NEFSIN DERDI NE ZAMAN DERMAN BULUR?
Sehl b. Abdullah-ı Tüsterî kuddise sırruhû der ki: “Hevân senin hastalığındır. Onun zıddını yaparsan da devan olur.”
Şu kıssa, başlıktaki sorumuzun cevabını veriyor. Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruhû şöyle anlatıyor:
“Bir gece uykum kaçtı. Kalktım adet edindiğim na-kılmaya başladım. Fakat her zamanki manevi tadı ve Rabbime münâcatın zevkini bulamadım. Hayret ettim. Uyumak istedim, uyuyamadım. Kalkıp oturdum, rahat edemedim. Daraldım, dışarı çıktım. Bir de baktım ki abasına bürünmüş biri yolda duruyor. Beni fark edince başını kaldırdı ve;
- Ey Ebu Kâsım, niçin geç kaldın, dedi.
- Sizinle buluşma sözüm yoktu ki, dedim. Adam;
- Evet, öyle. Fakat ben, kalpleri istediği gibi çeviren Rabbim’den senin kalbini bana yöneltmesini istedim, dedi. Ben de;
- Peki, öyle oldu, ne istiyorsun, diye sordum. Adam;
- Nefsin derdi ne zaman devası hâline dönüşür? Bu nefs ne zaman dertten kurtulur? Cevabını soruyo-r, dedi. Ben de;
- İsteklerinin aksine hareket edersen nefsin derdi derman bulur, hastalıklarından kurtulur, dedim. O zaman adam kendine yönelip;
- Dinle, dedi. Ben bunu sana yedi defa söyledim, sen Cüneyd’den işitmeden kabul etmedin. Bak şimdi ondan da işittin, dedi ve dönüp gitti.1
Nefsin ilacı belli. Fakat zor olan iş, bu ilacı daima içmesimazımıdır. Çünkü doktora uymaz ki şifa bulsun, samimi tevbe ile çirkin huylarından kurtulsun. Can çıkana kadar nefs bedende bulunur. Fakat yine de nefsin kötü huyları temizlenip değişebilir. Bu da kararlı niyet, tevbe, ilim, sâlih amel, sabır, mücahede, evliya nazarı, sohbet, nasihat, güzel örnek ve devamlı kontrolle gerçekleşir. Bütün bunlara “tezkiye ve terbiye” denir. Tek başına olması ise hayli zordur.
İbn Ataullah İskenderî kuddise sırruhû Hikem’de hevâ hastalığının şiddetine şöyle dikkat çeker: “Nefrum sânî isteklerin tadının kalbe yerleşmesi, çaresi zor bir hastalıktır. Nefsin tutku ve düşkünlüklerini kalpten sadece büyük bir korku veya cezbedici bir şevk (ilâhî aşk) çıkarır.”
Kalplerin tabibi olan insan-ı kâmilin en büyük sermayesi ilâhî aşktır. Onunla yaralı kalpleri tedavi eder, dağılmış gönülleri toplar, yaraları sarar. Bunun için Hz. Mevlânâ kuddise sırruhû der ki: “Her kimin elbisesi aşkın pençesiyle parçalanırsa, o kimse hırstan da, bütün kusurlardan da temizlenir.”2
Yani ilâhî aşk bir adamın yakasından tutup kendine doğru çekmeye başlayınca, onu elbise gibi kaplamış olan hırs ve tamah, mala servete olan bağlılık, hatta bütün ahlâkî kusurlar da sıyrılır çıkar.2
Hz. Mevlânâ kuddise sırruhû aşkın gücünü şöyle dile getirir:
“Şehvet ateşinin çaresi nedir? Din nurudur. Çünkü cehennem bile mümine, ‘üzerimden çabuk geç, yoksa nurun ateşimi söndüre-cek!’ der.3
Bu ateşi ne söndürür? Allah’ın nuru! Nemrud’un ateşini söndüren Hz. İbrahim aleyhisse-lamın nurunu kendine rehber edin de, Nemrud’a benzeyen nefsinin ateşinden şu çıra gibi olan bedenin kurtulsun.
Şehvet ateşi kendi başına eksilip bitmez; o ancak istediğini verme-mekle eksilir. Bir ateşe odun attıkça o ateş hiç söner mi? Hiç odunu yakmaz olur mu?
Fakat odun atmazsan ateş söner. Allah’tan korkmak, çekinmek şehvet ateşine su serper. Kalpgelince lerdeki Allah korkusundan pembeleşip güzelleşen yüzü, ateş nasıl karartır?”4
Hevâ hastalığına yakalanmış nefslerimiz buna kendi başına çare bulamaz. Buldukları ve bildikleri yetmez. Çünkü bu hastalık çok derin ve etkilidir, pansuman ile iyileşmez, ameliyat ister. Onu da ancak liyakatli kalp hekimleri yapar. Onlardan biri olan Hz. Mevlânâ kuddise sırruhû der ki:
“Ben seni davet eden bir elçiyim. Ecel gibi nefsin tutku-larını öldürücüyüm, ona esir olan değil. Hatta tutkuların olsa bile ona hükmederim. Bir güzelin yüzünü görüp şehvete esir olmam ben.
Bizim asıl dostlarımız, Halil aleyhisselam ve bütün peygamberler gibi putları kıran kişilerdir. Şehvet pak kişilere kuldur. Halis altını ateş yakmaz. İlahî aşk coşup da akın etti mi bütün güzeller göze çirkin gözükür.
Aşk gayreti zümrüdü bile insanın gözüne pırasa gibi adi gösterir. İşte kelime-i tevhiddeki ‘lâ’nın manası budur.
Ey sığınacak yer arayan, ‘Lâ ilâhe illâ Hû’ budur! Tevhid nuruna ulaşırsan ay bile sana kararmış çömlek gibi gözükür.”5
Terbiye olmayan nefs diridir, hırslı ve saldırgandır, sürekli ister, acıyı tatlı bulur, lüzumsuzu lâzım zanneder. Halbuki bütün kötülükler suyu berrak tuzlu denize benzer. Denizin görünüşü hoş, seyri güzeldir. Fakat içenin içini yakar, yarasını dağlar, susuzluğunu artırır.
Âlimlerimiz der ki: Bir günahı Allah için terk etmek kadar kalbe fayda ve huzur veren bir şey yoktur. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur:
“Kim Allah’ın haram kıldığı bir şeyden gözünü çekerse, Allah ona, haramı terk etmesine karşılık, tadını kalbin-de bulacağı bir iman verir.”6
Haramlardan kaçmak farzdır ve en büyük ibadettir. Sıhhat ve afiyetin birinci şartının mikroptan korunmak olduğu gibi, kalbin sıhhati ve huzuru için gereken de günahları terk etmektir.
Allah korkusunu hevâsının devası yapanların hediyesine: “Kim Rabbinin makamından korkarak nefsini kötü arzularından alıkoyarsa, onun varacağı yer cennettir.” (Nâziât 40-41)
1 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 330-331
2 Tahirü’l-Mevlevî, Mesnevî Şerhi, 1/78
3 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 6/319-320. Hadis için bk. Taberânî, el-Kebir, 22/258; Heysemî, ez-Zevâid, 10/360
4 Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, 1-2/238
5 Mevlânâ, Mesnevî, 4/71 Beyit: 866-868
6 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/264; Taberânî, el-Kebir, nr. 7842; Beyhakî, Şuabü’l-İman, nr. 5431