Bir nimet veya sıkıntı, kulu Yüce Allah’a yaklaştırıyorsa, onu sâlih amellere sevk ediyorsa, kötü işlerden alıkoyuyorsa, insanlara zararsız hale getiriyorsa, o nimet de sıkıntı da hayırlıdır. Bunların tersi oluyorsa, o nimet de musibet de kişiye fayda vermemiştir. İkisi de cezadır.
Musibet, “başa gelen şey” demektir. Bu dünyada ve kendimizde acı tatlı her ne meydana gelse, ilahî ilim ve izinle olur. Hepsi hesaplıdır, Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. (bkz. Hadîd 22). Hepsinin ilahî bir mesajı vardır. Özetle derler ki: Sen kulsun, kulluk yap; “Allah” de, O’na güven. Allah ile ol, Allah için öl! Bundan sonra dünya adına kaçırdığına üzülme, ulaştığına sevinme. Kendine güvenme, malınla övünme. Haddini bil, tevazu göster. Allah kibirlenip şımaranları sevmez. (bkz. Hadîd 23)
Yüce Mevlâ biz kullarını değişik davetçi ve farklı dillerle kendisine çağırır. Bunları bilip ilahî çağrıya uymak, emir ve yasaklara riayet etmek şarttır. Bu davetin yolları şöyledir:
- Allah’ın melekleri; vahiy diliyle.
- Peygamberler; öğüt ve hikmet diliyle.
- Kur’an-ı Kerim; tezkir ve tefekkür diliyle.
- Âlimler; ilim diliyle.
- Sâlihler; sevgi diliyle.
- Kâinat; kendisinde tecelli eden kudretin diliyle.
- Nimetler; lütuf diliyle.
- Vicdan; insaf diliyle.
- Yeryüzü; tevazu diliyle.
- Hayvanlar; hizmet diliyle.
- Hastalıklar; acziyet diliyle.
- Musibetler; uyarı diliyle.
- Felaketler; kahır diliyle.
- Ölüm; ibret diliyle...
Bunların hepsi Allah Tealâ’nın emriyle bizi O’na çağırıyorlar, “Lâ ilâhe illallah” gerçeğini anlamamızı istiyorlar. Bize “Göç var, göç!” diyorlar.
Aklı olana bu kadar söz yetmez mi? Bu sözlerin hangisi yalandır, hangisi gerçekleşmemiştir? Hangisi bize hitap etmiyordur? Bunca davetten kaçan Rahmân olan Allah, bazen “Kahhâr” sıfatını gösterir. Kullarını acı olaylarla uyandırmayı, nefslerindeki kibri kırmayı ve şımarıklığı gidermeyi diler. Buna “şefkat tokadı” denir. Onda da rahmet ve hikmet gizlidir. Fakat bazı nefsler şefkatten de tokattan da anlamaz. Onları helâk bekler. Allah Tealâ bizi korusun.
Yüce Mevlâ, Kur’an-ı Hakim’de bütün bunların birer davetçi olduğunu belirtir. Neye davet edildiğimiz ise açıktır: “Âlemlerin Rabbi Allah’a koşun, O’na tevbe edin, O’nu zikredin, nimetlerine şükredin, kul olun, şirki terk edin!”
Yüce Allah hikmet ve şefkat dilinden anlamayanlara niçin sıkıntı ve darlık verdiğini şöyle belirtir:
- “Bize boyun eğsinler diye!” (En’âm 42)
- “Hakk’a dönsünler diye!” (A’râf 168)
Fakat genelde insan fıtratı darda kalınca Rabbi’ne yalvarır, genişe çıkarılınca hiçbir şey olmamış gibi keyfine göre davranır. Hastalık ve sıkıntı anında duaya hiç yanaşmayanlar, hatta biraz daha azanlar bile vardır. Yüce Mevlâ bunlar için, “Bari musibet geldiğinde yalvarsalardı ya! Fakat onların kalpleri katılaştı ve şeytan yaptıkları işleri onlara süsledi.” (En’âm 43) buyuruyor.
Ve onların sonunun biraz nimet ve keyiften sonra köklerinin kazınmak olduğunu şöyle haber veriyor:
“Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” (En’âm 44)
Azap, rahmet, ibret
Âlimler demişlerdir ki: Başa gelen musibetler kâfir için azaptır, mümin için rahmettir, müttakiler için ibrettir. Burada ölçü şudur:
Bir nimet veya sıkıntı kulu Yüce Allah’a yaklaştırıyorsa, onu sâlih amellere sevk ediyorsa, kötü işlerden alıkoyuyorsa, insanlara zararsız hale getiriyorsa, o nimet de sıkıntı da hayırlıdır. Bunların tersi oluyorsa, o nimet de musibet de kişiye fayda vermemiştir. İkisi de cezadır.
Hikem sahibi İbn Atâullah el-İskenderî rahmetullahi aleyh der ki:
“Mahrum bırakılmak senin için bir anlayış kapısı açıyorsa, bu mahrumiyet ihsanın ta kendisidir. Çoğu kere sana nimet verir de dinden mahrum bırakır. Çoğu kere de seni dünyalıktan mahrum bırakır fakat sana iman ve itaat verir.”
Ayet-i celilede şöyle buyurulur:
“Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki siz bir şeyi seversiniz, halbuki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 216)
Bazı insanların hayrı fakirliktedir. Zengin olsa azar, dengesini kaybeder; dinini, imanını yitirir. Bazı insanların hayrı zenginliktedir. Fakir düşse, Cenab-ı Hakk’a isyan ve itiraz ile perişan olur. Bazı insanların hayrı hastalıktadır. İyi olsa ilk işi isyan ve zulüm olur. Bazılarının dinini sıhhat korur. Bir hastalığa düşse şikâyet etmeye, kadere kızmaya, Allah Tealâ’ya itiraza başlar.
Kullarının halini en iyi bilen Yüce Allah, bizlere şu gerçeği hatırlatıyor:
“Eğer Allah bütün kullarına bol rızık ve geniş imkânlar verseydi, hiç şüphesiz çokları yeryüzünde azgınlık yapardı. Fakat Allah her şeyi dilediği bir ölçüye göre indirir. O, kullarının halini en iyi bilen ve görendir.” (Şûra 27)
Bunun için Allah Rasulü aleyhissalâtu vesselam, “Az olup yeten mal, çok olup Allah’tan alıkoyan maldan hayırlıdır.” (Ahmed, Müsned, 5/ 197) buyurmuştur.
Yine varlık ve yokluk içinde nasıl davranacağımızı, zat-ı âlisi üzerinden şöyle öğretmiştir:
“Allah Tealâ bana, Mekke vadisini altın olarak arz etti, ben ‘Ya Rabbi, öyle zenginlik istemiyorum. Ben bir gün tok, bir gün aç olayım. Aç olduğum gün sana yalvarır, zikrederim. Tok olduğum gün de sana şükür ve hamd ederim’ dedim.” (Tirmizî, Zühd, 35)
Şu misal bizlere musibetler karşısında yapmamız gerekeni güzel şekilde özetler:
Hz. Ömer radıyallahu anh halife iken yanına bir grup insan geldi. Kendisine kuraklık ve kıtlıktan şikâyet ederek;
– Yandık, arazi ve hayvanlarımız telef oldu, krize düştük, deyip yağmur için dua etmesini istediler.
Hz. Ömer radıyallahu anh, “Olur” deyip halkı mescitte topladı, minbere çıktı, ellerini açtı ve;
– Allahım! Bize acı, rahmet et, diyerek hiç durmadan istiğfar etmeye başladı.
Yağmur için dua isteyenler hayret ettiler. Halife yağmur istemiyor, hep istiğfarla meşgul oluyordu. Bunun sebebini sorduklarında Hz. Ömer onlara şu mealdeki ayet-i celileyi okudu:
“Rabbinizden mağfiret dileyin! Çünkü O çok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size güzel rızıklar sunan bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın” (Nûh 10-12)
Sonra şöyle dedi:
– Ben üzerinize göğün kapılarını açacak ve size yağmur yağdıracak asıl işi yapıyorum! (İbn Kesir, Tefsir, 8/233)
Âlemlere rahmet Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, hepimize şunu hatırlatıyor:
“Kim sürekli istiğfar ederek Yüce Allah’tan affını isterse, Allah onun için bütün sıkıntılarından bir kurtuluş yolu açar, her zorluktan bir çıkış yolu yaratır ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.” (Ebu Davud, Salât, 362, Vitr, 26. (nr. 1518); İbn Mâce, Deavât, 57, (nr. 3819); Hâkim, Müstedrek, 4/262; Beyhakî, Şuabü’l-İman, nr. 645)
Yüce Rabbimiz’den af ve afiyet isteyelim.