Aramak

Peşin Dertler

Nakşibendiyye yolunun pîri Hâce Muhammed Bahaeddin Şâh-ı Nakşibend k.s. bir grup müridi ile yürürken kerametten bahis açılır. Konuşmalardaki keramet isteme imasını sezen Hazret buyurur ki: “Bu kadar isyana rağmen Allah Tealâ’nın mülkünde yürüyebiliyoruz ya, bundan büyük keramet mi olur?”

Allah Tealâ’nın mülkünde nebîlerden ve sabîlerden başka kim günahsız yürür. Hayli zamandır bu seviyenin hayali bile gerilerde kaldı, şimdi inkâra düşmeden yürümek mesele.

O’nun arzında, O’nun zamanında, O’nun bahşettiği var oluşla, O’nun görünür görünmez sayısız nimetlerinin koynunda yaşarken, belki emsali görülmemiş bir körlükle küfrân-ı nimete düştük. Çünkü sahip olduğumuz, kullanıp durduğumuz, “tükettiğimiz” her şeyin Âlemlerin Rabbi ile irtibatını, yani “nimet” olma vasfını unuttuk.

“Saymaya kalksak güç yetiremeyeceğimiz” nimetlerden bizim payımıza düşenler birer istisna mıdır. Beğenmediğimiz şeklimiz şemalimiz, eşyamız, eşimiz, evimiz, arabamız, modaya uymayan elbisemiz, sofradaki lezzeti eksik yemeğimiz nimet olma vasfını yitirmiş midir. Kime göre? Ölçü, bizim keyfimize uyuyorsa mı doğrudur?

Yüz elli metrekare ve manzaralı değilse ev nimet değildir! Araba son model dört çeker değilse nimet değil! Kazancımız keyfimizin her istediğini aldıramıyorsa nimet değildir! Eşimiz, evladımız her haliyle nefsimizi okşamıyorsa nimet değildir! Ara sıcaklar yoksa yemek, bizi eğlendirmiyorsa arkadaş, renk uyumu olmamışsa üstümüz başımız nimet değil! Biz zaten çok özeliz ve her şeyin –bizce– en mükemmeline layığız. Böyle midir?

Dilimiz ne söylerse söylesin, kalbimiz büyük küçük her şeyi hakiki sahibiyle irtibatlandıramıyor, yani nimet olduğunu fark edemiyor ve hakiki manada şükredemiyorsa başımız dertte demektir. Bu dert öyle ahirete bırakılmış bir dert de değil. Daha burada tatminsiz, bunalımlı, boşluğa düşmüş, lüzumsuz yarışlardan yorgun kalmaya mahkûmuz. Eminim, biraz dikkatli bir gözlemle bu manzara aşina gelecek. Dergimizi takip edenleri elbette istisna tutuyoruz, bu tüketim çağının belki en büyük kötülüğü nimet şuurunu kaybettirmiş olması.

Her şeyde ilahî tecellinin nakışlarını görebilmek, dünyada yolcu gibi yaşamak, gözünü ebediyyet ufuklarına dikmek, müminin hâlâ bilindik vasıfları.

“Elhamdü lillâhi alâ külli hâl, sive’l-küfri ve’d-dalâl: İnkâr ve sapkınlık hariç, her hal için Allah’a hamdolsun.”

Şubat sayımızda buluşmak üzere inşallah.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy