Kıymetli olan taklit edilir. Bir şeyin sahtesi aslının delilidir. Çürük olan, sağlam olanın değerini artırır. Uzayıp gider bu liste. Çakal ne kadar aslan taklidi yapsa da olamaz. Yalancının mumu çoğu kere yatsıya bile kalmaz.
“Dervişlik olaydı taç ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka.”
Ne güzel söylemiş bizim Yunus. İyi ki de söylemiş. Ne de derin söylemiş. İki mısra ile dervişlik ne değildir, anlatıvermiş. Gerçek dervişlik ancak onun gibi ehline malum. Fakat Yunus’umuz tevazu göstermiş, kendinin dahi derviş olamadığını ima etmiş ama bu sözle bile dervişlik öğretmiş ve dahi öğretmekte hâlâ.
Yunus ki şeyhi Tapduk Emre sultanın kapısında yıllar yılı çile doldurmuş da ancak “Derviş Yunus” olmuş. Haliyle bu sözü bile öyle daha ham tâlipken, yolun başındayken dememiş. Böyle kolay söz, öyle kolay söylenmez zâhir. Dervişlik için önce ham olduğunu bilmek, sonra mürşidin ocağında pişmek, sonra da Hak ateşinde yanmak gerek.
Her kişinin kârı değildir dervişlik. Başa bir sarık sarıp ele bir asa almakla olmaz. Dervişlik hal işidir, aşk işidir, kendini bilme, bilmek için arama işidir. Yol ne gerektiriyorsa onu yapma işidir. Dervişlik iddia ile olmaz; “terk” işidir dervişlik. Bu haliyle derviş, ne giyerse giysin, asıl elbisesi kulluktur. Mahviyet yoksa kalbinde, başına kırk dilimli sarık sarsa neye yarar.
Dervişin sarığı öyle ak paktır ki leke kabul etmez. Bir kara nokta düşse üzerine, hemen belli eder. Bu yüzden dervişlik yolu tevbe yoludur. Bir hata etse, nefsinden ikrah edip tevbeye yapışır. Ham softa gibi yaptığında hikmet bulmaz ama hikmetli işler yapmak için uğraşır. Kusuru kendinden ve kendinde bilir. Acı lokmayı daima kendine saklar. Derviş halka gül sunarken dikenlerini hep kendine batırır. Bu hali de onu baldan tatlı yapar. Bu haliyle Hak sofrasının ikramlarına nail olur. Derviş, bir eli yağda bir eli balda olsa, ya da karnına kırk düğüm atmış bile olsa, gönlü yârda olandır hep.
Dervişin elindeki tespih sadece usûl gereğidir. Tespihi elinden bıraktığında, adını andığını asla bırakmaz gönlünden. O hep Hak iledir; dil ile demiş dememiş ne gam! Hem dilden kalbe inmemiş zikir neye yarar.
Dervişin zâhiri şeriat, bâtını hakikat, ameli marifettir. Şeriattan kıl kadar sapsa bâtını onu yakar, ameli rezil eder. O yüzdendir dervişin sahtesi bir postta öyle kırk yıl oturamaz. Yalancının mumu yatsıya kadar.
Her kap içindekini taşırır. Kişinin aslı ağızdan çıkanla da anlaşılır elbet, fakat asıl elinden çıkanla anlaşılır.
Dervişlik ilimle olur. Üç beş kitap karıştırıp malzeme devşirmekle de ilim olmaz. İlmin bir usulü, bir edebi, bir meclisi, bir üstadı vardır. Fakat asıl nasipsizlik böyle bir ilimden mahrum kalmak değil, cahil iken ilim satıp kendini de dinleyeni de helak etmektir. Bu yüzden “avama lazım olan ilimden önce edeptir” denilmiştir.
Derviş ise bilmek bilmez. Yani bilme iddiası taşımaz. Aslında bilmediğini bilir. Şeriatsızlığın ifsada, tarikatsızlığın benlik davasına sebep olduğunu bilir.
Derviş evvela nefsini bilir.
Dervişliğin başı da sonu da edeptir. Yolun büyükleri “usulsüz vusül olmaz” derler. Edep, her işi usulünce yapmaktır. Erkândan ayrılan er olmaz. Benlik güden de erkândan nasip alamaz.
Dervişlik nâmahreme, harama kör, gıybete dilsiz, kınamaya sağır, kavgaya elsiz olmaktır. Dervişin gözü Hakk’a açık, dili zikre alışık, kulağı sohbete râm, ayağı hizmete âmâdedir. Dervişin derdi Hak’tır, bütün mahlukatın dostudur. Ne zulmeder ne zulme uğrar. Derviş, gerektiğinde Hakk’ın kılıcıdır. Zulmün karşısında kükreyen bir aslandır.
Dervişliğin gayesi rızadır; hem Hak’tan hem halktan razı olmak... Hakkına razı olmak, istememek, ummamak, el açmamaktır. Kaderinden, kederinden razı olmaktır. Dervişlik Hak namına, Hakk’a ulaşmak adına kendini Hakk’a ulaştıracak olana teslim olmaktır. Fakat Hakk’a ulaştırmak iddiasıyla yol kesen haydutlara karşı da uyanık olmaktır. Şeriattan zerre miktar ayrılanların hakikatle arasında fersah fersah mesafe bulunduğu şuurunda olmaktır.
Dervişlik, oldum demekle olmaz. Mürşid-i kâmilsiz maksuda erilmez. Nefs canavarının terbiyecisidir mürşid. Bir gönül sultanının rahle-i tedrisinden geçmeden giyilecek bir hırka değildir dervişlik. Nereden geldiği belli olamayan yolun nereye gittiği de belli değildir. Güneş değmez ise karpuz bile olgunlaşamazken, görklü bir nazara girmeyen nasıl olgunlaşsın? Sohbeti sadece kâl diliyle olur zanneden nasıl hâl ehli olsun? Bir yâri olmayan aşkın yarından nasıl kurtulsun?
Kıymetli olan taklit edilir. Bir şeyin sahtesi aslının delilidir. Çürük olan, sağlam olanın değerini artırır. Uzayıp gider bu liste. Çakal ne kadar aslan taklidi yapsa da olamaz. Yalancının mumu çoğu kere yatsıya bile kalmaz.
Her yerde her devirde önümüze gelen bir meseledir sahte dervişler, sahte mürşidler, sahte âlimler. Dini üç beş kuruşa satanlara, nefsinin en çirkin, en çürük emellerine malzeme edenlere elbette alışmadık ama şerbetlendik. Yol yordam nedir bilenler, hakikatin şeriatın ötesinde berisinde değil, tam içinde olduğunu da biliyor. Maskelerin ardındaki gerçek yüzleri tanıyor.
Niyeti bozuk kimileri, en dökük, en çürük, en sahteler üzerinden bu milletin en sağlam, en saf, en kıymetli cevherine saldırıyorlar. Saldırsınlar. Belki hep zinde kalmamız, elimizdekinin kıymetini bilmemiz içindir. Onlar işini biz işimizi yapalım. Kendimizi hesaba çekelim. Biz kimiz, onu bilelim, unutmayalım diyedir belki bütün bunlar.
Hikmet-i Hüda öyledir muhtemelen. Başımıza gelen her şeyde önce nefsimize bakmak yolun usulü değil midir? O zaman ne diye telaş edelim. Kâbe’nin sahibi Kâbe’yi korur, biz develerimizden mesulüz. Bizim develerimiz ise kendi yapıp ettiklerimiz, amelimiz, hizmetimizdir.
Yine bir Hak dostu olan Eşrefoğlu Rûmî hazretleri ne güzel demiş:
Bu dervişlik yoluna
Sıdk ile gelen gelsin.
Hakk’dan özge ne ki var
Gönlünden silen gelsin.
….
Bu Eşrefoğlu Rûmî
Dervîşliğe geleli
Nefsindendir çektiği
Nefsin öldüren gelsin.