Aramak

Sebeplerin Gücü

Şazeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye ” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Beşinci hikmetin şerhine devam ediyoruz.

5. Hikmet: Allah Teâlâ’nın kefil olduğu şeyle uğraşıp senden istediği şeyde, amel ve ibadetlerinde kusur etmen, basiretinin kapalı olduğuna delildir.

Bu hikmetin şerhine başlamadan önce, gelin bir önceki derste söylediğimiz bir husus sebebiyle zihninde şüphe oluşan bir kardeşimizin sorusunu cevaplayalım.

Sebeplerden bahsetmiş ve demiştik ki: Tesir etmeleri ve sebep olarak vazife görmeleri hususunda Allah, sebeplere kendilerine ait bir kuvvet tahsis etmemiştir. Aksine, sebepler sebep oldukları şeyler ile irtibata geçtikleri anda tesir her an Allah Tealâ’dandır. Bu kardeşimiz diyor ki: Şayet ateş özünde yakıcı değil de serin ise, Hak Tealâ İbrahim aleyhisselâm ateşe atılacağı vakit niçin “Ey ateş, İbrâhim’e serin ve zararsız ol!” (Enbiyâ, 69) buyurdu?

Sorunun cevabı şöyledir: Ateşte, tabiatı itibarıyla bizzat ne sıcaklık ne de soğukluk mevcuttur. Cenâb-ı Hak kendisini hangi vazifeye koşarsa o vazifeyi yapar. O, ateşin yakmasını dilediğinde ateşe bu minvalde emir buyurur ve ateş yakar. Allah Tealâ onun başka bir vazife görmesini murad ettiğinde bu minvalde emreder ve ateş de O’nun emrine ve hükmüne itaat eder. Ateşe Allah Tealâ’dan serin ve selamette olması yönünde emir gelmesi, ateşin daha önce yakma tabiatını bünyesinde barındırdığına delil olmaz. Allah’ın ateşe hitaben “İbrâhim’e serin ve zararsız ol!” buyurması, ateşteki nisbî serinlik tabiatının onda devamlı surette tamamen yerleşmiş olmasını gerektirir mi? Bu hitaptan böyle bir gereklilik asla çıkmaz. Aksine, murad-ı ilahî tam tersidir. Cenâb-ı Hak dilediğinde ateşi serin kıldı ve serinlik yine O’nun dilediği bir müddet, yine o an yaratmasıyla devam etti. Ateşteki yakıcı sıcaklıkta da durum bundan ibarettir. Allah Azze ve Celle’nin emriyle ateş yakıcı hale gelmekte, sıcaklık ve yakıcılık yine hükmün bu yönde gerçekleşmesi yönündeki ilahî iradeyle devam etmektedir. Şayet Cenâb-ı Hak ateşi kendi haline bıraksa ve herhangi bir anda ateşe hiçbir şey emretmese, ateşte ne serinlik ne de yakıcılıktan bir eser kalır. Ateşin bizzat kendisine ait olduğu zannedilen niteliklerden ve işlerden geriye hiçbir şey kalmaz.

Bu hâl, Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin şu hadisindeki mananın ta kendisidir: “(Meşhur Arap şairi) Lebid’in söylediği en doğru söz şudur: Dikkat edin, Allah’ın tasarrufundan soyunan her şey bâtıldır.”

Şimdi beşinci hikmete dönebiliriz. Bu hikmetin şerhinde söylemekle mükellef olduğum meselelerde Allah’ın yardımını diliyorum.

Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da istiyor değilim. Şüphesiz rızkı veren, sarsılmaz gücün sahibi olan yalnızca Allah’tır.” (Zâriyât 56-58)

“Aile fertlerine namazı emret, kendin de bunda kararlı ol. Senden rızık istemiyoruz; asıl biz seni rızıklandırıyoruz. Mutlu gelecek, günahlardan sakınanların olacaktır.” (Tâhâ 132)

Bu iki ayet şunları söylüyor: Allah, sadece Zât-ı Ulûhiyyet’i için insanı bir vazife ile mükellef kıldı. Allah, kulu onun herhangi bir tercihi olmaksızın, iradesi dışında yarattıysa da kuldan beklediği, kendi tercihiyle kulluğa sarılmasıdır. Bunlara mukabil, Allah Tealâ da kendi Yüce Zâtı’na bir vazife tayin etti. O vazife de, insana dünya hayatında gerekli olan zaruri ihtiyaçları temin ve rızkını garanti etmesidir. Peki sorumlulukların bu yöndeki taksimi neyi gerektirir?

Bu taksim, fıtraten Allah’a iman eden, etmesi beklenen insanın mükellef kılındığı ve ifası hususunda söz verdiği vazifelerle meşgul olmasını gerektirir. Çünkü Allah Tealâ da bunlara karşılık kulun yaşamı için icap eden şeyleri temin etmeyi, kulun lehine ve tabii isteklerine uygun şekilde kâinatı donatmayı vaad etmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken şudur: Allah’ın bizden bir talebi var: Kulluk... Bir de bize hakkında garanti verdiği bir başka şey var: Rızık... Şu hakikat ayan beyan ortadadır: Bize lazım olan, sorumlu tutulduğumuz vazifeler hususunda kafa yormak, bu yolda emek ve gayret göstermek; Allah’ın bize garanti verdiği rızık meselesinde de O’na tam bir teslimiyet göstermektir.

Ne var ki insanların bazısı Allah’ın kefil olduğu hususlarda gereğinden fazla gayret göstermekte, adeta kendini paralamaktadır. Bununla birlikte asıl sorumlu olduğu ve Allah’ın kendisinden talep ettiği vazifelerden de yüz çevirmekte. İbn Atâullah’ın da buyurduğu gibi, bu hâl böyle kimselerin basiretinin kapalı oluşuna delildir. Yani bu hâl bir şeye delilse, o da Allah’ın sözüne ve verdiği garantiye itimatsızlığa, aynı zamanda nefsin hazlarının kulun varlığını ve düşüncelerini tahakkümü altına aldığına delildir.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy