Görünen o ki israfın yanlış olduğu hususundaki fikir birliği, neyin israf olduğu hususunda fikir ayrılığına dönüşüyor. Birbirinden farklı, birbiriyle çelişen israf anlayışları gittikçe belirsizleştiren bir karmaşaya yol açmış durumda.
İsraftan men edildiğimiz pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif var. Bir savurganlıktan bahis açıldığında neredeyse herkes, bunları bilmese de israfın haram olduğunu muhatabına hatırlatıverir. Bu hatırlatma çoğunlukla kendi nefsinden ziyade başkaları içindir. Çünkü hemen hemen hiç kimse kendi yaptıklarının israf olduğunu kabullenmeye pek yanaşmaz. İnsan, israf gibi görünen tutum ve davranışlarını türlü gerekçelerle meşrulaştırmakta hayli mâhirdir. İsrafın haram olduğunun dillendirilmesi de genellikle bir ikaz yahut sakındırmadan çok başkalarını kınamaya, suçlamaya, itibarsızlaştırmaya yöneliktir. İşin garibi, böylece suçlananlar da bir takım gerekçelerle yapılanın israf olmadığını kendilerince ispata çalışırlar.
Görünen o ki israfın yanlış olduğu hususundaki fikir birliği, neyin israf olduğu hususunda fikir ayrılığına dönüşüyor. Birbirinden farklı, birbiriyle çelişen israf anlayışları gittikçe belirsizleştiren bir karmaşaya yol açmış durumda. Ancak bu karmaşayı sadece insanların kendilerince yaptığı keyfî tariflere bağlamak, mevcut durumu tek başına izaha yetmiyor. Mesele, göz ardı edemeyeceğimiz dış tesirlerle, yönlendirmelerle, değişen zaman ve şartlarla da ilgili. Üstelik israfın tek bir çeşidi, herkes için geçerli tek bir ölçüsü yok. Bu sebeple, “Allah israf edenleri sevmez” (A’râf 31) ikazını dikkate alarak, Allah Tealâ’nın sevgisinden mahrumiyete yol açacak böyle bir masiyetten korunmak için dinimizde nelerin, neden israf sayıldığını iyi bilmek gerekiyor.
Türlü türlü israf var
İsraf kelimesine sözlüklerde “haddi aşmak, aşırıya kaçmak” anlamı veriliyor. Kur’anî bir terim olarak ise “Maddî veya manevi, her konuda meşru sınırların dışına çıkmak” diye tarif edilmekte. Bu tarif bize evvela israfın anlamını daraltmanın yanlış olduğunu söylüyor. Çoğunlukla yapılageldiği üzere, israfın diyelim ki çöpe atılan ekmeklere, boşa akıtılan sulara indirgenmesi böyle bir yanlışa düşüldüğünün alâmeti. Ekmeğin veya suyun hor kullanılması elbette kaçınmamız gereken vahim bir israftır. Fakat israf sadece bu tür maddî savurganlıklardan ibaret değildir. Lüzumundan fazla konuşmak, sayılı nefesleri israf etmektir meselâ. Boş işlerle uğraşmak, zaman ve emek israfıdır. Kulluk vazifelerimizi unutup yalnızca dünyalık için koşturmak, ömür sermayesini israftır. Doğru terbiye edilmeyince nesiller israf edilmiş olur. İnsanlar, akıl gibi, yetenek gibi, servet gibi, güç kuvvet gibi pek çok nimeti yanlış yollarda kullanarak israf edebilirler. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellemin “sevgi ve buğzda ölçülü olmamız” tavsiyesine uyulmadığında duyguların bile israfı söz konusudur.
Öte yandan israf çeşitlerinin tamamını, sarf edilen miktardaki aşırılığa bağlamak da hatadır. Meselenin eksik anlaşıldığına delalet eder. Çünkü bir iş, tutum veya davranış, niceliği itibariyle israf olabileceği gibi niteliği ile de israf olabilir. Yani kula bir fayda sağlamayan, Allah Tealâ’nın razı olmadığı veya haram kıldığı şeylere harcanan çok az bir miktar da israftır. Âlimlerimiz, “tebzîr” diye adlandırdıkları bu tür israftan müslümanların zaten imtina edecekleri kabulüyle olsa gerek, niceliğe bağlı israf üzerinde daha çok durmuşlardır. Niceliğe bağlı israf, niteliği bakımından meşru bir ihtiyacın karşılanmasında veya yine meşru bir imkânın kullanılmasında mübah sınırının aşılmasına sebep olan ölçüsüz, aşırı sarfiyattan kaynaklanan bir israftır. Mübah sınırı aşılınca helal kapsamındaki bir istek, tutum veya tüketim mekruha yahut harama dönüşebilmektedir.
Mübah sınırını aşınca
Maide suresinin 87. ayetinde mealen; “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” buyurulmaktadır. Bu ayet-i kerime, nüzul sebebiyle ilgili rivayetlerden hareketle daha çok iki açıdan tefsir edilmiştir. İlk olarak haram ve helali belirleme yetkisinin Allah Tealâ’ya mahsus olduğu vurgulanır. İkinci olarak da zahidlik adına müminlerin yeme içme, uyku, evlenme gibi helalleri kendilerine yasaklayıp adeta haram kılmalarının yanlışlığı bağlamında izah edilir. Bunlarla beraber bir kısım müfessirler ayet-i kerimenin tüketim veya harcamada israfa düşerek meşru sınırı aşmak suretiyle helali haram kılma tehlikesine karşı bir uyarı barındırdığını da söylemişlerdir. Onlara göre burada da “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf 31) mealindeki ayet-i kerimede olduğu gibi israftan sakındırma vardır. Mealen aktardığımız bu son ayetteki “yeme içme” ile de helal dairesindeki bütün ihtiyaçların, aslî ihtiyaçları karşılayan bütün tüketim kalemlerinin kastedildiği görüşündedirler. Dolayısıyla ihtiyacı aşan her türlü tüketim tarzı israf kapsamına girmektedir.
Böyleyken, ölçüsüzce tüketmenin teşvik edildiği, aşırı tüketimin neredeyse normal karşılanır olduğu günümüzde bir kısım insanlarımız şöyle düşünebilir: “İmkânlarım bol. Helalinden kazanıyor, yeri geldiğinde infak ediyorum. Her şeyin en iyisine sahip olmak için harcama yapınca mahrumiyete de düşmeyeceğim. Öyleyse elimdekileri kendim için gönlümce sarf etmemde, çokça tüketmemde bir sakınca yok”.
Makul ve meşru görünen böyle bir durumda bile ölçü, Efendimiz sallallahu aleyhi vessellemin, “Gürül gürül akan bir nehirden abdest alırken de suyu ihtiyaçtan fazla kullanmanın israf olduğu”nu haber veren hadis-i şerifidir. Aslında hemen herkes, bir imkânı veya nimeti ihtiyaçtan fazla sarf etmenin ya da ihtiyaç sayılmayan şeyler için harcama yapmanın israf olduğunu bilir, söyler. Ölçü ihtiyaçtır yani. Ölçü ihtiyaçtır da ihtiyaç nedir peki? Galiba mesele burada düğümleniyor.
Unuttuğumuz ölçüler
Mesele burada düğümleniyor, çünkü neyin ve ne kadarının ihtiyaç, ne kadarının ihtiyaç fazlası olduğunu her durum için tayin eden tek ve sabit bir ölçü yok. İhtiyaçlar kişilerin statüsüne, yaptıkları işe, vazife ve sorumluluklarına; zamanın şartlarına göre değişebiliyor. İhtiyacı, “nisap hesabına dâhil edilmeyen aslî ihtiyaçlar” olarak belirlediğimizde de mesele çözülmüyor. Bunların dahi ucuzu pahalısı, mütevazisi lüksü var. Kısaca, tüketim tarzımızda israfa düşüp düşmediğimizi anlamak için kalbimize danışmayı gerektiren bir durumla karşı karşıyayız. Bunu yaptığımızda mübah sandığımız pek çok davranışımızın kalbimizi tırmaladığını fark edebileceğiz. Belki böylece yanlışımızı görüp doğru ölçüyü bulmak mümkün olacak.
Yanlışlarımızdan bir kısmı, “ihtiyaçlar sonsuzdur” gibi, sürekli tekrarla zihnimize yerleştirilen kapitalist anlayışın kabulleridir. Müslüman; kişiden kişiye değişen ihtiyaçlara, birbirinden ne kadar farklı ve ne kadar çeşitli olursa olsun mutlaka bir üst sınır çizmelidir. Zira sınırsız olan ihtiyaçlar değil, nefsin arzu ve istekleridir. İhtiyaçların sonsuz olduğu kabulü, nefse yenilmenin tezahürüdür.
Müslüman, Allah Tealâ’nın kendisine bahşettiği nimetlerin sahibi değil, emanetçisidir. O nimetleri Rabbimizin rızası istikametinde korumak ve sarf etmekle yükümlüdür. İhtiyacı kadarını kullanır, fazlasını infak eder. Kaldı ki fazlası kendisinin borcu, kendisi dışındaki ihtiyaç sahiplerinin hakkı ve alacağıdır. Bu yüzden israfın aynı zamanda bir hak gaspı olduğunu bilir.
“Müslüman her şeyin en iyisine lâyıktır” sözünü lüks ve israfa bahane yapmaz. Müslüman için “her şeyin en iyisi”, evvela dünyası yanında ahiretine de fayda sağlayanı, hayra vesile olanıdır. Dünyalık işleri daha çabuk halletmemize yarayan bir takım cihazlar, kulluk vazifelerimize daha fazla zaman ayırmak yerine dünya peşinde daha fazla koşmaya, mâlâyani ile daha çok meşgul olmaya sebebiyet veriyorsa, son teknoloji ürünü de olsa en iyi değildir.
İkincisi, müslüman için “her şeyin en iyisi” iktisada uygun olandır. Dolayısıyla elde bulunan ve iş gören ihtiyaç kapsamındaki bir eşya en iyidir de bunun sürekli yenilenecek ve asla sonu gelmeyecek olan bir üst modeli en iyi değildir.
Hafife alınmayacak bir münker
İsrafın sözlük anlamlarından biri de “gaflet, cahillik ve sorumsuzluk”tur. Bunlar kişiyi israfa, haddi aşmaya sevk eden temel etkenlerdir aynı zamanda. Neyin gerçekten ihtiyaç olup olmadığını belirlemeye manidir. Bencilliğe, hazcılığa, açgözlülüğe, kanaatsizliğe, nimetin kadrini bilmemeye yol açar. Çoğunlukla marka, moda, lüks ve gösteriş düşkünlüğü şeklinde tezahür eder. İsraf; gaflet veya cehaletle kulluğunu, dolayısıyla kendini kaybedenler için var olmanın, daha doğrusu görünür yahut fark edilir olmanın da imkânıdır. Böylelerinin sayıca çokluğu, aşırı tüketimin neredeyse zaruri bir ihtiyaç gibi algılanmasına sebep olmakta; israfı yaygınlaştırmaktadır.
Günümüzde artık neredeyse salgın haline gelen israftan korunmak için, ölçüsüz harcamanın bu tür sebepleri yanında sonuçlarını da görüp gözetmelidir. Zira israfın her çeşidi, sonucu itibariyle zarardır. Bir imkânın, bir nimetin heba edilmesidir. Fayda verecek, ecir kazandıracak tarzda değerlendirilmemesidir. Buradaki zararı sadece dünya metaı üzerinden hesaplamamak gerekir. Elimizdeki imkân ve nimetleri nereye, niçin, ne kadar harcarsak harcayalım; onları bize ikram eden Rabbimizin rızası ve müsaadesi hilafına harcamışsak zarardayız demektir.
Dinimizde, haddi aşmanın ifrat ucundaki israftan da tefrit ucundaki cimrilikten de sakınmak, “iktisat” üzere sarf etmek esastır. İktisat, tüketimde itidal demektir. Gerektiğinden fazla veya az harcamaya mani bir dengeyi ifade eder. Şu halde israf, dengeyi gözetmediği için sonucu itibariyle adaleti sağlayan dengelerin bozulmasına da sebebiyet vermektedir. Aile bütçesinden başlar, gelir gider dengesini bozar. Zengin ve fakirleri birbirine düşman sınıflar haline getirip sosyal yapının dengesini bozar. Bütün insanlığın istifadesine sunulan kaynakları hoyratça kullandırıp tabiatın dengesini bozar.
Hâsılı, hafife alınacak bir münker değildir israf. Şiddetle sakınmak gerekir.