Sosyal alanda yükselen ve dini kullanarak zihinleri bulandıran örgütlerin çabalarını etkisiz hale getirmek için onların dayanaklarını ellerinden almak gerekiyor. Tıpkı Batınîliğin önüne ilimle ve ehl-i sünnet anlayışıyla set çeken Nizamiye Medreseleri’nin yaptığı gibi…
İlmin kapısı Hz. Ali radıyallahu anh “İlim servetten üstündür, çünkü serveti sen korursun ilim seni korur.” buyuruyor.
İnsanoğlunun bilgiye kolayca ulaşabildiği bir dönemde bile karşı karşıya kaldığı problemlerin büyük çoğunluğunun temelinde bilgisizlik yatıyor. Her şeyi kolayca elde edebilme tutkusu, araştırmadan inanmayı da cazip hale getiriyor maalesef.
Sözünü ettiğim durum bugüne mahsus da değil. Tarihin her döneminde kendini göstermiş ve sırf bu nedenle akıl zaman zaman işlevini yitirir hale gelmiş.
Geçen ay bu satırlarda anlatmaya çalıştığımız sapık fırkalar, işte bu ortamlarda neşvünema buluyor. Bâtıniyye, Kadıyânilik, Berâhime, Cehriyye, Mürcie yahut FETÖ... Adına ne dersek diyelim, kişilerin manevi açlığını giderme kapıları gibi görünse de, bu yapılanmalar ahiretimizi berbat ediyor. Yalnızca ahiret de değil, onun tarlası hükmündeki dünya hayatı da hüsranla sonuçlanıyor.
Böyle organizasyonların kıskacından korunmanın yahut onlarla mücadele etmenin yolu belli aslında. Tecrübe birikimi olarak değerlendirebileceğimiz tarih, bu yakıcı sorunun cevabını da veriyor bize.
Devletin kendi kural ve kurumlarıyla set çekmesi şüphesiz olmazsa olmaz şartlardan biri. Fakat sosyal alanda yükselen ve dini kullanarak zihinleri bulandıran örgütlerin çabalarını etkisiz hale getirmek için onların dayanaklarını ellerinden almak gerekiyor. Tıpkı Batınîliğin önüne ilimle ve ehl-i sünnet anlayışıyla set çeken Nizamiye Medreseleri’nin yaptığı gibi...
Bağdat’ta doğan yıldız
Büyük Selçuklu Devleti’nin bulunduğu coğrafya, Şiî Fâtımîlerin odaklandığı bölgelerin başında geliyordu. İslâm dünyasının liderliğini de eline geçirip ehl-i sünnet akaidine taban tabana zıt görüşlerini bütün müslümanlara dikte etmeyi hedefleyen Fâtımîler, Şiîliğin bir şekilde yaygınlaştırılması için de yoğun emek harcıyorlardı. Aynı şekilde Selçuklu beldelerinde gizli faaliyetler yürüten Bâtınîler, müslümanlar için büyük tehdit unsuru haline gelmişti.
Bu hareketlerin önünü kesmek için sadece askerî yöntemler yetmiyor; sorunu kökten ve kesin olarak çözmede kifayetsiz kalıyordu. Çünkü sinekleri öldürmek değil, bataklığı kurutmak gerekiyordu.
Fâtımîler o dönemde Kahire’de el-Ezher’i açmışlardı. Ehl-i sünnetin kurumsal anlamda en büyük temsilcisi Selçuklu Devleti de benzer bir eğitim kurumu inşa ederek Ezher’in iddialarına reddiyeler oluşturmalı, müminlerin sahih bilgi ile donanmasını sağlamalıydı.
İşte bu ortamda Sultan Alparslan’ın Veziri Nizamülmülk, Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti Nişabur’da 1067’de bir medrese kurdurdu. Ön yüzünde Nizamülmülk yazdığı için “Nizamiye Medreseleri” olarak adlandırılan bu medreseler, zaman ilerledikçe aynı anlayış ve müfredatla başka beldelerde de kuruldu.
Nizamiye Medreseleri yalnızca bâtıl anlayış ve uygulamaları bertaraf etmekle kalmadı, aynı zamanda büyük âlimler ve devlet adamları yetiştirerek ümmetin uzun süredir ihtiyaç duyduğu ilmî atmosferin temellerini attı.
Selçuklu Devleti’nin ilme verdiği ehemmiyetin sembolü olan Nizamiye Medreseleri’nin stratejik iki amacı daha vardı: Yoksul ve yetenekli öğrencileri topluma kazandırmak ve ilim erbabının devletle irtibatını sağlayarak o devirde yaygın hale gelen gizli hareketlere katılmalarını engellemek.
Abdülkerim el-Kuşeyrî’nin oğlu Abdürrahim el-Kuşeyrî, Ebu İshak Şirazî, Ebu Meali Cüveynî, İmam-ı Gazalî, Muhammed el-Mervezî gibi büyük âlimler bir ilim deryasına dönüşen Nizamiye Medreseleri’nde dersler verdiler. Cenâb-ı Hakk onlara rahmet eylesin, makamları âlî olsun.
Dönemin en önemli tehlikelerinden biri olan Bâtınîlik, her ne kadar siyasî ömrünü Hülagu’nun 1258’deki Bağdat seferine kadar sürdürse de, Nizamiye âlimlerinin gayretleriyle kısa sürede marjinalleşti ve toplum üzerindeki tesirini kaybetmeye başladı. Selahaddin Eyyûbî’nin Mısır’ı fethederek Fâtımî halifeliğine son vermesiyle el-Ezher de sünnî inancın öğretildiği ilim merkezlerinden biri haline geldi.
Nizamülmülk’ün Bâtınîlik’le mücadelesinde sahih tasavvuf ekollerinden de istifade ettiğini kayda düşelim. Bazı tekkeleri desteklemek ve tasavvuf ehlinin geniş kitlelerle olan ünsiyetini sistematik hale getirmek için harcamalar yapan Nizamülmülk, Sultan Melikşah’a şikâyet edildi. Sultan bu hareketin nedenini sorunca verdiği cevap, ârif ve fâzıl bir kişiden sâdır olacak türdendi. Dedi ki: “Seherlerde sizin saltanatınızın devamı için dua eden bir ordu kuruyorum Sultanım!”
Nizamiye Medreseleri’nde yakılan meşale 386 yıl sonra Konstantiniyye surlarında alev topuna döndü ve kutlu müjdeye Nizamiye geleneğini Sahn-ı Seman Medreseleri ile taçlandıran Fatih Sultan Mehmed Han nail oldu. Böylelikle 1018’de Konstantiniyye’de dünyaya gelen Bizans bilginlerinden Mikhael Psellos’un yüzyıllar önce yaptığı şu tespit gerçekleşti: “Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medreseleri’nde doğan yıldızlar, bir gün Bizans’ın güneşini söndürebilir.”
Yine, yeniden medrese
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ümmetinin kendisinden sonra yetmiş üç gruba ayrılacağını ve bunlardan yalnızca birinin doğru güzergâhta ilerleyeceğini haber veriyor. Hulafa-i Râşidin’den Hz. Osman radıyallahu anh zamanında kök salmaya başlayan bu akımların ortak özelliğini üstad Necip Fazıl çok net şekilde ifade etmiş: “Kuru akıl ve şeytanî hayal!”
1400 küsur senedir yüzlerce örneği bulunan sapık fırkalar bugün de aramızda. Kıyamete kadar da var olacaklar. Bize düşen, büyük ilim ve devlet adamı Nizamülmülk’ün çizdiği istikamette ilerleyerek, çölde suya hasret kalmış gibi sahih bilgiye ihtiyaç duyan insanoğlunu onunla buluşturmak olmalı. Bunun için de öncelikle ilmi aslî kaynaklarından aktaracak ehl-i sünnet âlimleri yetiştirecek ilim merkezlerinin sayılarını artırmalıyız.
Devlet, FETÖ ve benzer yapıların izlerini kolluk kuvvetleriyle, yargı mekanizması aracılığıyla silmeyi sürdürüyor. Bunu fikrî mücadele ile destekleyerek, zihinleri talan edecek yeni akımların da önüne geçmeli. Bir kısım ilahiyatçılar, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarla ve çeşitli faaliyetlerle azmediyor, çabalıyor. Ehl-i sünnete ve köklerine sâdık sivil İslâmî kuruluşların da desteklenip, devletin müzahir olduğu medreselerle bu süreç başarıyla yürütülebilir. Geleceğimizi sağlam zemin üzerine inşa edebilmenin ve âleme yeniden nizam verebilmenin yolu buradan geçiyor.