Aramak

TARIH

AVRUPALI BİR DIPLOMATIN GÖZÜNDEN Osmanlı Baron de Büsbek gibi başka bir dünyanın insanı olan Avrupalı seyyahlar, diplomatlar ve elçiler Osmanlı hakkında yazdıkları eserlerde önemli bilgiler verirler. Dikkatli okunması ve iyi tahlil edilmesi şartıyla bu bilgiler bize kendi tarihimiz hakkında önemli ipuçları sunar. Osmanlı Devleti’nin en ihtişamlı yılları hiçşüphesiz Kanunî Sultan Süleyman dönemidir.Bu dönemde birbiri ardına kazanılan zaferler sonucunda Avrupa’da Osmanlı korkusu da hayranlığı da zirvede idi. Hiç şüphesiz bu korku ve hayranlığın sebebi, Avrupalı hıristiyan devletlerin Osmanlı karşısındaki çaresizliği idi. Dönemin Avrupa’sı bu başarının arka planını Osmanlı’ya gönderdikleri seyyahların, elçilerin ve diplomatların tuttukları raporlardan ya da onların günlüklerinden ve mektuplarından öğrenmeye çalışıyordu. İşte 1554 yılında Alman İmparatoru I. Ferdinand tarafından İstanbul’a elçi olarak gönderilen Baron de Büsbek (Ogier Ghislain de Busbecq) de İstanbul görevindeyken kaleme aldığı gezi notlarıyla hem Osmanlı’yı değerlendiriyor hem de Avrupalı devletlerle kıyaslıyordu. Bugün için gezi edebiyatı türünde değerlendirilen bu mektuplar, yazıldığı tarih itibarıyla önemli ve ilk örnek olarak kabul ediliyor. Peki, Baron de Büsbek kimdi ve dilimize “Türk Mektupları” olarak çevrilen ve zamanında Latince olarak kaleme alınan bu mektuplarda neler vardı? Büsbek, hangi konulara dikkat çekmiş, Batı ve Osmanlı kıyaslamasını nasıl yapmıştı? Meraklı bir elçi 1554’te Alman İmparatoru I. Ferdinand’ın isteği üzerine elçilik göreviyle Osmanlı Devleti’ne gönderilen Büsbek, İstanbul’da sekiz yıl boyunca elçilik görevinde bulundu. Aslında, Alman İmparatorluğu’nun 1551’de Osmanlı Devleti ile yaptığı antlaşmayı bozarak Transilvanya’yı işgal etmesi üzerine bozulan siyasî durumu düzeltmek için gönderilmişti. Çok hassas bir dönemde devletinin çıkarlarına en uygun çözümleri bulmaya çalışan bu yeni elçi, o sırada Anadolu’da bulunan padişahı görmek için Amasya’ya kadar seyahatler yaptı. Hem burada hem de İstanbul’da gördüklerini çok süslü bir üslupla kaleme aldı. İzlenimlerini dört uzun mektupta kaleme alan Büsbek, İstanbul’da bulunduğu sekiz yıl içinde bir taraftan da bazı bitkileri, eski sikke ve özellikle nadir el yazması kitapları toplamayı da ihmal etmedi. Büsbek, İstanbul görevinden sonra 1574-1592 arasında Paris’te kaldı ve Fransa’dan derlediği bilgileri imparatora bildiren bir ajan gibi çalıştı. Paris’ten yazdığı mektuplar o yılların dünyası ve Osmanlı tarihi için önemli belgelerdi. 16. yüzyıl İstanbul’u hakkında en yetkin kaynaklardan biri olan Büsbek’in “Türk Mektupları” edebiyat tarihi açısından gezi mektupları türünün öncülerinden biri oldu. Büsbek’in meşhur mektupları İstanbul’dan döndükten sonra Paris’te bir nevi ajan gibi çalışan Büsbek’in faaliyetlerini bu gerçeği dikkate alarak değerlendirmek lazım. Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunduğu süre içinde sıradan bir diplomattan daha dikkatli gözlemler yaptı ve bu gözlemlerini dostu olan Macar diplomat Nicholas Michault’a yazdığı mektuplarda topladı. İstanbul’da görev yaptığı dönem, Avrupa ve Osmanlı arasında keskin bir zıtlığın yaşandığı, Avrupa’daki “Türk korkusu”nun muhtemel bir savaşa evrilmesinin an meselesi olduğunu hatırlamak gerekir. Bu etkenler hesaba katıldığında Büsbek’in tarafsız bir şekilde gözlemlerde bulunduğunu, tespitlerini âdilane bir şekilde yaptığını söylemek elbette güç olacaktır. Bir örnek vermek gerekirse Büsbek’e göre, Avrupa’yı olası bir Osmanlı kuşatmasından kurtaran şey Osmanlı-İran savaşlarıdır. Ancak yine de mektupların, benzeri Batılı diplomatlar tarafından yazılanlara göre makul seviyede tarafsız olduğunu söyleyebiliriz. Bu değerlendirmeye imkân veren husus, Büsbek’in Osmanlı devlet organizasyonunda ve toplum hayatında beğendiği, Batı’ya göre daha ileri seviyede bulduğu şeyleri de yazmaktan çekinmemiş olmasıdır. Mesela Osmanlı ordusunun disiplini, halkın temizliğe verdiği önem onu çok etkiler. Aynı şekilde, Osmanlı’da kadının hukukî statüsünden de takdirle bahseder. Hatta bu konuda bir örnek vererek kadınların boşanma talebinde bulunabildiğini, bu yönüyle Osmanlı’nın Avrupa’dan ileri olduğunu belirtir. Elçi olarak geldiği İstanbul’u ve birçok Osmanlı şehrini gezen Büsbek, Anadolu bitkilerine karşı da oldukça meraklıdır. Laleyi ve leylakı ilk olarak Avrupa’ya o tanıtır. Ankara’da Latin edebiyatının şaheserlerinden kabul edilen ünlü Avgustus Yazıtı’nı da yine o bulmuştur. Büsbek, Osmanlı toplumunda şahsî meziyetlere ve liyakate önem verildiğini, bunun dışında hiçbir şeye bakılmadığını, toplumda asalete dayalı ayrım olmadığını, tek istisnasının Osmanlı hanedanı olduğunu belirtir. Sadece saltanat hanedanına mensup olmanın doğrudan bir mevki sağladığını anlatır. Bunun dışında yükselebilmek için çalışmaktan ve liyakatini ispat etmekten başka yol olmadığını da ilave eder. Osmanlı insanının ilme saygılı ve ince duygulu bir millet olduğu tespitini yapan Büsbek, bu konuda şunları yazar: “Yazılı bir kâğıdın ve gül gibi çiçeklerin yapraklarının üzerine basmazlar. Yolda yazılı bir kâğıt görünce, alıp bir kenara koyarlar ki, kimse üzerinden geçmesin.” Sekiz yıl görev yaptığı İstanbul üzerine de yazılar yazan Büsbek, bu kadim şehrin, cihanın taht şehri olmak için yaratılmışa benzediğini söyler. Daha güzel ve daha iyi mevkide bir şehrin tasavvur dahi edilemeyeceğini belirtir. Padişahların bazı yaban hayvanlarını getirtip şehrin belli yerlerinde hayvanat bahçeleri kurduğunu, buralarda aslanlar, vaşaklar, yaban kedileri, panterler, leoparlar gördüğünü anlatır. Ayrıca dans eden ve top oynayan bir fil yavrusu gördüğünü ve çok hoşuna gittiğini de not eder. İstanbul çarşılarında vahşi hayvanların satıldığını, maymun, papağan, geyik, karaca, tilki, ayı, sansar, samur gibi akla gelebilecek her hayvanın bu çarşıdaki dükkânlarda bulunduğunu gören Büsbek, ecnebilerin buralardan alışveriş yaptıklarını da mektubuna ekler. Büsbek’e göre özellikle Osmanlı’daki kuş pazarları harikadır ve her türlü kuşu bulmak mümkündür. Osmanlı ordusuna ve toplumuna dair gözlemler Osmanlı ordusuna dair de bilgiler veren Büsbek, bu konuda malumatları sıralarken tedirginliğini de gizlemez. Osmanlı askerî sistemini Avrupa sistemiyle kıyaslayınca gelecekte başlarına gelecek şeyleri düşünüp titrediğini belirtir. Osmanlı ordusunun tarih boyunca tasavvur edilebilecek en kudretli ordu olduğunu ve devletin bütün kaynaklarının bu ordunun hizmetinde bulunduğunu da anlatır. Büsbek, Osmanlı ordusunun başlıca vasıflarını şöyle sıralar: Zafer alışkanlığı, devamlı seferlerin tecrübesi, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve daima uyanıklık... Bu noktada bir kıyaslama da yapar ve kendi ordu sistemlerinde var olan sıkıntıları fakirlik, tamahkârlık, mağlubiyetlerden kaynaklanan moralsizlik, başıboşluk, sarhoşluk ve ahlâk düşüklüğü olarak sıralar. Büsbek’e göre, İran doğudan Osmanlı’yı tehdit etmese, Avrupa’nın işi çoktan bitmiş olacaktı. Der ki: “Türkler, İran’la işlerini bitirdikleri zaman bizim boğazımıza atılacaklardır. Böyle bir ablukaya karşı ne derece hazırlıksız olduğumuzu düşünüp titriyorum.” Büsbek’in Osmanlı ordusunda ilk dikkatini çeken özellikse çeşitli sınıflara mensup askerlerin kendi karargâhlarından dışarıya çıkmamasıdır. Ona göre Avrupa devletlerine ait karargâhlarda olup bitenlerden haberdar olanlar buna inanmakta güçlük çekecektir. Bu hususta doğrudan gözlemlediği Amasya ordugâhından örnekler verir. Gezi için gittiği Amasya’daki ordugâhta on binden fazla askerin bulunduğuna şahit olan Büsbek, bu kadar askere rağmen ortamda mutlak bir sessizliğin hâkim olduğunu şaşırarak görür. Bu kadar kalabalık askerin içinde kavgadan, münakaşadan, şiddetten, zorlamadan eser yoktur. Hatta yüksek sesle konuşana bile rastlamaz. Ordugâhın her tarafının tertemiz olduğunu, en küçük bir süprüntü dahi görülmediğini, bu gibi şeylerin derhal yakıldığını veya uzağa götürülüp gömüldüğünü anlatır. Avrupalı askerlerle Osmanlı askerlerini kıyas sadedinde de şunları yazar: “(Osmanlı’da) kumarın hiçbir türlüsüne rastlanmıyor. Bizim ordugâhlarımızda ise zar ve kâğıt oynanmayan, içki içilmeyen, kavga çıkmayan çadır yoktur.” Osmanlı ordusunda disiplinsizliğin görülmediğini, olsa bile derhal cezalandırıldığını anlatan Büsbek, hiçbir suça göz yumulmadığından da bahseder. Ordugâhta olduğu bir sırada bayram namazına denk gelen elçinin buradaki gözlemlerinden oluşan şu notları bir hayli dikkat çekicidir: “Ordugâhta bir bayram namazının kılındığına şahit oldum. Saflar hayret edilecek derecede muntazamdı. Uçsuz bucaksız bir kalabalık göz alabildiğine dalgalanıyordu. Türlü türlü, renk renk üniformalar parıltılar içinde devam edip gidiyordu. Bu servet ve ihtişam içinde herkes mütevazı idi. Bu kudret ve zenginlik, onlar için alışılmış, benimsenmiş şeylerdi. Uzakta tımarlı süvarilerin binlerce atı görünüyordu. Gayet yüksek, bakımlı hayvanlardı ve son derece pahalı bir şekilde süslenip donatılmışlardı.” Büsbek, Osmanlı toplumunun manzarasının ordununkinden farksız olduğunu belirtir. Ordugâhta görülen bu muntazam sadelik ve disiplin, sadece askerlere has bir tavır değildir. Sessizlik, servet içinde sadelik ve kudretinden emin olanlara mahsus tevazu gibi vasıfların halk tabakalarına kadar yayıldığını belirtir ve şu tespitte bulunur: “Türklerden alacağımız dersler sonsuzdur.” Büsbek’in yazdıkları niçin önemli? Baron de Büsbek gibi başka bir dünyanın insanı olan Avrupalı seyyahlar, diplomatlar ve elçiler Osmanlı hakkında yazdıkları eserlerde önemli bilgiler verirler. Dikkatli okunması ve iyi tahlil edilmesi şartıyla bu bilgiler bize kendi tarihimiz hakkında önemli ipuçları sunar. Din, kültür, coğrafya ve medeniyet olarak bize düşman olan Avrupalılar, dışarıdan bir bakışla meziyetlerimize ve zaaflarımıza ayna tutarlar. Bu bakımdan Baron de Büsbek de kültürlü, iyi eğitimli ve derin görüşlü bir diplomat olarak “Türk Mektupları” isimli eserinde Osmanlı hakkında dikkate değer tespitlerde bulunur. O dönemde Avrupa’nın yarısını ve bütün Amerika’yı elinde tutan Almanya ve İspanya’nın önemli bir diplomatının kaleme aldığı bu mektupları önemsiz görmek doğru değildir. Benzeri tarihî vesikalarda olduğu gibi onun yazdıklarında da neyi kaybettiğimizi, hangi değerlerden ve meziyetlerden uzaklaştığımızı görebilir, neyi bulmamız gerektiğini de fark etmiş oluruz. Ogier Ghislain van BUSBECQ Kanunî Sultan Süleyman devrinde Alman impa-ratorunun elçisi sıfatıyla İstanbul’a gelen Fla- man asıllı diplomattır. 1522 senesinde Kuzey Fran-sa’da soylu bir babanın oğlu olarak doğmuştur. On sekiz yaşına kadar iyi bir tahsil görmüş, daha sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaşmıştır. Önce Pa-ris’e, sonra İtalya’ya gitmiş ve uzun süre Venedik’te kalmıştır. Çağının ünlü hümanist ilim adamlarıyla tanışarak eski Yunan ve Roma dilleriyle medeniyet-leri hakkında derinleşmiştir. İstanbul’da elçi olarak kal- dığı sekiz yıl içinde muhtelif Osmanlı beldelerine seya- hatler yapmış, izlenimlerini mektuplar halinde yazmış- tır. “Türk Mektupları” isimli eseri Avrupa’da gezi edebi- yatının ilk örneklerinden ol- ması bakımından önemlidir. 28 Kasım 1592’de, doğdu- ğu topraklara dönerken öl- müştür.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy