Aramak

TASAVVUF KLASİKLERİ

UYÛBÜ’N-NEFS VE MÜDÂVÂTÜHÂ

EBU ABDURRAHMAN MUHAMMED ES-SÜLEMÎ K.S.

Horasanlı sûfî, müfessir ve muhaddis Ebu Abdurrahman Muhammed Sülemî kuddise sırruhû, ilim ve irfan tarihimizin büyük âlim ve âriflerindendir. Hicrî 412, milâdî 1021 senesinde vefat etmiştir. Kendisine yüze yakın eser nisbet edilir. Bunların sadece bir kısmı günümüze intikal etmiştir. Bu eserler, çeşitli ilimlerin ve özellikle tasavvufun en güvenilir kaynakları arasında sayılır. Kitâbü’z-Zühd, Târîhu’s-Sûfiyye, Târîhu Ehli’s-Suffe ve Tabakâtü’s-Sûfiyye gibi eserleri, Sahâbe, Tâbiîn, Tebeu’t-Tâbiîn ve erken dönem âbid ve zâhidleriyle ilk sûfîlere dair ilk kaynaklar arasındadır. Fakat ne yazık ki bunların az bir kısmı zamanımıza kadar gelmiştir. Hakâiku’t-Tefsîr adlı eseri ise sûfîlerin Kur’an ayetlerine yaptıkları tefsirleri ihtiva eden ilk kapsamlı eserdir.

Bu yazı dizisinde bir bölümünü aktaracağımız Uyûbü’n-Nefs ve Müdâvâtühâ adlı eserinde Ebu Abdurrahman Muhammed Sülemî kuddise sırruhû, nefsin bir takım kusurlarını ve bunların tedavi yollarını açıklar. Böylece bâtında ve zâhirde muslih bir kul, güzel ahlâklı bir insan olmanın yolunu gösterir. O bu eserini, etrafındaki ilim ve irfan ehli bazı zatların nefsin kusurları hakkında kendisinden sonrakilere delil ve örnek teşkil edecek bölümler yazmasını istediği için derlediğini söyler. Cenab-ı Mevlâ ona rahmet etsin, sırrını âlî kılsın.

Nefsin Halleri

Nefs-i Mutmainne

Bil ki nefs (esas itibarıyla) üç kısma ayrılır:

  • Nefs-i emmâre,
  • Nefs-i levvâme,
  • Nefs-i mutmainne.

Bu nefs, Allah Tealâ’nın Rab olduğunu yakînen (şüphe ve tereddütten uzak olarak) bilen ve kabul eden, onun vaadine gönül hoşluğu ile güvenen, sözlerini tasdik eden, emrine ve takdirine sabreden nefstir.

Mutmain olan nefs, şeksiz şüphesiz iman eden, Allah Tealâ’nın (hesap gününde) yüzünü ak edeceği, kitabını sağ eline vereceği nefstir. O, Allah Tealâ’nın kazâ ve kaderine, hayır ve şerrine, fayda ve zararına razı olandır. Bu nefs hakkında Hak Tealâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

“Ey mutmain olmuş nefs! Sen O’ndan razı, O senden razı olarak Rabbi’ne dön. (Seçkin, iyi) kullarımın arasına katıl, cennetime gir.” (Fecr 27-30)

Burada mutmain olan nefsin Allah Tealâ’dan razı olduğu, sâlih amelleri sebebiyle de kendisinden razı olunduğu ve O’nun vaadini tasdik hali üzere Rabbi’ne dönmesi kastedilmiştir.

Nefs-i Levvâme

Yaptığı kötülükleri kınayan, genişlik ve darlık anlarında sabretmeyen, kaçırdıklarına her zaman pişman olan, “keşke yapsaydım veya yapmasaydım” diye daima kendini kınayan, ayıplayan nefstir. Nefsin bu hali de kötülenmiştir, çünkü günah işlemektedir.

Diğer taraftan iyilik yapan ve günah işleyen hiçbir sâdık nefs yoktur ki kendini kınamasın. Çünkü bir iyilik yaptığında “keşke daha fazlasını yapsaydım” der. Bir kötülük işlediğinde ise “keşke yapmasaydım” der. Aynı şekilde ahirete gittiğinde dünyada terk ettiği hayırlardan dolayı kendisini kınayacaktır.

Levvâme nefs, Allah Teâlâ’nın şu ayet-i kerimede üzerine yemin ettiği nefstir:

“(Kusurlarından dolayı kendisini) kınayan (pişman olan) nefse yemin ederim ki...” (Kıyâme 2)

Nefs-i Emmâre

Bu nefsi Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf aleyhisselâmın dilinden şöyle haber verir:

“(Yusuf dedi ki) muhakkak ki nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder.” (Yusuf 53)

Diğer bir ayet-i kerimede şöyle buyurur:

“Rabbi’nin makamından korkan ve nefsini hevâ ve hevesten uzaklaştıran kimse içinse şüphesiz cennet yegâne barınaktır.” (Nâziat 40-41)

Başka bir ayet-i kerimede ise Allah Tealâ şöyle haber verir:

“Hevâ ve hevesini ilâh edinen kimseyi gördün mü?” (Câsiye 23)

Bununla birlikte daha birçok ayet-i kerime, nefsin kötülüklerine ve hayır işlere karşı rağbetinin azlığına işaret eder.

Ebu Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edilen şu hadis-i şerifte ise Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Hevâ, bela ve şehvet âdemoğlunun toprağına (tabiatına) karıştırılmıştır.” (Deylemi, Firdevsü’l-Ahbâr, 5/83; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/257)

Nefsin Kusurları

  • Nefsin kurtuluş kapısında olduğunu zannetmek:

Nefsin kusurlarından biri, kulun çeşitli zikir, taat ve ibadetlerle kapıyı çalarak vurarak kurtuluş kapısında (cennetlik) olduğunu zannetmesidir. Aslında kapı açıktır; fakat Mevlâ’nın emirlerine çok muhalefet etmesi sebebiyle Hakk’a dönme kapısı bu kimseye kapatılmıştır.

İbn Mesrûk rahmetullahi aleyh naklediyor:

“Bir gün Râbia Adeviyye, Salih Mürrî’nin meclisine uğradı. O esnada Salih Mürrî şöyle diyordu:

– Her kim kapıyı çalmaya devam ederse kapının kendisine açılması umulur.

Onun bu sözlerini işten Râbia Adeviyye şöyle dedi:

– Doğrusu kapı açık. Fakat sen ondan kaçıyorsun (gerçekten samimi şekilde çabalamıyorsun). Sen bu yolda daha attığın ilk adımda (samimi olmamakla) hata ettin, o halde nasıl maksadına ulaşacaksın?”

Bu nedenle nefsinin yönlendirmelerine tâbi olan kişi de, Hakk’ın emrine muhalefet etmekten vazgeçmeyen kimse de hevâsına tâbi olmaktan nasıl kurtulabilir ki?

Nakledildiğine göre İbn Ebi’d-Dünya rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:

“Hikmet sahibi bazı kimseler şöyle der: Kusurlarını terk etmedikçe iyi olacağını, (manevi hastalıklardan) şifa bulacağını sanma. Günah işlemeye devam ettiğin müddetçe de kurtuluşa ermeyi bekleme.”

Tedavisi:

Kişinin kurtuluş kapısında olduğu zannından kurtuluşun tedavisi, Serî-i Sakatî kuddise sırruhûnun şu tavsiyesidir:

“Cenab-ı Mevlâ’nın bildirdiği hidayet yolundan gitmek, helâl yemek, emir ve yasaklara titizlikle riayetle tam takva sahibi olmaktır.”

[Devam edecek.]

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy