HÜCCETÜ’L-İSLÂM İMAM GAZÂLÎ RH.A. - ÇEVİRİ: MEHMET ALİ ÖZKAN
Bazı kimseler övülmeye düşkündür. Adlarının daima güzel anılmasını arzu ederler. Öyle ki şeriata aykırı işleri için bile bunu isterler. İnsanların kendisini ayıplamasını ise, haklı bile olsalar kötü görürler. Bu da kalbin manen hasta olmasından ileri gelen bir şeydir. Kalbin övülmekten duyduğu hazzın, ayıplanmaktan duyduğu acının sebebi bilinmedikçe tedavisi de yapılamaz.
İnsanlar övülme ve yerilmeye tepkileri bakımından dört derecedir:
- İnsanların geneli övülmekle mutlu olur ve teşekkür eder; yerildiğinde ise öfkelenir ve karşılık vermekle meşgul olur. Bu, en kötü derecedir.
- Takva ehli kimseler övülmekle yarı mutluluk yaşarlar, yerilmekle öfkelenirler. Fakat bunu açık etmezler. Görünüşte her iki hali de bir tutarlar, ancak kalplerinden birini sever, diğerini sevmezler.
- Müttakîler, hem kalpte hem de dilde övülmeyi ve yerilmeyi bir tutarlar. Yerildiklerinde içten öfkelenmezler, öven kimseye de çok değer vermezler. Çünkü onların kalpleri övgüye iltifat etmez, ayıplanmaya takılmaz. Bu büyük bir derecedir. Bazı âbidler kendilerinin bu dereceye ulaştıklarını zanneder ve yanlış düşünürler. Bunun alameti şunlardır:
- Kendisini yeren kimse yanında uzun süre oturduğunda, o kişiden kendisini öven kimseden hoşlandığından fazla sıkılmamak.
- Öven kimsenin bir ihtiyacını giderme durumunda, kendisini yerenin ihtiyacını gidirmekten daha gayretli olmamak.
- Kendisini yeren ve öven kimse yanına gelmediğinde aynı tepkiyi vermek; yerenin gelmeyişini övenden daha basit görmemek.
- Kendisini çokça öven kimsenin ölümünün, ona yeren kimsenin ölümünden daha fazla üzüntü vermemesi.
- Kendisini öven kimsenin başına gelen musibete, kendisini yerenin başına gelen musibetten daha fazla üzülmemek.
- Kendisini öven kimsenin hatasının, kişiye kendisini yerenin hatasından daha hafif gelmemesi.
Öven kimse kişinin kalbine, kendisini yeren gibi hafif gelir, ikisi her yönden eşit olduğunda kişi büyük bir dereceyi elde etmiş olur. Bunu elde etmek de çok uzak ve zordur. Fakat işin hakikatini bilmek, hiç değilse kişiyi kendisine dair boş iddialardan ve yalan söylemekten uzak tutar.
Nitekim bazan ibadet ehli bir kişi gururlanarak kendisini yeren kimse için, “Ben ona beni kötülemekle günaha girdiği için kızıyorum!” der. Bu ise şeytanın aldatmasıdır. Çünkü başkalarını kötüleyerek günaha giren nice kişiler vardır ki, onlara bu şekilde kızmak aklından bile geçmez. Bu nefsanî bir öfkelenmedir; din için değil. Cahil bir âbid böyle incelikleri bilmediğinden, hayli sıkıntıyla elde ettiklerini de kolayca kaybeder.
- Sıddıklar kendilerini öveni düşman, ayıplayanı ise dost bilirler. Bundan da üç fayda elde ederler: Birincisi kendi kusurlarını ondan öğrenirler. İkincisi ayıplayan kimsenin sevapları kendilerine verilir. Üçüncüsü ise kendilerini ayıplayan kimselerin sayesinde kusurlu işlerden çabuk arınır, buna teşvik olurlar. Bir haberde Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem;
– Oruç tutan, namaz kılan ve yün elbise giyip zâhid gözükenlerin vay haline! Ancak… buyurdu. Kendisine;
– Ancak kim ya Rasulallah, diye soruldu. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki;
– Ancak, nefsini dünyadan çeken, övülmeye kızan ve yerilmeyi güzel bulan kimse hariç. (bkz. Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 10/66)
Eğer bu hadis sahih ise durum çok zordur. Çünkü bu dereceye ulaşmak kolay değildir. Kişi daha çok bir işte kendisini övenin tarafını tutar, muameleyle de bunu belli eder. Nefs-i emmâreye sonuna kadar düşman olmayan kimse, bu dereceye kavuşamaz.
Bir kimseden bir ayıbını duyunca sevinmeli, o kimsenin akıl ve zekâsına güvenmeli, bunu sanki kendisinin değil de düşmanının ayıplanması gibi kabul etmelidir. Bu ise elbette kolay değildir.
Bu noktada tehlikeli olan, övülme ile ayıplanmayı ayırınca, övülmeyi istemenin kalpte daha fazla olmasıdır. Bunun için kişi olduğu gibi davranmaz hatta ibadetlerine riya karışmaya başlar. Öyle ki günah işleyerek buna kavuşacağını bilirse günah da işler. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin, “Oruç tutan ve namaz kılanların vay haline!” diye buyurması bunun içindir. Çünkü övülmenin kökleri kalpten kazınmadıkça kişi hızlıca günaha düşebilir.
Bununla birlikte ayıplanmayı kötü bilmek, övülmeyi sevmek bir fesada sebep olmadıktan sonra haram değildir. Ancak fesada ve günaha mahal vermemesi de hayli zordur. Çünkü insanların günahlarının çoğu, övülmeyi sevmek ve ayıplanmaya kızmaktan ileri gelir. İnsanların düşüncesi daima böyle olagelmiş, yaptıklarını başkalarının görmesini istermişlerdir. Bu istek baskın olunca, kişi kendisine yakışmayan, uygunsuz işler de yapar. Yoksa riyaya bulaşmadıktan sonra insanların gönlünü almak ve onlara iltifat etmek haram değildir.
Övülmek neden sevilir?
Övülme hazzının dört sebebi vardır:
- İnsanın kendi kemâlini sevdiğini, noksanlığı kabul etmediğini biliyoruz. Övülmek ise kemâli gösterir. Kişi kendi kemâlinden şüphe edip kendi kendine tam bir haz duymayabilir. Fakat başkasından duyunca şüphesi kalmaz, güveni gelir, rahatlar. Nefsinde kemâl belirtisi bulunca kendisinde rubûbiyet eseri görür. Rubûbiyet, insan tabiatının sevgilisidir.
- Kişi ayıplandığında ise eksikliğini anlar, üzülür. Hele de âlim, doğru sözlü, adaletli, meşhur bir kimseden övülme duyarsa hazzı; yerilme duyarsa da ızdırabı daha da belirginleşir. Fakat sıradan, cahil bir kimseden bunları işitirse o etkiyi alamaz. Çünkü kendisine dair şüphesi böyle kişinin sözü ile yok olmaz.
- Övülmek, öven kişinin kalbinin övülene bağlandığına, övülenin itibar ve mertebesinin onu etkilediğine işarettir. İtibar zaten sevilir. O halde öven kimse büyük biri olursa, bu hazzı daha çok hisseder. Çünkü öyle bir kimsenin kalbini kazanmakla gücü artar. Eğer öven sıradan bir kimse ise o derece haz duymaz.
- Kişinin övülmesi, başkalarının gönüllerini de fethedeceğinin müjdesidir. Çünkü bir kişinin methi başkalarına da sirayet eder. Yerilirse de bunun zıddı meydana gelir.
- Övgü, övenin üstünlük bakımından övülenden aşağı olduğunu gösterir. Üstünlük ve heybet zorla bile olsa insanlar onu sever. Kendisini öven kimsenin inanarak değil, ihtiyacından dolayı böyle yaptığını bile bile yine de haz alır, bunu gücünün üstünlüğüne yorumlar.
Bu durumda kişi, kendisini övenin yalan söylediğini, sözlerinin kimse tarafından kabul görmediğini, kalben konuşmadığını bilse hiçbir haz alamaz. Şu halde övülmeyi sevmenin sebepleri öğrenildiğinde tedavisi kolay olur, kişi biraz gayret ederse bunu yapabilir.
Çareler ve tedaviler
Şimdi bu sebeplerden hareketle çarelere bakalım.
- Kişinin övenin sözleriyle kendi üstünlüğüne inanması: İnsan, kendisine söylenen “ilim ve takva sahibi” gibi sıfatların doğru olması halinde, bunları Allah Tealâ’nın bir lütuf olarak verdiğini düşünmeli, yaşadığı sevinç hali övenin sözlerinden değil, bu lütuftan dolayı olmalıdır.
- Kişi, “zengindir, üstündür, dünyalığı yerindedir” diye övülürse, kendisine bu sözleri sarf edenlerin sözü sebebiyle değil de, bunlar kendisine lütfedildiği için mutlu olmalıdır. Hatta âlim, kendi ilmini ve takvasını bildiği halde son nefes korkusuyla yine de sevinemez.
Son nefesteki durum bilinmeyince her şey boştur. Yeri cehennem olacaksa niye sevinsin? Takva ve ilim gibi sıfatların kendisinde bulunmadığını bilen biri, bu sıfatlarla övüldüğünde sevinirse akılsızlık etmiş olur. Böyle bir kimsenin durumu, kendisine, “bu çok üstün, sıra dışı birisidir; karnı miskle doludur” denilen, fakat içi necâsetle dolu olup bu yalan sözlere sevinen kimsenin hali gibidir. Bu ise ahmaklığın ta kendisidir!
- Övgüyle itibar açlığının giderilmesi: Bunun ilacını yukarıda anlatmıştık. Şu da var ki, bir kimsenin kötülendiği zaman incinmesi, kendisini kötüleyenden yüz çevirmesi cahillikten ileri gelir. Çünkü kişi doğru söylüyorsa melekî bir tavır sergiliyordur, bile isteye yalan söylüyorsa şeytanî... Yalan söylediğini bilmiyorsa, merkeplik ve aptallık yapıyor demektir. Cenab-ı Hak insanı merkep, şeytan ve melek sıfatlarına bürünebilecek şekilde yaratmıştır. Sana kötü söyleyen için niçin üzülesin ki? Eğer doğru söylüyorsa, sende bulunan bir şeye üzülmen eksiklik ve küçüklük olur. Bu kusur ve eksiklik dindarlığınla ilgili ise onun sözünden değildir. Dünya bakımından ise din ehlinin nazarında dünyalık eksikliği hünerdir, ayıp değil.
- Nefsin kınanmayı sevmemesi: Bunun ilacı söylenen kınama, ayıplama sözünün şu üç halden uzak olmadığını bilmektir:
- Eğer kişi doğru söylüyor ve bunu şefkatle yapıyorsa ona minnet duyman gerekir. Çünkü bir kimse sana, “elbisenin içinde yılan var” diyerek ondan sakınman için seni uyarırsa ona karşı minnet beslersin. Konu dinî yönden bir kusur ise, bu yılandan daha tehlikelidir; çünkü ahirette kişiyi helâk eder.
Şunu düşün: Sen bir sultanın yanına girmek istediğinde, elbisen kirlenmiş olsa ve sen bunu bilmeden huzura girmiş olsaydın, onun meclisini kirletmenden dolayı cezalandırılır ya da utanıp mahcup olurdun. Huzura girmeden biri sana, “elbisen kirlenmiş, üzerini temizle” dediğinde buna sevinmen gerekir. Çünkü onun sözü uyanman için bir nimettir. Bütün kötü huylar da ahirette sahibini helâk edicidir. İnsan kötülüklerini ancak düşmanlarının sözünden öğrenir.
Öyleyse seni tenkit edenlerin sözlerini ganimet bilmelisin. Çünkü onun sözleriyle ahirette ceza tehlikesinden kurtulmuş olursun.
- Seni kötüleyen kimse bunu seni incitmek için yapıyorsa, bu da senin için doğru söz gibi faydalıdır. Çünkü onun seni kırma düşünceyle ayıplaması, kendi dindarlığına hıyanettir. Yani senin için menfaat, onun için ziyandır. Hal böyle iken ona öfkelenmen gerekmez.
- Eğer yalan ya da yanlış söylüyorsa demek ki senin pek çok kusur ve ayıbından haberdar değildir. O halde Allah Tealâ’nın kusurlarını ve ayıplarını örttüğüne sevinmelisin. O kimse de kendi sevaplarını sana hediye ettiği için memnun olmalısın. Eğer seni övseydi öldürmüş gibi olurdu. Öldürülmekten niçin hoşlanır, hediyeden niçin incinirsin? Bunu görüntüye aldanıp işlerin manasını, ruhunu ve hakikatini bilmeyenler yapar. Akıllı kimse bu vesile ile akılsızlardan ayrılır. O, işlerin hakikatine ve ruhuna bakar, zâhirine ve görüntüsüne değil.
Kısaca, insanlara tamah etmekten kurtulmadıkça bu hastalık kalpten temizlenmez.