını secdeden kaldırmayacaktır. (Buhârî, Tevhid 36; Müslim, İman 326, 327)

Mahşer gününü şöyle bir gözümüzün önüne getirecek olursak, kimsenin kimseye fayda vermediği o dehşetli hesap gününde amel defterleri dağıtılırken, terazinin başında ameller tartılırken, havzın önünde susuzluktan dudaklar şerha şerha beklenirken, Sırat köprüsünün üzerinde yürümeye çalışılırken O’nun şefaati olmadan bu durakları kim geçebilir? O bütün müslümanların, bu arada en günahkâr müminlerin dahi şefaatçisidir. En büyük velîler dahi ancak O’nun şefaatiyle maksuda ulaşabilirler. Allah Tealâ’ya şirk koşmadan (imanla) ölen herkes O’nun şefaatinden mutlaka istifade edecektir. (İbn Mâce, 4307)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem milyarlarca ümmetinden her birinin babası gibidir. Müminlere öz babalarından daha yakın ve daha düşkündür. (Buhârî, Tefsir 33; Ebu Davud, Tahâret 4). Onun bütün gayreti ümmetini ateşten korumak ve cennete girmelerini sağlamaktır. Hadis-i şerifte buyurdu ki: “Benimle sizin misaliniz, ateş yakan bir adamın misali gibidir. Hemen kelebekler ve aydınlığa koşan hayvanlar o ateşe düşmeye başlarlar. Adam da bunları kovar. Ben de ateşten korumak için sizi belinizden tutuyorum. Fakat siz elimden kaçıp ateşe düşüyorsunuz.” (Buhârî, Rikak 26)

Bu hususta Sâdât-ı Kiram hazretleri bir gün sohbet yapmış ve şöyle buyurmuşlardı:

“Bir evladın ateşe atılması babasını nasıl üzerse, ümmetinden bir kişinin dahi ateşe atılması Rasulullah aleyhissalâtü vesselâmı o babadan daha fazla üzer. O ümmetine çok düşkündür. Bütün peygamberler ahirette kendilerini kurtarmaya çalışırken O nefsini istemeyecek, ‘Ümmetim, ümmetim!’ diyerek ümmetini kurtarmaya çalışacaktır.

Öyleyse Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem üzülmesin diye biz de O’nun için çalışmalıyız. Ümmet-i Muhammed’e yardım etmeli, onları ateşten kurtarmalıyız. Allah Tealâ bize bu vazifeyi verdi. Bütün gayemiz Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın ümmetine hizmet edip Allah Resulü’nün keyfini yerine getirmektir. Bu gayenin tahakkuk edebilmesi için yaşadığımız şu tehlikeli asırda gece gündüz çalışmamız şarttır. Niyetinizi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetini ateşten kurtarmak için yapın ve can-ı gönülden çalışın.”

Ardından son derece kararlı bir ifadeyle bazı konuların altını bir kere daha çizerek sözlerini şöyle tamamladı:

“Ahir zamanın en dehşetli, en zahmetli, en tehlikeli dönemindeyiz. Bu zamanda küfrün şiddeti öylesine artmış ki, kasırga gibi önüne geleni ezip geçiyor. Bütün dünya adeta bir cehennem ve bir küfür denizi olmuş. Ümmet-i Muhammed ateş içinde. Birinin ateşte yandığını görseydiniz ne yapardınız, yardım etmez miydiniz? Buna kimin yüreği dayanır? Küfür deryasından insanları çıkarmak lazım. Yardım edin! Ümmet-i Muhammed ateş içinde!”

Cenab-ı Rabbü’l-Âlemîn sevgili Peygamberimiz’e layık müminler olmayı ve son nefesimize kadar O’nun ümmetine hizmet etmeyi cümlemize nasip eylesin. Tevfik ve inayetiyle…

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy