Yüce Mevlâ Kur’an-ı Kerimi’nde şöyle buyuruyor:
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân 92)
Allah Tealâ bu ayet-i kerimede sadaka, zekât ve diğer hayırlarımızı sevdiğimiz, hoşumuza giden, kıymetli ve işe yarar şeylerden vererek yapmamızı emrediyor. Ancak bu şekilde O’nun rızasına, cennetine, lütuf ve inayetine kavuşabileceğimizi beyan buyuruyor.
Kelime-i şehadet getirerek Cenab-ı Mevlâ’nın birliğini ikrar eden bir mümin, O’nun tek mabud ve dolayısıyla tek mahbub (sevgili) olduğuna şahitlik eder. Bu şehadet muhabbeti gerektirir. Zira mabudunu sevmeyen bir kimse iman etmiş sayılmaz. İmanın kemali ise O’nu dünya ve içindeki her şeyden çok sevmeyi, O’ndan başka -emrettikleri hariç- hiçbir varlığa gönül vermemeyi gerektirir. Şehadet kelimesindeki ahdin tamamlanması buna bağlıdır. Çünkü muhabbet/ sevgi ortaklık kabul etmez.
Muhabbetin derecesi ise sevenin sevdiği uğruna neleri feda ettiği ile ölçülür.
Öte yandan insanoğlu kendisini dünyaya bağlayan, dünya hayatından zevk almasını sağlayan malını da sever. Ondan ayrılmak istemez. Aşırı mal sevgisi besleyen kimse için ölüm bir “ayıran”dır. Kişiyi mal mülkten, dünya zevklerinden koparır. O yüzden böyle bir kimse ölümden hiç hoşlanmaz. Rabbi’ni sevenler içinse ölüm bir “buluşturan”dır. Âlemlerin Rabbi ve O’nun Habibi aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz başta olmak üzere bütün Hak dostlarıyla buluşma kapısıdır. Nitekim Hz. Mevlâna kuddise sırruhû ölüme “düğün gecesi” demiş ve bu hali öyle karşılamıştır.
İşte bu yüzden sevdiği malından sırf Rabbi’nin rızası için harcayan bir müminin, mal sevgisini gönlünden çıkarıp hakiki sevgiliye yöneldiği ortaya çıkar. Yani yegâne mabudunu en sevdiği malından daha çok sevdiğini belli etmiş olur. Hakiki bir muvahhid (tevhid ehli) olma yolunda ilerler. Allah Tealâ’nın rızasını kazanır. Fazla sâlih ameli olmasa da Cenab-ı Mevlâ’nın onu sâlih amele muvaffak edeceği umulur. Önüne çıkan her fırsatta sevdiği malından Allah yolunda verebilen bir mümin, gerektiğinde O’nun yolunda canını da feda edebilecek manevi bir güce ulaşır. Hiç şüphesiz canını vermek malını vermekten daha zordur. Allah Tealâ müminler için şöyle buyurmaktadır:
“Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe 111)
Diğer bir ayet-i kerimede de mealen şöyle buyrulmaktadır:
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a güzel bir borç verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara 245)
Bu ayet-i kerime nâzil olduğu zaman Ebu’d-Dahdâh radıyallahu anh, Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme gelerek;
– Ya Rasulallah! Allah bizden borç mu istiyor, dedi. Efendimiz;
– Evet, Ebu’d-Dahdâh, Allah borç istiyor, diye cevap verince;
– Ya Rasulallah! Ben, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan bağımı Allah’a borç olarak veriyorum, dedi. (Bu mal bugün büyük bir servet değerindedir.)
Sonra bağın kapısına gelip içeriye bile girmeden çocuklarıyla birlikte bahçede bulunan annemize seslendi:
– Ümmü Dahdâh, bahçeden çıkın! Çünkü ben bu bağı Allah’a borç verdim, dedi.
Annemizdeki şu imana bakın ki buna ne şekilde cevap verdi:
– Ebu’d-Dahdâh, çok kârlı bir alışveriş yapmışsın! Allah alışverişini mübarek kılsın.
Hemen bahçeden çıkarak orayı Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme teslim ettiler. Onun bu hareketinden memnun kalan Efendimiz, Ebu’d-Dahdâh radıyallahu anhı cennetle müjdeledi. (Müslim, Cenâiz, 89; Ahmed, III, 146; Şevkânî, Derrü’s-Sahâbe, s. 422-423)
Hiç şüphesiz Allah yolunda sevdiği maldan vermek ve O’nun yolunda gece gündüz hizmet etmek, kişinin malını ve canını cennet karşılığında satması anlamına gelmektedir. Bunlar nefsi ezen, ama karşılığında Allah sevgisini ve O’nun tarafından sevilmeyi getiren amellerdir.
Malını ve nefsini Cenab-ı Hakk’a verip karşılığında cennet alan bir kul ile cimriliğinden dolayı malını Âlemlerin Rabbi’ne vermekten çekinen kul arasında nice dereceler vardır. O yüzdendir ki bu iki amel, yani infak ve hizmet tasavvufun en çok üzerinde durduğu ve seyr ü sülûkte birer terbiye metodu olarak kullandığı hususlar arasında yer alır.
Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere tâbi olunan cimrilik insanı helâke sürükler. (Ebu Nuaym, Hilye, II, 160). Zekât, nefsin cimriliği gidermek ve onun mala karşı sevgisini zayıflatmak içindir. Zekâtı verdikten sonra önümüze çıkan her fırsatta nefsimizi hayır ve hasenata zorlayarak Allah Tealâ’nın yolunda infak etmeyi alışkanlık haline getirmek gerekir.
Asr-ı Saadet’ten bugüne kadar müslümanlar öncü şahsiyetlerin etrafında Yüce Mevlâ’nın yolunda yaptıkları harcamalarla nice medeniyetler inşa etmişlerdir. Yüzyıllar boyu ayakta duran vakıf müesseseleri ve sadaka-i câriye olan hayırları sayesinde amel defterleri kapanmamıştır. Bu hayır müesseseleri adeta birer fabrika gibi çalışarak sahiplerini ateşten korumaya ve makamlarını yükseltmeye devam etmektedir. Her daim fakir ve muhtaçların ihtiyacını karşıladıkları için onların ihtiyaçlarını da Allah Tealâ karşılamaktadır.
Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere Cenab-ı Hakk’ın yolunda yapılan harcamalar gazaba uğramaktan korur, malı artırır, belâ, musibet ve kötü ölümden muhafaza eder. Ömrü uzatır, hastalıklara şifaya vesile olur. Fakat hepsinden önemlisi, Yüce Mevlâ’nın rızasını, cennetini, lütuf ve inayetini kazandırır.
Her sâlih amelin binlerle çarpıldığı mübarek Ramazan-ı Şerif’te diğer aylara nispeten cömertliği artırmanın büyük mükâfatı vardır. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem Ramazan-ı Şerif’te ibadette ve ikramda bir sel gibi olurdu; önünde hiçbir engel tutunamazdı. O’nun dostları, takipçileri de öyledir. İnşallah biz de böyle olmaya gayret edelim. Kim bilir belki de dertlerimizin, sıkıntılarımızın ilacı bundadır.
Tevfik ve inayetiyle...