Aramak

Müslümanın Gündemi

“BUGÜN ALLAH IÇIN NE YAPTIM, NEYI YAPAMADIM?” S ORGULAMASINI, “YARIN ALLAH IÇIN NE YAPMALIYIM, NELERDEN SAKINMALIYIM? ” SORUSUNA CEVAP TEŞKIL ETMEK ÜZERE B IR SONRAKI GÜNE, GÜNLERE TAŞIMALIYIZ. AN CAK BÖYLECE YÜZÜMÜZÜ AĞARTACAK, MÜ MIN DURUŞUNU YANSITACAK BIR GÜNDEM BE LIRLEMEMIZ MÜMKÜN OLABILIR.

Öleceğiz ve dünyada yapıp ettiklerimizden sorguya çekileceğiz. “Herkesin, yaptığı iyiliği de kötülüğü de önüne konmuş olarak bulacağı” (Âl-i İmran 30) ve “bazı yüzlerin aydınlanırken bazılarının kararacağı o (hesap) günü” (Âl-i İmran 106) mutlaka gelecek.

Hz. Ömer radıyallahu anh, o gün yüzleri kararanlardan olmamamız için, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” tavsiyesinde bulunuyor bizlere. Ölmeden önce yapıp ettiklerimizi, hal ve gidişatımızı sorgulamamızı; böylece yanlışlardan sakınıp sâlih amellere yönelmemizi sağlayacak bir nefs muhasebesine koyulmamızı telkin ediyor.

Ecelin her an kapımızı çalabileceği ihtimali ve müslümanın “gün bugün, saat bu saat” düsturu, böyle bir muhasebenin geciktirilmemesini, hatta sürekliliğini elzem kılıyor. Bu sebeple olmalı, Hz. Ömer’in, söylediğini nefsinde tatbik için her akşam, “Bugün Allah için ne yaptın?” diyerek kendisini hesaba çektiği rivayet ediliyor.

“Bugün Allah için ne yaptık?” ya da “neyi yapmadık?” suali, bizim için de hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmenin bir usulü şüphesiz. Fakat bu muhasebe, sadece bir günün sevap-günah, kâr-zarar dökümünden ibaret olmamalı. Yaptığımız doğruları sonraki günlere taşımaya, yaptığımız yanlışlardan sonraki günlerde kaçınmaya da vesile kılınmalı. Sorgulamalarımız, bir sonraki günün gündemini de tayin etmeli yani. Bu yüzden “Bugün Allah için ne yaptım, neyi yapamadım?” sorgulamasını, “Yarın Allah için ne yapmalıyım, nelerden sakınmalıyım?” sorusuna cevap teşkil etmek üzere bir sonraki güne, günlere taşıyarak yüzümüzü ağartacak bir gündem belirlememiz gerekiyor kendimize.

Allah için ne yapabiliriz?

Gündemimizi belirlemekten kastımız, müslümanlar olarak bir günümüzü rıza-yı ilâhîye uygun tarzda nasıl yaşayacağımızı, nasıl değerlendireceğimizi önceden planlamaktır. Fakat türlü sebeplerle ihmal ediyoruz bunu.

Çoğu zaman medyanın oluşturduğu, öne çıkarılan bazı konuları konuşup tartışmaya sevk eden bir gündeme kapılıyoruz. Böylece hem sadece konuşup tartışmaktan ibaret arızalı bir gündem anlayışını benimsiyor, hem de bizi doğrudan ilgilendirmeyen, hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız meseleler üzerinde nefes tüketiyoruz. Birbirimizi kırdığımız, suizanna kapıldığımız, farkına varmadan bir günahı işlediğimiz de olabiliyor bu arada.

Yahut zaten maişetimiz için her gün yaptığımız işlerimiz, namaz gibi rutine bağladığımız ibadetlerimiz sebebiyle kendimizi sorgulama ya da kendimiz için bir gündem belirleme ihtiyacı duymuyoruz. Oysa meşru dairedeki dünyevî sorumluluklarımızın da, üzerimize farz olan mükellefiyetlerimizin de ifası kendimiz içindir. Her halükârda ve hususen “Allah için” yapılmış amellerden sayılmazlar.

Sahih-i Müslim’de yer alan bir kudsî hadiste (Birr 13), Allah Teâlâ, “hasta ziyaretini, açları doyurmayı, susuz kalana su vermeyi” kendisi için yapılacak ameller cümlesinden zikreder. Böylece nafilelere, kardeşlik hukukuna riayete; güzel ahlâkla, merhamet ve muhabbetle muameleye işaret buyurur. Yani müminlerle yardımlaşmaya, dayanışmaya, kaynaşmaya vesile olabilecek hasenata yönelmemizi ister bizden. Bir yetimin yüzünü güldürmemizi, dertli birinin derdine derman olmamızı, kırılmış bir gönlü tamir etmemizi ister.

Bunlar öyle yapılması zor, fazladan çaba ve imkân gerektiren şeyler de değil. Yanı başımızda kolaylıkla ulaşabileceğimiz bir ihtiyaç sahibini, eksiğini gideremesek bile tatlı dille, güler yüzle teselli etmek hepimiz için mümkün. Buna rağmen Allah Teâlâ’nın kendisi için istediği böyle güzellikleri unuttuğumuz, ihmal ettiğimiz oluyor. Bu nisyan ve ihmalimiz ise hamiyetsizliğimizden ziyade, medyanın gündemine takılmaktan; önceliklerimizi, tarzımızı, tavrımızı o gündeme göre belirlemekten kaynaklanıyor.

Medya: Çok laf az amel

Ülkenin gündemini tayin eden hâkim medyanın bir ayağında daha çok satmak, daha çok izlenmek, böylece daha çok reklâm alıp daha çok kazanmak için her yola başvuran bir kısım gazete ve televizyonlar var. Diğer ayağını ise sosyal medya denilen nevzuhur “atık alanları” oluşturuyor.

Her iki medya türü de herhangi bir konu üzerinde savunma veya eleştiri diliyle konuşmaya, daha doğrusu polemiğe, yani ağız dalaşına sevk ediyor insanları. Memleket meseleleriyle ilgilenmek gibi bir vazife addedilerek meşrulaştırılan bu tutum evvela sözün israfına, ayağa düşürülüp etkisinin azalmasına yol açıyor. Öfkeyi körüklüyor, hırçınlığa sebep oluyor. Sözün çoğaltılması, kâl ile yetinilmesi bir halsizliğe, eylemsizliğe, tembelliğe, vicdanı susturma çabasına da işaret ediyor. Mazlumların, fakir fukaranın halinden uzun uzun bahis açılıyor ama konuşmak yerine onlara el uzatmak pek düşünülmüyor mesela.

Medyanın gündeme getirdiği bir iddiaya, doğru bir şey yaptığımız zannıyla taraf veya karşı olurken yazıp söylediklerimiz bizi günaha da sokabiliyor. Hucurat suresinin 6. ayet-i kerimesindeki ikaza rağmen fâsık hükmündeki gazete ve televizyonların, velev suret-i haktan görünsünler, haberlerine itibar edip birilerinin vebalini alabiliyoruz.

Yine Cenâb-ı Mevlâ, “Bir de hakkında bilgin olmayan bir şeyin ardınca gitme...” (İsra 36) diye emretmiş. Fakat biz yeterli bilgiye sahip olmadığımız, bizzat görmediğimiz, duymadığımız halde, daha çok siyasî bir tarafgirlikle herhangi bir iddia, itham, karar veya uygulamaya dair kesin hükümler verebiliyoruz. Bunun dinimizce şiddetle reddedilen yalancı şahitlik anlamına gelebileceği ihtimalini hesaba katmıyoruz.

Nihayet yazılı ve görüntülü medyanın yaygınlaştırdığı polemik dili, sözün güzelini söylemeye de sözü güzel söylemeye de mani oluyor. Böylece çoğu zaman Efendimiz aleyhissalatu vesselamın “Mümin kardeşinle münakaşaya girme!” (Tirmizî, Birr 58) emrine uymuyor; kardeşlerimizle tartışıp şeytanın aramızı bozmasına imkân veriyoruz. Bazen de cahillerle tartışmak gibi beyhude bir çaba içinde vaktimizi ziyan eyliyoruz.

Âleme lafla nizam vermek yerine

Pek çoğumuzun kullandığı sosyal medyaya gelince... Kabul edelim ki bütün platformlarıyla her türlü kötülüğe, rezalete, kirliliğe izin veren denetimsiz yapısı sebebiyle bir nevi “toplu atık alanı”dır. Özellikle bizde dünyadaki diğer ülkelere nispetle yalanın en fazla söylendiği bir yer sosyal medya. Ayağımıza çamur bulaştırmadan dolaşmanın kolay olmadığı bir bataklık.

Seçilmiş bir yakın çevreyle iletişim için kullanılması, imkân dâhilindeki yüz yüze irtibatı ihmal ettirmemek kaydıyla mübah görülebilir. Fakat ekseriya bununla yetinmediğimiz, bazen bir hadsizliğe nezaketten uzak bir dille mukabelede bulunduğumuz, yahut hoşumuza giden bir mesaj veya görüntüyü, doğruluğunu araştırmadan paylaştığımız da vakidir.

Dinî bir hassasiyetle, Allah için yaptığımızı düşündüğümüz itiraz veya eleştirilerimizi, çoğu zaman kırıp döken, muhatabı küfür veya cehaletinde daha da keskinleştiren bir dille yapıyoruz. Kaş yapayım derken göz çıkarma misali bir nifakın yayılmasına alet olabiliyoruz. Hasım bildiğimiz kesimlerin aleyhine, onları küçük düşüren paylaşımları sorgusuz sualsiz beğenip başkalarına aktaranlara rastlıyoruz. Bunların asılsız, yalan, çarpıtma olabileceği ihtimalini düşünmek bile istemiyoruz.

Ötekilerle ilgili bir suçlamayı tereddütsüz paylaşıp yayarken, “Bunu ben söylemiyorum, falancadan duydum” demek de kişiyi kurtarmıyor. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vessellem’in, “Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan (veya günah) olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime 5) buyurarak haber verdiği yalan veya günahı irtikap edebiliyoruz.

Müslümanlar olarak günümüzü bunlarla heba etmek zorunda değiliz. Hem bunun için hem de neredeyse her konuda maruz kalma halimizi normalleştiren bir edilgenlikten kurtulmak için kendi gündemimizi kendimizin belirlemesi şart artık.

Belirlediğimiz o gündemde, üstümüze vazife olmayan meseleler üzerine konuşup tartışmak yerine Cenâb-ı Mevlâ’nın hoşnutluğunu celp edecek sâlih ameller yer almalı. Sanal dünyalarda âleme laf ile nizamat vermek yerine, yaşadığımız topluma karışıp güzel örnek olmak öncelenmeli.

Günün sonunda “Bugün Allah için ne yaptım?” sorusuna kendimizi kandırmadan cevap bulabilmenin başka yolu yok çünkü.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy