Girişiyle şereflendiğimiz Ramazan-ı şerif, mübarek oruç ayının 1338’inci yıl dönümüdür. Hak Teâlâ mübarek gelişini Ümmet-i Muhammed hakkında hayırlı eyleye.
Mahfil’in 11 numaralı nüshasında tafsilatlı bir şekilde daha önce de belirttiğimiz gibi Araplar arasında kadim ismi “nâtık” olan bu mübarek ay, İslâm alemi için pek muhterem ve mukaddes bir zamandır. Çünkü evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluş vesilesi olduğu hadis-i şerifte zikredilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in ilk nüzûlü bu ayın on yedisinde vuku bulmuş, “hayrun min elfi şehr” olarak Allah Teâlâ’nın vasıflandırmasıyla tarif edilen Kadir Gecesi yine bu ayın mübarek gecelerinden birine tahsis buyurulmuştur.
Ramazan-ı şerifin mukaddes oluşu Araplar arasında Peygamber’in zuhurundan önce de bilinirdi. Mekkelilerden bazıları bu muhterem ay içinde kalp huzuru ile ibadete yönelmek için tenha bir köşeye çekilir ve o uzlete “tahnes” tabir edilirdi ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin mübarek dedeleri Abdülmuttalip hazretleri de bu ibadete yönelen insanlardan biriydi. Hatta bizzat Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem risaletten önce birkaç Ramazanı Cebel-i Hira’da bu şekilde ibadetle geçirmiş ve kırk yaşına girdiği sene, Ramazan’ın on yedinci pazartesi günü, yine oradayken ilk defa yakaza halinde Hak Teâlâ’nın vahyi ile muhatap olmuştu.
Orucun farz kılınışı hakkında ilâhî emir, başlangıçta müslümanları oruç tutmak yahut tutulmayan güne bedel olarak fidye vermekte serbest bırakıyor; bir de hastalarla yolcuların hastalık ve sefer esnasında iftar ederek hastalık geçtiği ve yolculuğun bittiği vakit güne gün tutmalarına izin veriyordu. Lakin sonra gücü yetenler, seferde olmayanlar ve hastalık gibi mazereti bulunmayanlara kesin bir emir ile oruç farz kılındı.
Yazılan farzlar arasında orucun müstesna bir yeri vardır. Bir kudsî hadiste “Oruç benim içindir ve onun mükâfatını verecek olan da benim” buyurulmuştur. İnsanî hasenat mukabilinde yedi yüze kadar manevi ecir verileceği malum iken, orucun mükâfatının bu miktarın üzerinde bizzat Allah Teâlâ’nın cömertliğine ve ikramına yakışacak bir derecede olacağı anlaşılmaktadır.
Oruç şevkini tatmamış yahut o ilâhî neşe ve sevinci unutmuş olanlar; tecrübe maksadıyla olsun birkaç gün oruç tutuverirler ve oruçlu hallerindeki hislerini doğru söylemeye niyet ederlerse, o birkaç günlük orucun bile kendilerindeki ıslah tesirini itirafa mecbur kalırlar.
Dünya Savaşı’nın başlamasıyla her işe şeytan parmağı karıştığı, her şeyin alt üst olduğu zamanlarda oruca ve oruç tutanlara yerine getirilmesi gereken hürmet de ayaklar altına alınmış ve “seferberlik var” diye İstanbul kaldırımlarını çiğneyenler, alenen yiyip içmek cüretini – yahut nezaketsizliğini diyelim– göstermişti. Lâkin geçen senenin Ramazanında halkın çoğunluğunun dikkatiyle hamdolsun bu gibi edepsiz ve hadsiz davranışların ortaya çıktığı görülmedi. İnşallah Hak Teâlâ’nın tevfikiyle bu sene de öyle olur ve oruç yemekle iftihar etmenin –dine ehemmiyet verilmese bile– toplumsal nezaketin kabul edemeyeceği bir ayıp olduğu her kafa tarafından anlaşılır.