Sanal ortamda kitap okumaktan sıkılmıştım. İnternet üzerinden okuduklarımın yeniden kurgulanmış olduğu hissinden de kurtulamıyordum. Uzun zamandır özlediğim kitap kokularını yeniden içime çekmek için eski dostum sahaf Mustafa’yı ziyarete gittim. Mustafa her zamanki gibi kitapları düzenliyor, yeni getirdiklerine ağzına kadar dolu dükkânda yer arıyor, bir taraftan da benimle sohbet ediyordu:
– E, abi ne var ne yok? Uzun zamandır uğramadın. Hayırdır, her şey yolunda inşallah?
– Allah’a şükür, sıhhatimiz sağlığımız yerinde. Dünya meşgalesi, yuvarlanıp gidiyoruz. Sen maşallah aynı şevk ve azimle kitaplarla devam ediyorsun. Sahi, nasıl gidiyor satışlar? Malum, insanlar artık sanal kütüphanelere takılıyor, internet üzerinden kitap okuyor, kitap alıyor.
Mustafa tebessümle bana bakarak elindeki kitabı kokladı. Dediklerimi hiç duymamış gibi:
– Abi şu kokuyu var ya hiçbir parfüme değişmem. Bilgisayarlar da böyle kokuyor mu abi?
– Kokmuyor ama onun da yakında çaresini bulurlar merak etme! Ben de bunun için buradayım ya Mustafa. Kitap kokularını özledim, bir de seninle sohbeti tabii.
Sahaf Mustafa sıradan bir esnaf değil, birçok dil bilen, Türkçede de usta bir edebiyatçı aslında. Dükkânına gelen kitaplardan ilgi duyduklarını okumuş diğerlerini de mutlaka elden geçirmiştir. Ama en çok el yazması kitapları sever, satmaya kıyamaz, çoğunu koleksiyonuna dâhil ederdi. Bugün yine yüzü sevinçten parlıyordu. Belli ki yine eline nadide el yazması kitaplar geçmişti.
– Hayırdır Mustafa, yüzün gülüyor. Yine maden buldun herhalde.
– Sorma abi, dün iki genç geldi, ellerinde büyük bir kutu, içi el yazması kitaplar dolu. Tabi önce nereden buldunuz bunları diye sorguladım. Babaanneleri Kastamonu’da yaşıyormuş, kadıncağız vefat edince bunlara da evi miras kalmış. Evi restore ettirirken tavan arasında bu kitapları bulmuşlar. Maalesef bir kısmını haraç mezat satmışlar, Allah’tan akılları başlarına gelmiş de bari değerinde satalım diye tavsiye üzerine bana gelmişler.
– Kıymetli bir şeyler var mı bari Mustafa?
– Olmaz olur mu abi! İlmihal koleksiyonu vardı kutuda. Bak sana göstereyim.
Mustafa definesini önüme yığdı, tek tek anlatmaya başladı:
– Bu, Kutbüddin İznikî’nin, Ebü’l-Leys es-Semerkandî tarafından yazılan Mukaddime isimli risalesini Türkçe’ye çevirip şerh ederek genişlettiği Kitâbü’l-Mukaddime. İlk ilmihal geleneği bu şekilde başlamış Osmanlı’da. Bak abi bu da Abdurrahman Aksarâyî’nin, Abdülazîz Fârisî’ye ait Umdetü’l-İslâm adlı eseri Türkçe’ye tercüme ederek yazdığı İmâdü’l-İslâm adını verdiği bir başka ilmihal. Mehmed b. Bâlî tarafından 1400’lü yıllarda Anadolu Türkçesi’ne çevrilen Güzîde adlı eser de ilmihal geleneğinin ilk örneklerinden. Bu da İmam Birgivî’nin 1562’de Vasiyetnâme ismiyle yazdığı ilmihal tarzında eseri ki yıllarca mekteplerde okutulmuş. Burada daha neler neler var! Hepsi de ilmihal tarzı kitaplar.
– Aslında enteresan değil mi, İmam Birgivî gibi büyük bir âlim, üstelik tefsirden fıkha onlarca eser yazmış ama nihayetinde Vasiyetnâme adındaki bu küçük eseri yüzyıllarca okunmuş okutulmuş, daha meşhur olmuş. Sence bu eserine niye “Vasiyetnâme” demiş acaba?
Mustafa kitaplardan başını kaldırıp seminer verir edasıyla anlatmaya başladı:
– Bu yeni aldığım el yazması koleksiyonuna niye sevindiğimi anlatırsam senin soruna da cevap vermiş olurum abi. Bu eserlerin yazılmasının tek bir amacı var; Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ilim öğrenmenin her müslümana farz olduğunu bildiren hadisi. “İlim” kelimesi “ilm-i hâl” yani davranış bilgisi olarak kabul edilmiş. Dolayısıyla bir müslümanın hayatının her anında bulunduğu hal ve davranışını ne şekilde Allah Teâlâ’nın rızasına uygun yaşayacağını bilmesini farz kabul etmişler. Bu yüzden İmam Birgivî gibi âlimler bunu o kadar önemsemişlerdir ki bilinmesi gereken en asgari bilgileri ümmete vasiyet etmişler.
– Bir de bizim meşhur Mızraklı İlmihalimiz var ya, o nasıl yazılmış kardeş?
– Aslında Mızraklı İlmihal’in orijinal ismi Miftâhu’l-Cenne yani “Cennetin Anahtarı” ve ilmihal ismi bu tür kitaplara da bu eserden sonra verilmeye başlanmış. Mızraklı İlmihal’in müellifi ve hangi tarihte yazıldığı kesin bilinmiyor ama 1500’lü yıllardan sonra yazıldığı kesin. Kitaba “Mızraklı” denmesinin sebebi, kapağındaki ya da ilk sayfalarındaki sancak ve mızrak şekilleriyle ilgili herhalde. Bilgilerin kısa ve basit cümlelerle verilmesi, bu ilmihali Osmanlı’da en çok okunan ve ezberlenen eser yapmış. Sıbyan mekteplerinin temel din bilgisi kitabı olmuş. Ayrıca camilerde, köy odalarında, evlerde başucu kitabı olmuş. Ama ne kadar enteresandır, Osmanlı’nın son zamanlarında ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde en çok eleştirilen eser olmuş.
– Niye enteresan olsun ki? Bizde geleneği eleştirmek gelenek olduğundan Mızraklı İlmihal de payına düşeni almıştır. Sence niye eleştirilmiş Mustafa?
– Bence en temel sebep, milletin asırlardır beslendiği bir damarı kesme çabası. Hurafe denilmiş. Malum, yeni anlayış, yeni hayat, yeni insan projesi yürürlükte. İlmihaller ise memleketin en ücra köşelerine kadar yayılmış, her evde bulunan, o “eski”nin taşıyıcıları. Bir de bazı çevrelerce güya sığ bulunmuş. Bu sığlık eleştirisi bugün de devam ediyor. Diyelim ki doğru söylüyorlar, Allah’ını seversen, abi şu memlekette kaç müslüman o sığ ilmihal bilgilerini biliyor?
– Ne yalan söyleyeyim, ben de ilmihale çok bakarım. Her seferinde tazelenir bilgilerim. Bazen de zaten bildiğimi zannettiğim meselelerde cahilliğimi yüzüme vurur. Tabi ilmihalin tek başına yetemeyeceği nice durumlar da var. Günümüz dünyasının bize dayattığı yeni durumlar için de müslümanca yaşamanın yol haritasını yeniden yazmak gerekir.
– Doğru diyorsun abi. Sonuçta ilmihal, “halin bilgisi” demek. Yani yaşadığımız veya maruz kaldığımız her hâle karşı Allah Teâlâ’nın muradı ve rızası nerededir, müslüman duruşu, ahlâkı nasıl olmalı, onu da bilmemiz gerekir. Bir de develerin zekâtının yanında bilgisayar programı yapıp para kazananların nasıl zekât vereceğini, sosyal medyada aslı olup olmadığını bilmediğimiz olaylara yapılan yorumlarla kul hakkına girilip girilmediği, sanal şehirlerde sanal arsalar alınıp alınamayacağı gibi bir sürü konu var aslında. Bu konulara fetvalar veriliyor ama bugünkü konuların daha geniş ve tatminkâr ele alınma ihtiyacı var.
Sohbet böyle devam ederken Mustafa da kitapların tozunu almış, özenle raflarına yerleştirmiş, dükkânın bir köşesindeki ufak mutfağında bir şeyler hazırlıyordu.
– Herhalde bir kahveyi hak ettik değil mi abi? Bak sana yeni bir kahve tattıracağım, inşallah beğenirsin.
Mustafa’nın diğer bir tutkusunun da çay ve kahve olduğunu bildiğimden, bu kez ne yaptı diye merak etmiştim. Özellikle eski kitaplardan öğrendiği bitki çaylarını hasta dostlarına tavsiye ettiğini biliyordum.
– Eyvallah Mustafa, bakalım yine ne keşfettin.
– Abi bu Güney Amerika kahvelerinden benim hazırladığım özel bir harman, afiyet olsun.
– İşler nasıl gidiyor diye sordum ama yeni gelen kitapların heyecanı ile cevap bile vermedin.
– Allah’a şükür abi, geçimimizi sağlıyoruz. Aslında eskiye göre biraz daha iyi. Çünkü sahaflık mesleğini yapan çok kalmadı. Bir de ben daha çok nadide eserleri ve eski prestijli kitapları topluyorum. Bu kitapların bayağı meraklısı var.
Kahve eşliğinde keyifli sohbetimiz devam ederken Mustafa bir an hüzünlendi:
– Abi, aslında şu konuştuklarımızın bir anlamı var mı bilemiyorum. Herkesin elindeki telefon ilmihalleri olmuş durumda. Öyle değil mi? Neyi istiyorsanız görüntüsüne, sesine ulaşıyorsunuz. Üstelik neredeyse sınırsız seçim hakkınız var. Hakikat hangisi derseniz ne önemi var ki? Aklınıza, nefsinize hangisi daha yakınsa o sizin dininiz, meşrebiniz ve hakikatiniz oluveriyor.
– Doğru diyorsun Mustafa. Bu gidişata direnmek o kadar zor ki.
– Zor ama bir şeyler yapmadan durmak da müslümana yakışmaz. O zaman biz de kendi ilmimizi, irfanımızı en sağlam kaynaklarla aynı sanal ortamlarda yılmadan anlatırız. Nihayetinde hidayet Allah’tan değil mi? Bir de müslümanların farkında olmadıkları çok büyük bir güçleri var: İslâm’ın yaşanması! Abi işte buradan yakalayacağız insanımızı. Allah Teâlâ’yı zikretmenin, secdeye anlımızı koymanın, ahlâk-ı hamîde ile yaşamanın baştan aşağı tebliğ olduğunu bileceğiz. Tatmin olmuş kalbin huzurunu göstereceğiz.
– Eyvallah Mustafa, buna kafa yormak lazım. Bundan sonra seni daha çok ziyaret edeceğim kesin. Güzel sohbet şifalı yemek gibi. Buluşalım, şifa bulalım inşallah.