Tasavvuf Klasikleri
EL-MUKADDİME fi’t-Tasavvuf’tan
EBU ABDURRAHMAN MUHAMMED ES-SÜLEMÎ K.S.
Sâlih Zatlardan Öğütler
Ebu Musa Debîlî rahmetullahi aleyh naklediyor:
“Ebu Yezîd Bistâmî kuddise sırruhûya bir adam gelerek; “Bana tavsiyede bulun.” dedi.
– Semaya bak, dedi. Adam semaya baktı. Ebu Yezîd Bistâmî kuddise sırruhû;
– Bunu kim yarattı, diye sordu.
– Allah yarattı, dedi. Bunun üzerine Ebu Yezîd Bistâmî kuddise sırruhû dedi ki:
– Semanın yaratıcısı olan Allah Tealâ senden haberdardır ve nerede olursan ol, seninle beraberdir. O halde O’na karşı gelmekten sakın!”
Ebu Süleyman Dârânî rahimehullah der ki:
“Ailenden, evladından ve malından hangisi olursa olsun, Cenab-ı Hak’tan alıkoyan her şey senin için uğursuzdur.”
Yine der ki: “Allah Tealâ’yı tanıdıktan sonra sakın başkasına meyletmeyin. Çünkü O gayûrdur (kendisinden başkasına kul köle olunmasını istemez).”
Ahnef b. Kays rahimehullah oğluna şöyle demiştir:
“Ey yavrum! Sâlihlerden sayılman için onlarla arkadaşlık et. Rezil kimselerden sayılmamak için de onlardan sakın.”
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî rahimehullah bir adama şu tavsiyede bulundu:
“Sahip olduğun vakit, sana verilen şeylerin en kıymetlisidir. O halde vaktini muhafaza et ve en üstün şeylerle onu doldur.”
Ebu Ali Rûzbârî rahmetullahi aleyh bir arkadaşına şu nasihatte bulunmuştur:
“Şu dört hasletten ayrılma:
- Doğru söz,
- Doğru amel,
- Doğru sevgi,
- Emaneti muhafaza.
Şirvânî rahmetullahi aleyh demiştir ki:
“İbrahim Havvâs’a ‘Bana öğüt ver’ deyince, ‘Fakirlerden ayrılma, hayır onlardadır.’ buyurdu.
Ebu Rebî el-Âbid rahimehullah şöyle anlatır:
“Davud-i Tâî rahimehullaha; “Bana tavsiyede bulun.” dedim.
– Dünyaya karşı kendini tut, nazarını ölüme ve sonrasına çevir, dünyadan ve ehlinden aslandan kaçar gibi kaç, dedi.”
İbrahim b. Şeybân rahimehullah şöyle demiştir:
“İbrahim b. Edhem rahimehullah şu üç şeyi tavsiye etmiştir:
- İnsanları tanımayı azaltın,
- Tanımadığınız kimselere yaklaşmayın,
- Tanıdığınız kimseleri güzelce hatırlayıp gözetin.”
Tasavvufun Şartları
Tasavvufun şartları şunlardır:
- Dünyaya karşı zühd sahibi olmak,
- Zikir ve ibadetle meşgul olmak,
- İnsanlara muhtaç olmamak,
- Lütfedilen elbise, yiyecek ve giyeceklerin azına razı olmak,
- Kanaat etmek, fakirleri gözetmek, nefsin isteklerini terk etmek, gayretli olmak,
- Verâ sahibi olmak (şüpheli şeylerden kaçınmak), az uyumak ve az konuşmak,
- Niyeti ve hedefi murakabe halinde olmak,
- Gerektiğinde halktan uzak durmak,
- Sâlih zatlarla birlikte bulunmak,
- İhtiyaç halinde yemek, zaruret halinde konuşmak, karşı koyamayınca uyumak,
- Mescitlerde oturmak, (temiz ama) eski ve yamalı elbise giymektir. Bütün bunları Kur’an-ı Kerim bildirir, Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem de bunların kabul edilmesine şahitlik eder.
Zamanımızdaki akıllı kimselerin sûfiyye usulünü ve sıdk ehlinin yolunu bilmesi gerekir. Böylece onlardan olmadığı halde onlara benzeyen, onlar gibi giyinen ve isimlenen kimselerden ayrılmış olsunlar, böylelerinden olmasınlar. Çünkü sûfî, yeryüzünde Allah Tealâ’nın emniyet verdiği kimsedir. İlmin ve sırların bahşedildiği, mahlûkat arasında seçkin kişilerdir. Sûfîler nübüvvet lisanıyla methedilmişlerdir. Nitekim Hz. Âişe radıyallahu anhâdan nakledildiğine göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Baktığında sevinç duymak isteyen kimse; saçı başı darmadağınık, tozlu, rengi solmuş, zayıf, (ahiret için) hazırlanıp gayret gösteren kimseye baksın. Bu kimse ne tuğla üzerine bir tuğla ne de dal üzerine bir dal koymuştur. Kendisine bir bayrak kaldırılmış (hedef gösterilmiş) o da onun için hazırlanmıştır. Varılacak (en son) yer ise ya cennettir ya da cehennem.” (Bkz. Taberânî, Mu’cemü’l-Evsât, 3/306, nr. 3241; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 17883; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 3/245, nr. 6371)
Sûfîler ve işleri böyledir. Her kim bu yolu inkâr ederse bilgisinin azlığından ve hakikatine ulaşamadığındandır. Çünkü mükemmel olanlar da onları tanıyanlar da azdır. Onları ancak kendi cinsinden olanlar tanır.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Fakat onlar bununla doğru yola girmek arzusunda olmadıkları için ‘Bu eski bir yalandır’ diyecekler.” (Ahkâf 11)
Bu yoldan olduğunu iddia edip de uzuvlarını ibadetten, hizmetten ve taatten alıkoyan; kalbini zikirden, emredileni istemekten, himmeti toplamaktan, vâridatı (gelen manaları) tanımaktan, niyeti halis kılmaktan engelleyen ve bu yolun hakkını vermeyip hakikatlerini bilmeyen kimse, kendisinde olmayan bir şeyi iddia etmiştir. Bütün bunlar insanlara yaklaşmak içindir. Bu gibiler tasavvufu para kazanıp güzel yiyecekler elde etmek ve hoş vakit geçirmek için kullanırlar. Karşılarına fakirlik, ihtiyaç, zillet, hizmet ve kerih görülen şeylerin hakikatleri çıkınca da kaçar giderler, zarar ederler ve böylece ayıpları ortaya çıkar. İddia ettikleri vasıfları terk etmekle davalarından çıkmış olurlar. Bunlar tavırları yapmacık olan kimselerdir. Yamalı elbise giyerler belki ama bu yapmacık hareketleri haşyet (korku), murâkabe, verâ, mücahede, zikir ve amel sahibi olmadan yaparlar.
Muhakkak ki böyle bir kimse ziyana uğramış ve nefsinin emrine girmiştir. Tasavvuf yolu bu tavırları takınanları yerer. Zira iddiaları kendilerine perde olur, şeytan onu kendine yaklaştırıp meleklerden uzaklaştırır. Allah Azze ve Celle ise onu sevmez. Hakiki tasavvuf ehli de onun düşmanıdır.
Her kim ilmi ile amel etmiyor, iradesini hak yolda kullanmıyor, aşk ve vecdde önde bulunmuyor, marifeti tahkik eden biri olmuyor da sûfîlik iddiasında bulunuyorsa, o kimse iddialarına güvenmiş ve hevâsına uymuştur. O, tasavvufun manasından perdelenmiştir.
Kardeşim! Allah Tealâ’dan kork ve O’na karşı gelmekten sakın. Zâhirini (şeriata bağlılığını) muhafaza et ve asıl olana (şeriata) bağlı kal. Zira zâhirin şahit olmadığı her bâtınî ilim dalâlettir. Tanınacak bir alamet, uyacak bir rehber (mürşid), düzgün bir yol, sırda ölçü, bütün hallerde doğruluk olmadığı sürece ve bu vasıfları taşımadıkça bir mutasavvıfın (sûfîliğe yeni yeni adım atanın) tasavvuf yoluna girmesi uygun değildir.